20 Ocak 2014 06:00

Kürtler Cenevre’ye bağımsız katılmalı

Gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile Cenevre-2’yi konuştuk.Bölgenin nabzını en iyi tutan isimlerden biri olan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’ya göre Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin muhalefetin temsilcisi olarak Cenevre’de görmek istediği Ahmed Jarba’nın Suriye’deki parçalı muhalefeti temsil edebilmesi mümkün değil.

Kürtler Cenevre’ye bağımsız katılmalı
Paylaş

Erdal İMREK
İstanbul


Suriye’de çatışmalar da yola nasıl devam edileceğine dair belirsizlik de sürüyor. İçeride savaş, göç, ölüm... Dışarıda Suriye’nin geleceğini şekillendirme planları... Bir tarafta uzun süredir rejime karşı savaşan cihatçı güçlerin birbirine girmesi, öte yandan tüm olup bitenler arasında demokratik bir düzen inşa etmeye çalışan Rojava Kürtleri. Suriye’de işler hâlâ oldukça karışık. Şimdi gündem Cenevre’de tolanması planlanan konferans. Büyük oranda Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin inisiyatifinde gelişen ve Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair önemli bir durak olacağı varsayılan Cenevre-2 Konferansı’ndan nasıl bir sonuç çıkacağı da kimin nasıl temsil edileceği de muamma. Dahası 22 Ocak’ta gerçekleşmesi planlanan konferansın yapılıp yapılamayacağı bile belirsiz.

Bölgenin nabzını en iyi tutan isimlerden biri olan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’ya göre Amerika’nın başını çektiği dış güçlerin muhalefetin temsilcisi olarak Cenevre’de görmek istediği Ahmed Jarba’nın Suriye’deki parçalı muhalefeti temsil edebilmesi mümkün değil. Suriye’deki en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olan Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer alması gerektiğini söyleyen Çiviroğlu, “Kürtlerin sorunları ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa konferansa katılmamaları daha doğru olur” diyor. BBC ve CNN’in de aralarında bulunduğu uluslarası basın kuruluşlarında da bölgeye ilişkin analizleri yayınlanan gazeteci Mutlu Çiviroğlu’yla Suriye’de olan biteni, Cenevre’de kimin nasıl temsil edileceğini ve Kürtlerin durumunu detaylarıyla konuştuk.

İlk olarak Qamişlo’da meydana gelen son patlamayı sormak istiyorum. Nasıl yorumladınız bu saldırıyı?

Bu patlamanın Qamişlo’yu hedef alması ilginç. Çünkü Qamişlo bölgenin siyasi merkezi. Zaten belli bir süredir bu radikal gruplar Qamişlo ve etrafına yoğunlaştı. Saldırının halka korku salmak, oradaki istikrarı zedelemek ve orada Demokratik Özerk Yönetimin ilan edilmesiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zaten son dönemde Qamişlo etrafında şiddetli çatışmalar da devam ediyor.

Yani Geçici Yönetime ‘bu işler o kadar kolay değil’ mesajı mı verildi?
Evet, bir bakıma Kürtlerin statü sahibi olmasına karşı bir direniş bu. Çünkü Kürtlerin hayata geçirmek istediği, önerdiği model bu radikal gruplara ters. Kürtler bunu pratiğe de yansıttı. Bu federatif yönetim çok dilli, çok kültürlü, azınlıklara hem siyasi hem politik hem de yönetim anlamında ne kadar yer verdikleri ortada zaten.

Son ‘Toplumsal Sözleşme’de de Kürtlerin bu tutumu açığa çıkmış oldu...
Doğru. E tabi sonuçta bu adımlar, el Kaide bağlantılı gruplarla bağdaşmayan şeyler. Sadece bu radikal gruplara bağlamak da yetersiz kalır. Bazı bölge güçlerinin de Kürtlerin statü sahibi olmasından rahatsız olduğu sır değil.

