11 Ocak 2015 04:06

Delirmek dışında bir kurtuluş bulamadık!

İstanbul’a beklenen kar henüz gelmişti. Biz Luxus’la son albümleri “Hunim Başımda”yı konuşmak için ‘Karşı’ya geçiyorduk. Dolu dolu bir sohbet o ayrı ama bu defa muhabbet bile ortamdaki kimseyi ısıtmadı, gayet çayla ısındık. İşte o zor şartlarda vazgeçmediğimiz buluşmadan size en güzel yerlerini ayırdık. Delilikle cinnet, daimi özgürlük ya da şimdi özgürlük gibi gel-gitlerimiz arasında aslında karşılıklı sorularımız oldu. Sorarken de yanıtlarken de düşündüğümüz dakikalardan bana kalan bir Luxus konserinde dans etmek, bağırarak şarkılar söylemek kurtuluş değilse de kesinlikle bir güzellik. Bakalım bu sohbetten size ne kalacak. İyilik, güzellik, özgürlük için buradan devam edin, en azından yolda eğleneceksiniz...

Paylaş

Ayşen GÜVEN

Albümünüz “Hunim Başımda” adıyla çıktığına göre sizi kim delirtti diyerek söze başlayabiliriz...  
Alper Bakıner: Bizi tabii ki gittikçe kötüye giden dünya delirtti. Çünkü, kötüye gitmesinin engellemek aslında çok kolay. Her şey yeniden başlayabilir, her şey düzelebilir oysa. Ama bunun için gereken küçücük müdahaleleri bile yapmaktan kaçan egemen bir tabaka var. Ve maalesef bugün güç onların elinde. İşte bunları bilmek de bizi delirtiyor. Velhasıl delirmek dışında bir kurtuluş yolu bulamadık.

İyi mi kötü mü bir hal bu hal bilemedim böyle söyleyince. Hangisi?
Kamucan Yalçın:
Biz bu halin alarmını veriyoruz aslında. İyi ya da kötünün ötesinde bir hal sanırım. Hani sağlıklı-sağlıksız, iyi-kötü, uzun-kısa gibi tanımlamakta bile -gerekli bir düzenleme de olsa- cendere hali var ya, o cendereden kurtulma hali. Alper, “münferit hürriyet” diye bir şeyden bahsediyor sürekli, daha tekil bir zihni alem yani. O yüzden de çok kötü değil.

Bu delilik size mi özgü, toplu bir delirme durumu mu?
A.B.:
Bu bir cinnet haliyle karıştırılmasın. Bu müjdeli bir delirme hali. Cinnet çünkü kötücüldür ve kötücül şeylere sürükler. Kesinlikle zincirleri hâlâ içerisinde barındırır, zincirleri kopartamamışsındır ve kopartamadığın için o şekil de delirirsin. Bir de devrenin yanması vardır ki çeker gidersin, o zincirden kurtarabilirsin kendini.

Özgürlüğe mi yolculuk?
Ozan Akgöz:
Elbette. Fakat bir merciden istenen bir özgürlük değil. Delirmenin kendisi zaten senin özgürlüğünü sonlandıran ya da sınırlandıran güç etkisinden çıkmanla ilgili bir durum. Artık ‘sizin parametrelerinizde yaşamıyorum’ diyebilmek gibi. Sen istediğin kadar zorlayabilirsin ama ben o gücü uygulayabileceğin kişi değilim, diyebilmek gibi...

Bugün “sen” ya da “ben”olarak yani tek tek özgürlüğe ulaşma arayışı mı bahsettiğiniz?
A.B.:
Bütün toplu kurtuluş projeleri ütopik demeyeceğim de; bütün olası iyi şeyler için o gelecekteki kurtuluştan sonrasını ifade eder. Oysa şimdi yaşıyoruz ya biz, yazık değil mi bizim hayatımıza?

Yazık ama  herkes kendini mi kurtaracak sadece?  
A.B.:
Bununla ilgili düşünmemiz lazım. Ben şu an o özgürlüğü hissetmek, yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyi geleceğe bırakamayız, öyle bir lüksümüz yok. Münferit hürriyet diye bahsedip durduğum şey bu. Yani kendini mi kurtaracaksın diye bakılabilir evet. Ama herkes kendini olabildiğince ferah alana atmalı, sistemden çıkarmalı.

