01 Şubat 2015 03:59

Kafa kağıdı eskidikçe ruhu gençleşen emektarlar: Devil & Whisky

Devil ve Whisky, geçtiğimiz ay 30 yıl aradan sonra birlikte verdikleri konserle bir fitili ateşlemiş oldular. Biz de eski kuşak Türkiyeli rock dinleyicisinin şarkılarını ezbere bildiği bu iki dev grupla, Kadıköy’de vermiş oldukları bu konser vesilesiyle tanışma fırsatı bulduk... Ve tabi fırsat bu fırsat diyerek, Devil grubundan Sabahattin Taşdöğen, Whisky grubundan Serdar Çokuslu ve bize bu buluşmayı sağlayan Güven Erkin Erkal ile Türkiye’de rock müziğin dününü, bugününü uzun uzun konuştuk.

Paylaş

Özgür GÜLTEKİN
Duygu AYBER

Devil ve Whisky, geçtiğimiz ay 30 yıl aradan sonra birlikte verdikleri konserle bir fitili ateşlemiş oldular. Biz de eski kuşak Türkiyeli rock dinleyicisinin şarkılarını ezbere bildiği bu iki dev grupla, Kadıköy’de vermiş oldukları bu konser vesilesiyle tanışma fırsatı bulduk... Ve tabi fırsat bu fırsat diyerek, Devil grubundan Sabahattin Taşdöğen, Whisky grubundan Serdar Çokuslu ve bize bu buluşmayı sağlayan Güven Erkin Erkal ile Türkiye’de rock müziğin dününü, bugününü uzun uzun konuştuk. Dört saatlik bu keyifli sohbeti ve iki buçuk saatlik kaydı buraya sığdırmak ise bizim için hayli zor oldu tabi. Umarız siz de okurken bizim kadar keyif alırsınız efendim...

Özgür Gültekin: Öncelikle yola nasıl koyulduğunuzdan başlayalım...  
Serdar Çokuslu: Şahsım adına 1980’den itibaren konuşabilirim. 1970’den ‘80’e kadar Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla rock müzik yapanlardan bize en yakın gelen Cem Karaca’ydı. Onun dışında Barış Manço, Edip Akbayram, Ersen ve Dadaşlar, Erkin Koray vardı. 

Sabahattin Taşdöğen: O dönem bence en yakın olan Apaşlar’dı. 

S.Ç: Cem Karaca Diyarbakır’a bile gidip, orada bizim distortion gitar diye tabir ettiğimiz sert gitarlarla, bizim soundumuza en yakını yapıyordu. 1970’li yıllarda hakikaten Diyarbakır’da distortion gitarı dinletmek zordu. 

S.T: O zaman tangolar, kantolarla boğuşurken... (Gülüyor)

S.Ç: 1978-79 yıllarından itibaren yurt dışından Deep Purple, Led Zeppelin, The Who’s, David Bowie; Türkiye’den ise Cem Karaca’lar, Erkin Koray’lar dinleyerek rock müziğe adım attım. Sonra Whisky grubunun kurucusu Kamil Özaydın ile tanıştım. O da zaten 1 yıllık bir süreç içerisinde grup kurmayı hayal etmiş, hatta kafasında ismini bile koymuştu. 

Ö.G: O zamanlar Türkiye’de Beatles’a bile ucube gözüyle bakılırken, bu müzik çok daha yabancı bir yerde duruyordu. Peki Devil nasıl başladı?
S.T: 1970 yılında Venüs 5 adında ilk grubumuzu kurmuştuk. Ortaokul son sınıftaydım ve bas gitar çalıyordum. Gitarın alt tellerini çıkarmıştık, dandik bir gitarımız vardı. Amfi falan hiçbir şey yoktu tabi. 1976 yılında Gençlik 71 isimli bir orkestramız vardı. O zaman yarışmalara giriyorduk, birinciliklerimiz vardı. Ses yarışmalarından birinde Halil Bal ile tanıştım. O dönem kafaya koyduk, dedik “Rock müzik yapalım, kendi müziğimizi yapalım”. Müzisyenler önde olsunlar istedik, çünkü üreten onlar. Sözlerin Türkçe olması noktasında ısrarcıydık. Çünkü parçalarımızla anlatmak istediğimiz şeyler, mesajlarımız var bizim. İngilizce mi anlatsaydım, kaç kişi anlayacaktı? Dilim de dönmeyecekti zaten. 