Türkiye’nin de dahil olduğu bölge güçleri...
Tabi. Türkiye açık açık söylüyor karşı olduğunu zaten. Sayın Davutoğlu, Kürtlerin bu girişimlerini bir tehdit olarak algıladıklarını, statü sahibi olmalarından rahatsız olduklarını sürekli dile getiriyor. Tabi bu saldırı rejimin de işi olabilir. Benim aldığım bilgiye göre saldırı havan topuyla yapılmış. Rejim de bunu yapabilir. Yani rejim Kürtleri sevdiğinden, haklara layık olduğunu düşündüğünden değil, mecburiyetten sessiz kalıyor Kürtlerin bu girişimlerine. Bu bakımdan bunu da ihtimal dışı bırakmamak lazım. Her ne kadar şartlar gereği Kürtlere saldırmıyorsa da, karşısına almak istemiyorsa da bulduğu fırsatta Kürtlerin böyle bir statü sahibi olmasını engellemek için bu tür girişimlerde bulunabilir. Ama şu andaki güçlü görüş, bu saldırıyı Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi güçlerin yapmış olduğu. Ama kimden gelirse gelsin Qamişlo’nun siyasi başkent oluşu, özerkliğin merkezi oluşu, Kürtler için sembol bir şehir olması nedeniyle hedef alındığı göz ardı edilmemeli.

Yeri gelmişken sorayım; Kürtlerin Geçici Yönetimi kurmasının, Toplumsal Sözleşme’de kabul edilen maddelere ilişkin Esad yönetiminden bir açıklama gelmedi. Ne oldu bu gelişmelerin rejimdeki yansıması? Buna ilişkin bir izleniminiz var mı?

Rejimin resmi bir açıklaması yok. Dolaylı olarak bakıldığında bu mesajları anlayabiliyoruz. Ben bundan birkaç hafta önce Esad’a yakınlığıyla bilinen, Suriye Kürt Konseyi başkanı, parlamenter Omer Osê ile görüşmüştüm. Osê hükümetin ve Esad yönetiminin Kürtlere borçlu olduğunu, Kürtlerin bu zor günlerde kendilerini arkadan bıçaklamadığını ve bu yüzden kendi deyimiyle ‘bu kargaşa durumu’ bittiği zaman Şam hükümetinin Kürtlere bir takım haklar vermeye hazırlandığını söylemişti. Osê sıradan bir isim değil. Beşar Esad’a çok yakın bir insan.  Sonuçta Esad yönetiminin sessizliği, doğrudan karşı açıklamada bulunmayışı Kürtlerin bu hamlelerine ses çıkarmadığı anlamına gelebilir.

Bu sessizlikte savaşta yeni bir cephe açmak istememesinin de etkisi olmalı...
Evet. Buna ses çıkarmaması gerçekten de Kürtleri desteklediği için değil. Malum Esad rejimi Kürtleri en temel haklarından mahrum bıraktı ve vatandaşlık haklarını ellerinden alarak birçok Kürdü adeta yaşayan ölüye çevirdi. ‘Rejim gerçekten de bu yaptıklarından pişmanlık duydu, şimdi bu haksızlıkları telafi etmeye çalışıyor’ demek pek de mümkün değil. Bana göre sessizliği daha çok, mevcut durumda Kürtler gibi siyasi ve askeri alanda örgütlü bir yapıyı karşısına almak istememesinden dolayı. Ayrıca, rejimin Rojava bölgesini kontrol etme şansı yok mevcut şartlarda. Orası ya Kürtlerin kontrolünde olacak ya da el Kaide destekli radikal grupların. Bu nedenle de Kürtlerin laik, ılımlı ve toleranslı yapısının rejim için Kürtleri daha iyi bir seçenek haline getirdiğini düşünüyorum. Ama tekrar söyleyeyim ki bu durum Esad rejiminin Kürtlerin kendi haklarına gerçekten de sahip olması gerektiğine inandığı anlamına kesinlikle gelmiyor.  

Rojava Anayasası’na yeniden dönelim. Çok dilli, yönetimde Kürtler dışındaki halkların da yer aldığı oldukça demokratik bir sistem ön görülüyor. Türkiye’nin de dahil olduğu bu bölge için düşünüldüğünde oldukça ileri bir Toplumsal Sözleşmeden söz ediyoruz. Bölgede nasıl bir etki yarattı bu?