Asıl bu biraz ütopik değil mi?
A.B.:
Aynen öyle. Bir şekilde sisteme dahil oluyor herkes. Çok ekstrem bir tarzancılık durumundan da bahsetmiyorum aslında; doğaya karışık şekilde şehirde yaşayıp hem de o zincirlerden biraz azade olma şansı yok mu? Sürekli bunun peşindeyiz biz, bunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Bunun yolu bir gece Luxus konserinde dans edip, içini dökmek de olabilir mi yani?
A.B.:
O Luxus dinleyicisi için öyle olabilir, evet (Gülüyorlar). Konserler bu minvalde zaten interaktif geçiyor. Bir daire oluşturuyoruz seyirciyle ve oradan çıkan sesi beraber çıkartıyoruz. Sadece biz bir ses çıkartıyoruz onlar dinliyor, dans ediyor değil. Bu şimdi daha iyi uydu senin söylediğin şeye; evet bir Luxus konserini özgür hissetmek için önerelim.

İlk albümüne bayıldığımız bir müzik grubunun 2. albümünde biraz tedirgin oluruz. Yenilik bulamamak da vardır, yenilik varsa ona alışamamak da. Luxus bu albümle nasıl çıktı dinleyicilerin karşılarına? Bir tarz değişikliği söz konusu mu?  
K.Y.:
Dinleyicilerin yaşadığı o endişeyi besteci yaşıyor, grup ve müzisyenler de yaşıyor. Bence yine şansımız yaver gitti, iyi oldu. Zaten aman kendimizi tekrarlamayalım gibi bir kaygı mevcut değildi. Bir şey çıktı ve onun etrafını örüp desenledik yine. Birincisindeki, ikincisindeki maceraya devam ettik. Bu üçüncü albümde sanki her şey daha bir yerli yerine oturdu. Teknik bir şeyden bahsetmiyorum; Luxus atması gereken yükleri atıp, kendisine katması gereken şeyleri katıp yola devam ediyor...

O.A.: Bu albümün temellendiği hürriyetin nitelik hali dışında bireyselliği yaşarken bir yandan da işin yapılış yanında daha kolektif bir şekilde oldu. Bu üç albüm içinde ortak üretmeyi en iyi becerdiğimiz iştir “Hunim Başımda”. Sanırım birlikte müzik yaptığımız yılların yansıması böyle iyi oldu.

A.B.: Biraz bilinçli bir tarz değiştirmeye gittik gerçekten. Hani ‘ay bu tarz olmadı, başka şeyler deneyelim’ değil kesinlikle. Bir çizgiden devam ettik ama o çizginin geldiği nokta bu. Zaten biz her tarzı deneyebiliriz, yapabiliriz, herkesi şaşırtabiliriz. Şimdiye kadar bizi  dinleyenler de şaşırmaz aslında buna.

Tarz değişikliği dedin. Nasıl değişiklikler biraz anlatır mısın bize?
A.B.:
Bu defa sokak müziği üstünde daha fazla durduğumuzu söyleyebiliriz.Sokak müziğinin sokakta en iyi tınladığı halleri düşündük, hesap ettik. Biraz daha reggae, ska ağırlıklı bir albüm oldu. Bir tek Mafyatik Romantik  serisinin sonunu yani “Vuslat”ı  dışında bırakabilirim. O, biraz da Kamucan’ın söylediği “Ya Sev Ya Terk ediyorum”, “Alemdeki Gül” de biraz bunun dışında. Bu dediğim gibi bir tercih. Sokağa en çok yakıştırdığım müzikler bunlar. Cadde kenarındaki tek bir gitarcının da çalabileceği parçalar, koskoca bir orkestranın da. Sokak merkezli bir albüm olduğu için tarzının değiştiğini söyleyebiliriz.

Şarkıları nerelerde, nasıl çalışarak çıkardınız?
K.Y.:
Memleketin güneyine doğru düzenli bir rotamız oldu. Zaten küçük küçük çıkıyor, kağıtlar dolaşmaya başlıyor. Birinci, ikinci albümde stüdyodan evvel, kayıt yapıldı ve biz turneye çıktık. 1.5 aylık bir dönemin ardından da tamamladık. Bence o harika bir sergi hali. Henüz tam tamamlanmamış bir şeyle ilgili seyircinin gözündeki ışığı da görüyorsun. Ters bir şey de görebilirsin. Hem böylece birlikte ses çıkarıyoruz haline iyice yakınlaşmış olduk. O tepkileri ölçüp parçanın kaderini kısmetini görmek iyiydi. Yolda, turnede, deniz kenarında, akşam sahnede biraz dışarlıklı bir albüm oldu, sokağa çıkmış bir albüm oldu. Albümü biraz gezdirmiş olduk.