S.Ç: Ama bu yüzden çok eleştirildik 1980’lerde. “Rock müzik Türkçe mi olurmuş efendim?” diyenlerin hepsi sonra Türkçe sözlü şarkılar yaptılar. 

Duygu Ayber: Devil isminin bir hikayesi var mı peki?
S.T: Kilyos’taki Şeytan Kayalıkları’ndan esinlendim. Enteresan bir yer. Orada düz bir kayaya yazdım, sakladım. Taşın bir parçası hâlâ bende. Taşın bir parçası daha vardı, ona da yazmıştım. 25 yıl sonra gittik ama bulamadık. 

Güven Erkin Erkal: İki taşı bir araya getirse dünyayı ele geçirecek zaten (Gülüşmeler).

‘ROCK DÜNYA MÜZİĞİDİR’

Ö.G: Whisky’nin şarkı sözlerine baktığımız zaman herkesin günlük hayatta yaşadığı şeylerden bahsediyor. Bu müziği yapmakta ısrarın sebebi de biraz içselleştirme meselesi herhalde öyle değil mi? 
S.Ç: İçselleştiriyorsun, çünkü toplumsal rahatsızlıkları sürekli dile getirebilmekti derdimiz. Ama bunun içinde bazen aşk parçası da oluyor, sen bir insan evladısın, onu da yazacaksın tabi. Rüşvet diye parça yapmıştık. “Ne zaman işim düşse devlet dairesindeyim, süründürürler hep seni kapılar önünde” diye. 1980 Tepebaşı Gazinosu’nda, kapıda süngülü askerler duruyor, mavi bereliler derdik o zaman. Hep sivil polisler içeride, “Bunlar ne yapacak içeride, gençliği toplamışlar böyle” diye beklerdi. 

G.E.E: Mesela Akbaba grubu, 12 Eylül sonrası 1986 yılında General Tahsin Şahinkaya adını anamazdı şarkıda. Andığı anda zaten apar topar götürürler. “General Falcon Rock” diye bağırarak tepkisini dile getiriyordu. Bu şekilde bir çıkış yolu bulmuşlardı. Birçok grup o günleri tartışırken bunu söyler, “Türkçe söyleseydik, söyletmezlerdi meramımızı”. O zamanın koşullarında hakikaten zordu. 

ÖZAL’IN  İSTEMEDEN DE OLSA ROCK MÜZİĞE KATKISI

G.E.E: 1984 çok miladi bir yıl Türkiye rock müzik tarihi açısından. Özal, farkında olmadan ithalatı serbest bırakarak bu müzik için önemli bir şey yaptı. İkinci el enstrüman piyasası açıldı. Kadıköy’ün varlıklı çocukları yurt dışından gelen sıfır Fender’leri aldıkça, Bakırköy tayfası da ikinci el açılan piyasadan ekipman alabildiler. 

S.Ç: Benim elime 3-4 gitar geçti o zaman bit pazarından. Takoz diyorduk biz onlara. O kadar ağır gitarlardı ki tam gelişme çağında o ağırlığı aldığın zaman Naim Süleymanoğlu gibi oluyorsun. 

G.E.E: Senin ruhun 1.90 

S.Ç: Asım Can Gündüz’ün Türkiye’ye gelmesi de milat oldu. Tekniği iyi bilen bir gitarist. Ondan çok şey öğrendik. Ben onunla 2 yıl çalıştım. Grup Çapkınlar adında kabare tarzında bir gubu vardı. Grupta; Akın Eldes, Asım Can Gündüz, davulda da Filip Sümbülkaya vardı. 