Bölgeyi pek memnun ettiği söylenemez. Çünkü bölge ülkelerinin çoğu demokrasiden yoksun. Çok dilliliği, çok kültürlülüğü tehlike olarak gören yönetimler. Bu nedenle Kürtlerin bu adımları olumlu karşılanmıyor.  Sorun sadece bu Toplumsal Sözleşme’nin demokratik oluşu değil, Kürtlerin statü sahibi olmasını dahi istemiyor bölge güçlerinin çoğu. Bakın İran, Suriye rejimini destekliyor. Türkiye de dahil bir çok ülkeyle çelişki halinde. Ama Kürt sorununda Tahran, Ankara’dan da geri bir noktada. Irak’ta Maliki de konjonktürel olarak ne kadar Suriye’deki Kürtleri destekliyor görünse de kendi Kürtleriyle sorun yaşar halde. Türkiye de bir yandan ‘barış süreci’ diyor ama öte yandan da PYD’nin öncülüğünde Rojava Kürtlerinin bu kadar toleranslı, demokratik, bu kadar gelişmiş, bölgenin çok ilerisinde bir yapı oluşturmasını tehdit olarak görebiliyor. Sonuçta bu bölgenin yapısıyla ilgili. Bahsettiğimiz bölgede demokrasi kavramı çok oturmamış. Suriye’de taraf olan bölgesel güçlere baktığınızda; Suriye hükümeti, İran, Suudi Arabistan, Katar... Bu ülkelerde demokrasi zaten oturmamış. Bu nedenle bu ülkeler böyle eşitlikçi bir sistemi kendileri için tehdit olarak görüyor. Bu nedenle iyi karşılamaları beklenemez.  Bölgede bu saydığım ülkelere göre demokrasisi en ilerde olan Türkiye bile 900 km’lik güney sınırında, kendisine dost elini birçok kez uzatan Rojava Kürtleri yerine silahlı, radikal grupları tercih edebiliyor!

Peki demokrasiden çokça söz eden Batı’nın tutumuna ne diyorsunuz?

Evet, tabii ki demokrasiyi ve insan haklarını savunan Batı’dan, Amerika’dan Rojava’ya destek gelmesi beklenirdi. Ama onlar da Kürtlerin güç olmasını istemiyor ve olaylara kendi çıkarları temelinde bakıyorlar. Ayrıca Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve diğer Arap ülkelerini rahatsız etmek istemiyorlar. Bu yüzden de kendileriyle iyi ilişki kurmak isteyen, laik ve radikal gruplara karşı iyi bir alternatif sunan Kürtlere destek sunmuyorlar. Amerika’nın başını çektiği Batı, Kürtleri etkili bir muhalif güç olarak değil de, en fazla Suriye Ulusal Koalisyonu içinde etkisiz bir yapı olarak görmek istiyor. Bu nedenle de şu an için Kürtlerin Rojava’da oluşturduğu yapıyı desteklemiyorlar ama bu durum ilerde elbette ki değişebilir.

Sonuçta Kürtler demokratik bir sistemin adımını attılar Rojava’da. Peki ‘bu yeni durum baskıdan bunalmış Ortadoğu halkları için bir umut olabilir’ dersek çok mu iddialı olur sizce?
Aslında olmaz. Sonuçta bir emek harcanıyor, insanlar bedel ödüyor. İnandıkları şeyi pratiğe dönüştürüyorlar. Her ne kadar bu demokratik sistemin uygulanmasının önüne engeller konuluyorsa da bunun hayata geçeceğini düşünmek hayalcilik olmaz.  Sonuçta Kürtlerin bu ideallerinde samimi oldukları ortaya çıktı. Halkın bu kadar iç içe yaşadığı bu coğrafyada bir umut olmaması için bir neden yok. Ama bunun bölge halklarına umut olabilmesi için sağlam temellere inşa edilmesi lazım. Bu da tabi demokrasi isteyen, ilerici güçlerin sahiplenmesiyle mümkün. Buradaki yapıya destek olmak, buradaki yapıyı tehditlerden koruma çabasına girmek mümkün. Eğer Rojava’daki yapı yaşayabilirse, bütün çevre ülkelerde yaşayan halklar için bir umut, bir model olması hiç de ütopik değil. Ama dediğim gibi bunun için de Rojava’ya dönük saldırıların engellenmesi, buraya dönük ablukanın kırılması, yaşam şartlarının normale dönmesi de gerekli. Bu konularda çevre ülkelerdeki demokrasi isteyen, ilerici güçler, barışı, insan haklarını savunan güçler mutlaka etkin rol almalı.