Sokağa çıkmış bir albüm diyorsunuz. Öyleyse açık havalarda, stadyumlarda konser verecek bir grup olduğunuz iddiası taşıyor musunuz?
K.Y.:
Biz insan seviyoruz. Ne kadar insan o kadar can, ne kadar can o kadar kulak.
O.A.: Yani o bir iddia değil bir istek olabilir sanıyorum.
A.B.: Biz kurarken müziği büyük sahne hayaliyle kuruyormuşuz gibi. İddia değil hayal bu yani. Şarkıyı yazarken, düzenlerken, çalarken hep o hayalleniyor; burası değil lan burası değil daha büyük olsun (Gülüyoruz).  
K.Y.: Daha çok insana ulaşma odaklı, kocaman bir meydan mesela.


BİR ZARAR VARSA BENİM TASARRUFUM, KENDİME...

Sizin cover şarkılarınız hep dillere pelesenk oluyor da sanki bu defa tam 12’den vurdunuz?
O.A.:
Vallahi ben dinleyiciden sonra ısındım doğrusu bu şarkıya (Gülüyor).
K.Y.: Burada ortak dil mevzusuna geri dönebiliriz. Bu sefer seyirciyle birlikte yani bizden yaşı büyük ya da bizden yaşı küçük seyircinin de bildiği bir şarkı düşündük. Gezi olayları olmadan önce zaten çok sistemli bir harekat vardı üzerimize gelen. Karanlık tarafın harekatından bahsediyorum. Hani Emek Sineması eylemi mesela. Sadece Emek değil, koskoca bir belleğe saldırıydı o ve devamı geldi malum. O bellekle ilgili çok hoş bir noktayı yakalıyordu “Hür Doğdum”.

Şarkı yapıldığı dönemden daha çok rast geliyor bugüne sanki ya da bize öyle geliyor?

A.B.: Öyle öyle. Sözleri değiştirirken de buna uğraştım, bu dönemi yansıtmasına, kendi dönemini değil. Çünkü sözler çok kendi zamanına ait. Kadın, daha yeni yeni özgürlüğünü kazandığı bilincine varıyor ve bu biraz daha üst tabakada yaşanıyor. “Sanane, dokunma, uğraşma benimle” demek zorunda hissediyor kadın. O şarkının yapıldığı dönemlerden sonraysa bir erkek ve bir kadın işçi kapitalizm karşısında eşitlendi. Durum buyken ve daha bir sürü alanda başka özgürlüklerin peşinde koşarken artık başka sözler yazmak gerekiyordu.

K.Y.: Kadın işçinin durumuyla ilgili konuşmuştuk, ilk albümde sözlerin orada ilginç bir nokta var; “zararım kendime” diyor. Şöyle bir otoriteden bahsediyoruz; şunu şunu yapma zararlıdır. Tıpkı aksırana tıksırana kadar içiyorlar örneğinde olduğu gibi. Kadın önce ona cevap veriyor ve 70’lerde diyor ki; “bir zarar varsa da bu benim tasarrufum, kendime”. Alper orayı çok tatlı yaptı, sararım kendime sen kendine sar. Herkes kendini kurcalasın özetle.

O.A.: Ama parçaya sanki biz karar vermedik. Şarkı albümdeki diğer parçaları duyup, ‘ya beni de alsanız iyi olur’, gibi geldi.