Ö.G: Siz neler dinliyordunuz peki? Şimdi neler dinliyorsunuz?
S.Ç: Jimi Hendrix, Pink Floyd, Deep Purple, AC/DC... Bugün hâlâ o yılları dinliyorum. Yeni gruplar beni hiç tatmin etmiyor.

D.A: Yeni gruplardan kastınız ne?

S.Ç: Thrash, Grunge vs. Nirvana’nın çıkışıyla her şey bozuldu zaten. 

D.A: O dönemde siz ne yaptınız, Devil ve Whisky olarak?
S.Ç: Çay içtik (Gülüşmeler...) Sabahattin, Ercan’ın ölümünden sonra uzun bir süre Devil’e ara verdi. 

S.T: Aslında biz burada bırakalım, misyonumuzu tamamladık diye düşündük. 

D.A: Peki ne oldu da Egzotik Band, White Cheese, Akbaba isimlerini tekrar duymaya başladık?
S.T:
Açık söyleyeyim o zaman da biz işin pek farkında değilmişiz. Etkisini pek anlayamamışız. O zaman ben festivaller yapardım, gruplar kurardım, enstrüman verirdim... Serdarlar da dahil buna. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki insanları toparlayan bizmişiz, bugün de öyle oldu sanırım. Biliyorum ki Asım Can da takılacak, hepsi takılacak bize. 

DEVİL VE WHİSKY 8 NİSAN’DA YENİDEN AYNI SAHNEDE

S.Ç: Bu arada 8 Nisan’da gene Devil ve Whisky olarak İstanbul’da konserimiz var. Bu ara Devil & Whisky olarak gidelim diyoruz, hem bir esprisi de var bu birlikteliğin. Şimdi bugün kimler var Devil ve Whisky’nin dışında diye bakarsak aslında Objektif hâlâ var. Akbaba 25 Mart’ta sadece bir konser için toplanıyor ama hiç belli olmaz bu işler. Aaa çok lezzetliymiş bir daha yapalım diyebilirler. 

Ö.G: Peki Devil yeni çalışmalarında müzikal tarzını ve duruşunu sürdürecek mi?
S.T: Evet, yine hard rock ve toplumsal konular ön planda olacak. Tiyatral bir gösteri de vardı eski konserlerimizde. Yine yapacağız, değişen bir şey yok. 

D.A: Yeni kayıda gireceksiniz yani?
S.T: Mecburen gireceğiz, yeni şarkılarla gireceğiz. Artık eskiler eskide kaldı. 

D.A: Whisky fanlarının en çok merak ettiği husus da Ateşsuyu kadrosuyla yola devam edilip edilmeyeceğidir herhalde...
S.Ç: Şu andan itibaren ben bu kadroyla devam ediyorum; Alpay, Arif ve Çağatay benim yanımda. “Albüm yaparız” diyoruz da kolay bir şey değil o tabii. Parçaların üç beş tanesi hazır ama öyle girip de 1 ayda çıkamıyorsun o işten; düzenlemeleri çok zaman alıyor. 

D.A: Selahattin abiyi ilk gördüğümüzde, Ronnie James Dio’ya benzerliği çok şaşırtmıştı...
S.T: Ben de geçen gün gördüm, bir tanesi “Yahu kendini Dio’ya benzetmiş” demiş benim için. Bir diğeri de, “Tipi de benziyor, sesi de” demiş. Tip de ses de bu abi işte ne yapayım? (Gülüşmeler)

Ö.G: Biraz da yeni kuşaktan hem icracı hem de dinleyiciler üzerine değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
S.Ç: Çok ciddi bir heavy metal dinleyicisi yeniden geliyor, onu görebiliyorum. Bizim işletmeye gelen gençlerin aldığı, baktığı gitarlardan, pedallardan, sohbetlerinden de belli oluyor; 80’leri dinliyorlar, sert müzik yapıyorlar. Fakat hâlâ bu müziğin Türkiye’deki özünü bilmiyorlar, araştırmıyorlar. O yüzden göz önüne de çıkmak lazım, albümlerin basılması lazım. Albüm satışları da ayrı bir konu tabi.