Batı Kürdistan Halk Meclisi (MGRK) ve Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) arasında gerçekleşen görüşmeleri yakından izlediniz. Tarflarla da birçok kere görüştünüz. Nasıl bir tablo çıktı ortaya bu görüşmelerden? Cenevre’ye birlikte katılma konusunda varılan mutabakatın yansımaları neler olacak?
Ortaya çıkan tablo şu; Bu görüşmeler PKK ve KDP’nin girişimleriyle oldu. Kürtlerin en güçlü bu iki yapısı arasındaki üst düzey görüşmeler neticesinde gerçekleşti. Özellikle Cenevre Konferansı öncesinde, Kürtlerin taleplerinin uluslararası arenada daha güçlü dillendirilmesi için bir güç birliğinin, bir tek sesliliğin gerekliliği konusunda mutabakat sağlandı. Bunun bir yansıması olarak MGRK ve ENKS, Erbil’de Federal Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Barzani’nin ev sahipliğinde. Leyla Zana ve Osman Baydemir’in de arabuluculuğuyla gerçekleşen bu görüşmeler 6-7 gün sürdü. Bu görüşmeden sizin bahsettiğiniz karar çıktı. Kürtlerin Cenevre’ye ortak bir komisyonla gitmesi konusunda mutabakat sağlandı. Fakat bu kararın bir de ‘eğer’ kısmı var. ‘Eğer Cenevre Toplantısı’nı düzenleyen güçler bunu kabul ederse.’ Şimdi bu böyle olduğu zaman bu biraz zayıf bir ifade oluyor.

Nasıl bir Cenevre istiyor bu güçler?
Cenevre toplantısını düzenleyen güçler şu fikirde; Toplantıda Suriye’den sadece iki taraf olacak. Hükümet ve Muhalefet. Muhalefet dedikleri; Amerika’nın başını çektiği Batı’nın, Türkiye’nin, Katar’ın, Körfez sermayesinin desteklediği Ahmed Jarba’nın başkanı olduğu Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDGUK). Bu yapılanma zaten başlı başına hastalıklı, kendi iç çatışmalarıyla boğuşan bir yapılanma. Ama Suriye’de muhalefet bu değil. Mesela, PYD’nin de yer aldığı ve Salih Müslim’in genel başkan yardımcısı olduğu, Suriye Ulusal Koordinasyon Komitesi (NCB) diye bir yapı var. Bu daha çok solcu, sosyalist, demokrat, ilerici olarak bilinen, Kürtlerden sadece PYD’nin yer aldığı bir yapı. Yani Suriye’de Muhalefet denen şey tek yapılı değil. Suriye’de bazı çevreler de NCB’yi muhalefetin gerçek temsilcisi olarak görüyor. Onlara göre SMDGUK Suriye’deki halkların değil, dış güçlerin temsilcisi. SMDGUK ise NCB’yi rejim yanlısı olmakla itham ediyor.

Böylesi bir durumda kim temsil edecek Suriye’yi? Tüm muhalif grupların temsilcilerinin yer alacağı bir heyet mi ya da SMDGUK’un belirleyeceği isimler mi? Bu tam belli değil. Bir yanda da silahlı gruplar var.

Evet, bir sürü silahlı grup var. Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe, el Kaide’ye bağlı gruplar... Onlar da zaten kabul etmiyor SMDGUK’yi.

Ne olacak peki bu durumda?
Muhalefeti kimin temsil edeceği belli değil. Kaldı ki NCB Çarşamba günü yaptığı açıklamada konferans düzenleyicilerini ve SMDGUK’yi eleştirerek Cenevre’ye katılmayacağını duyurdu. Bu durumda Kürtler için tek seçenek muhalefetin bir parçası olarak Cenevre’ye katılmak. PYD’nin de içinde yer aldığı NCB, izlenen yöntemden dolayı konferansı boykot edeceği için MGRK Cenevre’de temsil edilmeyecek. Geriye kalan seçenek ise SMDGUK içinde yer alacak ENKS üyeleri ve Abdulbasit Seyda gibilerin Kürtler adına orda olmaları ki PYD buna karşı olduğunu belirtiyor. Batı diyor ki; muhalefeti SMDGUK temsil edecek. Öbürleri de diyor ki; SMDGUK nasıl temsil edecek muhalefeti? Bir; NCB bu koalisyonun içinde değil. Yani Suriye içindeki muhalefet yer almıyor koalisyonun içinde İki; Savaşan güçler, yani el Kaide’den tutun İslami Cephe’ye kadar olan silahlı gruplar diyor ki; SMDGUK bizi temsil etmiyor. Yani SMDGUK’nin temsil gücü çok çok sınırlı. İç destekten yoksun, sadece dışardan destekle yaşayan bir yapı gibi. Eğer SMDGUK hafta sonu İstanbul’daki toplantısında Cenevre’ye katılma kararı alırsa ki bence istemeden de olsa Batı baskısından dolayı alacak. ENKS de onların bir parçası olarak konferansta yer alacak. (Röportaj bahsiş geçen İstanbul toplantısından önce yapıldı. Toplantı sonuncunda SMDGUK, konferansa katılma kararı aldı.)