BU DÜNYA İKİMİZE YETER AYI KARDEŞİM

Zazaca söylediniz bu albümde bir de... Çok dillilik kaygısı ya da devletle başı beladan kurtulmayan bir dil olması gibi düşüncelerle mi söylediniz Heso’yu?
A.B.:
Özellikle bu dil yasak, bunu vurgulayalım diye söylemedik. Vardır bunların payı ama çok az.  Asıl o şarkının hikayesi bize çok dokunuyor, düşüncelerimize temas ediyor. Hatta göbeğinde duruyor. Şarkı çok eski bir hikaye, dedeler torunlarına anlatıyor hâlâ. Metin Kahraman’ın yaptığı şey; bir dededen dinleyip bu hikayeyi onu şarkı sözü haline getirmek. Hikaye, Heso lakaplı bir köylünün, ormana meşe odunu toplamaya gitmesiyle başlıyor. Ayıyla karşılaşıyor, ayı da Heso demek. Ayıyla karşılaştığında nasıl korktuğunu anlatıyor ve karşısında kala kalıyor. Sonra “bra heso (kardeşim ayı)” diyerek ayıyla konuşmaya başlıyor. “Sen de hesosun, ben de hesoyum. Bu dünya ikimize de beso” (yeter) yeter diyor. Bu laflar bizim ideolojik, sosyal anlayışımızın tam göbeğine oturan laflar. Bir ayıdan kardeş diye bahsetmek...
K.Y.: Burada birbirine temas eden iki alan hikayesi var aslında. Yani ötekiye verilen tepki, ötekiye yapılan muamele. Yani ben mesela ağaçların atalarımız olduğuna inanıyorum. Onların sayesinde oluştuk yani o bitki örtüsü olmasaydı şimdi insanlar delirip birbirini öldüremeyecekti. İşte burası benim ülkem, şurası senin ülken sen bu dili niye konuşmuyorsun diye saldıramayacaklardı. Ağaç imgesine baktığımız zaman son derece olgun, bizim kadar hareketli olmayan fakat işlerin aslını bilen bir dede gibi duruyor. Dağa çıkan, ısınmak ya da yemek için bir şeyler toplayan köylü, aslında ayının alanına girmiş oluyor. Burada temas taş atmak ya da kaçmak yerine konuşmaya karar vermek ya işte o çok kıymetli. Zaten bu çok kadim bir Dersim miti.

Velit Aydın’la düet yaptığınız Reggae şarkısının adı  merak uyandırıyor. Bir müzik tarzının adını bir şarkıya vermek niye?
A.B.:
Şapkama yazdığım şarkı Reggae. O şarkının bir hafta içerisinde arka arkaya yaşadığım iki hikaye ile ilgisi var. Bursa konserinden sonra birisi geldi yanıma benim siyah, sarı, kırmızı, yeşil şapkamdan bahsederek, elini de omzuma koydu ve ‘lütfen onun Letonya bayrağı olduğunu söyle’ dedi. Ben de ‘sen nasıl istersen öyle olsun kardeşim’ dedim. Bir hafta sonraysa Kamu’yla Mardin’e gittik. Bu sefer o şapka her bijî her bijî çığlıklarıyla karşılandı. İşte lokantaya gidiyorsun, eğer abi şapkayı verirse size bedava diyor. Çok istediler şapkayı.
K.Y.: Bir yerde yere çalınan, bir yerde baş tacı edilen gezgin bir şapka söz konusu.
A.B.: Ben ikisi için de takmıyorum. Ne bayrak için takıyorum ne de o adamın Bursa’da tahmin ettiği gibi bakıyorum. Bir şapka üzerinden negatif ya da pozitif nasıl ayrımcılık yaşıyorsun. Benim acım bu burada. O tarzın ismini vermemiz de iyi denk geldi şarkıya diye düşünüyorum. Bu arada şarkının içerisinde bir insanlık tarihi var. Afrika’dan Mezopotamya’ya gelişi var insanlığın ya da sosyal yaşamın. Mezopotamya’nın nerede durduğuna dair bir hikaye var.


Şarkılar:
Hunim Başımda
Reggae
Hür Doğdum
Düştü Paris
Âlemdeki Gül
Heso
Vuslat (Mafyatik Romantik / Son)
Ya Sev Ya Terk Ediyorum
Isyan Şekeri

Grup üyeleri:
Alper Bakıner (Vokal,Keman)
Kamucan Yalçın (Vokal,Klarinet)
Ozan Akgöz (Akordeon, Trompet)
Cem Kurt (Gitar)
Payam Ghasemi (Bas)
Burak Beyrek (Davul)

(Fotoğraf: Emre Caka)

ÖNCEKİ HABER

Kadının fıtratında ölüm yok!

SONRAKİ HABER

Paris saldırıları Fransa’nın 11 Eylül’ü mü?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...