22 Şubat 2015 04:33

Wes ve Zweig

Wes Anderson, Stefan Zweig’dan ilham alarak yaptığı ‘The Grand Budapest Hotel’le ilk kez ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ dallarında Oscar için yarışacak. Bugünün aynı zamanda Zweig’ın eşiyle birlikte intihar ettiği günün yıl dönümü olması hayli ilginç bir tesadüf.

Paylaş

Mithat Fabian SÖZMEN

Wes Anderson, Martin Scorsese’in favorisi ‘Bottle Rocket’la çıkış yaptığı 1996 yılından bu yana ABD sinemasının en özgün yönetmenlerinden biri olarak dikkat çekiyor. 

Yarattığı dünyalar, karakterler, sinematografisi, güçlü görselliği ve özellikle sadık takipçilerinin fark edebileceği ayrıntılarla olan istikrarlı haşır neşirliği ona bu “özgünlük” payesini veren niteliklerinin başında geliyor.

Ancak genellikle öyle algılansa da Wes Anderson, “yalnız, münzevi ve sıra dışı” bir dahi değil. 
Filmlerinin dikkat çeken unsurları olan senaryolarından, müziklerine, sinematografisinden dev ve prestijli oyuncu kadrosuna, Wes Anderson filmleri her zaman için muhteşem kadroların eseri olmuştur. 

Robert Yeoman’ın sinematografisi, Alexandre Desplat, Mark Mothersbaugh ya da Seu Jorge’nin müzikleri, Owen Wilson, Noam Baumbach, Roman Coppola’nın senaryo yazımındaki rolü ve çekirdek oyuncu kadrosunun yanında Bill Murray, Anjelica Huston gibi yıldızların sadakati bugün “Wes Anderson Sineması” dediğimiz şeyin oluşmasında önemli pay sahibi. 

Anlayacağınız Wes Anderson, her zaman için kendi pastel rengine uygun büyük sanatçıları etrafında toplamayı ve onlardan yararlanmayı bildi. Tıpkı son ve en çok ilgi çeken filmi ‘The Grand Budapest Hotel’de olduğu gibi.

Wes Anderson’ın bu seferki en büyük yardımcısı Avusturyalı Yazar Stefan Zweig’dı. 1920 ve 1930’larda çağının en meşhur kalemlerinden olan Zweig, faşizmin yükselişiyle kıtayı terk etmiş, hayata dair duyduğu derin hayal kırıklığı sonucu 1942’de Brezilya’da eşi Lotte Altmann’la birlikte intihar etmişti.

Türkçeye de çevrilen ‘Amok Koşucusu’, ‘Satranç’, ‘Değişim Rüzgarı’ gibi eserleri, otobiyografisi ‘Dünün Dünyası’ ve Vespucci, Macellan gibi tarihsel şahsiyetlerin biyografileriyle tanınan Zweig’ın ölümsüz sanı, ‘The Grand Budapest Hotel’ sonrası yeniden spot ışıklarıyla aydınlatıldı.

Wes Anderson, Zweig’la tanışıklığının 6-7 yıl öncesine dayandığını söylüyor. Benim de ‘Amok Koşucusu’ ve ‘Satranç’ dışındaki eserlerini okumam Anderson’ın ‘The Grand Budapest Hotel’ çıkışıyla oldu. Anderson, film gösterime girmeden Zweig’dan ilham aldığını duyurdu ve bu dakikadan itibaren ben gibi bir Wes’çiye düşen Zweig’ı yalayıp yutmaktı elbette.

OTEL İLHAMINI NEREDEN ALDI?

Filmden önce ilk okuduğum eseri Türkçeye, ‘Değişim Rüzgarı’ adıyla çevrilen ‘Rausch der Verwandlung’ oldu. İngilizcede ‘The Post Office Girl’(Postacı kız) olarak yayımlanan roman, 1. Dünya Savaşı sonrası Avusturya’sında, bir taşra kasabasındaki posta dairesinde görev yapan Christine Hoflehner’in hikayesini anlatıyor. Monoton ve yoksul yaşamı, ABD’de yaşayan zengin teyzesinin İsviçre’ye tatile gelişi sırasında Christine’yi kaldıkları otele davet etmesiyle kısa süreli dramatik bir değişime uğrayan Christine, görkemli Orta Avrupa otelindeki bu yeni yaşamına kendisini fazla kaptırır ve ‘Değişim Rüzgarı’ başlar.