ROCK TARİHİNDE ‘FİTAŞ KONSERİ’ MİLADI 

S.T: 1977’den sonra Devil’ın temeli atıldı. Birkaç eleman değişikliği ile... Halil Bal’ın babası Fitaş Sineması’nda çalışıyordu. O olmasa Fitaş gibi bir yerden hayatta başlayamazdık. Aslında herkese bu mikrobu bulaştıran baş suçlu Halil’dir. 
S.Ç: Meşhur Fitaş konseri diye geçer her yerde. Ra, Latin-2, Whisky, Danger, Aqua, Diesel... Milat bu konserdir işte. Ve ağzına kadar doluydu orası. 

S.T: Fitaş Sineması’nı tutmak öyle kolay mı? Hele ki öğrenciydik, kantine gidip çay içecek paramız bile yoktu. Paramız yok diye km’lerce yürüdüğümüzü bilirim. Bir tane ekmek bir de turşu alırdık. O zaman daha ağaçlık bir yer olan Maçka Parkı’nda oturur yerdik. Sonra gider kız arkadaşlarımızla buluşurduk. Yani cebimizde çay içecek kadar bile paramız yoktu. Kızları da dolaştırırdık, yürütürdük (Gülüyoruz).
Halil, Egzotik Band grubunun kurucusu. 1981 Fitaş konserinde “Güzel Kız” adlı bir parça söylemiştik. O dönem konserlerde savaşlara karşı söylenen ilk şarkı odur. 

S.Ç: O kabinlerin altına ben girdim her gün, 400 kiloydu. Onun için boyumuz bodur kaldı. 

Ö.G: Bu ülkeye boyumu verdim ben... (Gülüşmeler) 

S.T: Az taşımadık o kolonları. 

D.A: Fitaş konserinde Devil olarak mı sahne aldınız?  
S.T: Exorcist Child olarak çıktık. Tek başımıza dolduramayız diye düşünerek. Zaten o dönem birbirimizi desteklemeyi gözetiyorduk ama birbirimizin yolunu da kestiğimiz oluyordu. 

S.Ç: Elmas Şato vardı bir de, onu da unutmayalım. 

S.T: Belki Devil şimdi Elmas Şato olabilir. Sağda solda yeniden dayak yemeye başlamayalım diye (Gülüyoruz).

NEREDE EKSİK VARSA KAMİL ORADAYDI

S.Ç:  1979’da Kamil kurdu, 1980’de aktif olduk. Fitaş konserinden sonra Sabahattinler, “Devil organizasyon sunar-yılın genç yıldızları” diye şimdiki Tepebaşı Gazinosu’nda çok büyük bir festival yaptı. 

Ö.G: O zaman Türkiye’de müzik yapmak bu denli zorken bu iş yapılıyordu. O zamanki o motivasyon nereden geliyordu? 
S.T: İdeallerimiz vardı. Türkiye’de bu işi yapacağız diyorduk. Konsere gideceksin ses tesisatını kuran firma nezarete atılmış. Konsere iki saat var, ortada kimse yok. Nasıl konser vereceksin böyle bir durumda? 1980’li yıllar sanırım tam hatırlamıyorum. Yaşlılık ya hani? (Serdar Çokuslu’ya bakıyor)

S.Ç: Ben hatırlıyorum (Gülüyoruz). Kamil Özaydın da Rock’ın Roll ruhunu çocukluğundan beri öyle pekiştirmiş, sonra 20’li yaşlara gelince bu işi Türkiye’de idealist olarak icraata çevirip kendi besteleriyle yapmaya çalışan biriydi. Grubun isim babası, kurucusu, besteleri yapan kişi...

G.E.E: Grubun her noktasında yer aldı adam. Bas gitarist oldu, davulcu oldu... Nerede eksiklik varsa oraya...

S.Ç: Türkiye’de rock müziğin bugünkü halinde hakikaten çok büyük emeği olan bir insan. Ben onun kadar idealist olmadım, olamam. 

ÖNCEKİ HABER

Genel seçimlere 31 parti katılabilecek

SONRAKİ HABER

Soma’da tablo çok daha vahim

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...