Zweig’ın bu romanında değişim rüzgarını başlatan oteli betimleyişi o kadar etkileyicidir ki, filme adını veren muhteşem ‘Grand Budapest Hotel’de Zweig eserlerine hakim bir izleyicinin ilk fark edeceği benzerlik, bu olacaktır. Evet, Anderson’ın da söylediği üzere, filminin ana mekanı, ‘Değişim Rüzgarı’ndaki otelle, ‘Tehlikeli Merhamet’teki şatodan ilham alınarak tasarlanmıştır. Ancak Zweig’a atıflar bununla ve filmin geçtiği tarihle sınırlı değildir.

Wes Anderson, filmdeki iki figürün Zweig’ı temsil ettiğini söylüyor: Filmin başında gördüğümüz Tom Wilkinson’ın canlandırdığı ‘Yazar’(1980’ler) ve Jude Law’un canlandırdığı ‘Yazar’(1968). Fakat başrol Gustave H.(Ralph Fiennes) ve Zero Moustafa(Tony Revolori) da Zweig benzetmelerinden nasibini alıyor.

Örneğin Zero Moustafa’nın savaştan kaçmış bir mülteci olması bariz bir gönderme.

Filmin sonunda Zero Moustafa’nın Gustave H. için yaptığı “…Açıkçası bence onun dünyası, o içine girmeden çok önce ortadan kalkmıştı. Ancak o, bu hayali muhteşem bir zarafetle sürdürmeyi bildi” yorumu da Zweig’ı işaret ediyor*.

GUSTAVE H.’İN L’AIR DE PANACHE’İ

Zweig’dan yeniden Wes’e dönecek olursak…

Wes Anderson’ın filmlerindeki önde gelen erkek karakterlerin belirli kişisel özellikleri vardır. Rushmore’un Max Fischer’i, The Royal Tenenbaums’un Royal Tenenbaum’u, The Life Aquatic with Steve Zissou’nun Steve Zissou’su, Fantastic Mr. Fox’un Mr. Fox’u diye uzayıp giden bu listenin ‘The Grand Budapest Hotel’deki temsilcisi Gustave H.

Anderson, filmlerinde karakterlerini belirgin objelerle özdeşleştirmeyi sever. Bu huyuyla ilham aldığı bir başka yazar J. D. Salinger’a (Catcher in the Rye-Holden Caulfield ve şapkası örneğin) saygılarını sunduğu iddia edilebilir**. Eleştirel Anderson okumalarında ‘Ne giyiyorsan osun’ ya da ‘Neye sahipsen osun’ mesajı verdiği öne sürülen bu eğilim Anderson’ın kahramanlarının neredeyse hikaye boyunca tek bir üniformayla gezmesini beraberinde getiriyor. Richie Tenenbaum’un saç bandı, ceketi, Margot Tenenbaum’un kürkü, Eli Cash’in şapkası, Max Fischer’in kırmızı beresi... ‘The Grand Budapest Hotel’de Gustave H. ve Zero Moustafa’nın doğal otel üniformasıyla devam ettiriliyor ancak elbette “dünyanın parfümünü en cömert kullanan insanı” Gustave H.’in L’Air de Panache’ı kahramanımızın en belirgin objelerinden biri...

20 yıla yakın sürede 8 uzun metrajlı eser veren Wes Anderson, pek çok yönüyle dünya sinemasında kendine ayrıksı bir yer edindi. Daha önce ‘En İyi Senaryo’, ‘En İyi Animasyon’ gibi dallarda Oscar adayı olan Anderson, bugün ilk kez ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ dallarında Oscar için yarışıyor. Anderson’ın kariyerindeki bu önemli gecenin aynı zamanda Stefan Zweig’ın ölüm gününe denk gelmesi ilginç bir tesadüf. Anderson ödülü kazanırsa Rushmore ya da Fantastic Mr. Fox tarzı bir finali de hayal edebiliriz. Yavaş çekimde dans eden ve ekstra olarak Zweig’a saygılarını sunan becerikli bir ekip...

*Daily Telegraph’ta George Prochnik’in Wes Anderson’la yaptığı röportajdan http://www.telegraph.co.uk/culture/film/10684250/I-stole-from-Stefan-Zweig-Wes-Anderson-on-the-author-who-inspired-his-latest-movie.html

**Matt Zoller Seitz’ın Wes Anderson’ın J.D. Salinger ilhamını irdelediği yazısından
http://www.movingimagesource.us/articles/the-substance-of-style-pt-4-20090409

ÖNCEKİ HABER

Dilbilimcilerden süreçte Kürtçe raporu

SONRAKİ HABER

Kaplumbağalar ve adam

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...