Bu Cenevre’de adil bir temsiliyet olmayacağına işaret...
Bana göre olması gereken Suriye’deki en büyük etnik azınlık ve en örgütlü siyasal, toplumsal ve askeri muhalefet gücü olarak Kürtlerin Cenevre’de mutlaka bağımsız olarak yer almalarıdır. Eğer Kürtlerin sorunları konferansın ana gündem maddelerinden biri değilse ve kendileri de konuşma hakkına sahip olmayacaklarsa katılmamaları daha doğru olur. Öte yandan, alternatif bir seçenek olarak ENKS ve MGRK acilen bir araya gelip, konferans ile ilgili ortak bir karar almalı. Kürt halkının kendi yönetimine sahip olması, ayrı bir dil, ayrı bir halk olarak Anayasa’da kabul edilmesi gibi konularda ortak bir tutum oluşturulmalı. Ama konferansın ilan edilen tarihte yani 22 Ocak’ta yapılamama olasılığı da göz önünde bulundurulmalı. Böylesi bir erteleme Kürtler için de kendilerini daha iyi hazırlamaları açısından daha fazla olanak sağlayabilir.
 
Cenevre’ye kimin katılacağına ilişkin tartışma Suriye içindeki güçlerle de sınırlı değil. Örneğin Amerika, İran’ın katılımına ilişkin tereddütlerini açıklıyor...
Evet, orada da bir belirsizlik var. Rusya ve Esad İran’ın katılmasını istiyor. İran’ın bir bölge gücü olduğunu ve bu nedenle katılmasını istiyor. İran da ön şart kabul etmeyeceğini söylüyor. Tabi şu andaki görüş İran’ın katılmaması yönünde. Ama son dönemde Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda; Amerika’nın bu direnişinden vazgeçmesi muhtemel. Ama bölgeyi yakından tanıyan birçok insan İran olmadan bu işin olmayacağını düşünüyor. Öte taraftan İran’ın katılmasına Batı’dan ciddi bir muhalefet var.

‘Tamam Kürtler Cenevre’ye ayrı bir güç olarak katılsın’ dendiğini varsayalım. Kürtler tek bir grup olarak katılabilecek olgunluğa eriştirdi mi aralarındaki tartışmayı sizce?

Bence evet. Zaten son toplantı bunu gösteriyor. Kürtler 2. Lozan tehlikesini ciddi biçimde gördüler. Özellikle Türkiye’deki Kürt hareketinin ve özellikle de BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’ın bu durumu dillendirmesi birçok Kürt çevresi tarafından dikkatle izlendi. Suriye Kürtleri Ulusal Meclisi (ENKS) başkanı Tahir Sifuk da söyledi; ‘Biz 2. Lozan tehlikesini görüyoruz ve bunu kabul etmeyeceğiz’ dedi. Önce PKK ve KDP’nin daha sonra da MGRK ve ENKS’nin bir araya gelmesi, her ne kadar aralarında ciddi sorunlar da olsa böylesi önemli platformlarda ortak bir tutum geliştirmeleri gerektiğinin bilincine eriştikleri kanaatindeyim.

Peki Cenevre 2 tüm bunlara rağmen toplanabilirse bir çözüm sunacak mı Suriye için?
Konferansın yapılması durumunda en iyi ihtimalle sadece çözüme yönelik bir adım olacak. Çözüm daha çok uzun zaman gerektirecek. Çok zahmetli bir yolun başlangıcı olabilir ancak Cenevre. Suriye’de aşılacak daha çok yol var.

Sizinle geçtiğimiz aylarda yaptığımız görüşmede, ‘Büyük güçler Suriye’de çözüm istemiyor. Çatışmalı durumun devamından rahatsız değiller’ demiştiniz. Hâlâ aynı noktada mısınız?
Evet, aslında büyük oranda hâlâ o noktadayım. Ama tabi Ortadoğu malumunuz yarını bile kestirmenin çok güç olduğu bir bölge. O görüşmemiz eylülde gerçekleşmişti ve o günden bu yana bölgede çok ciddi gelişmeler de oldu. Örneğin Amerika’yla İran arasındaki ilişkiler, Amerika’nın istediği şekilde değişti. İran nükleer programında tavizler verdi. Benim görüşüm; Amerika, Suriye’de asıl olarak İran’ı yıpratmak için uğraşıyor hem siyaseten hem de ekonomik olarak. İran’ın bu manevrası da Suriye’de düştüğü güç durumla ilgili bence. İran’la ilişkiler farklı bir zemine oturdu. İkinci olarak, el Kaide merkezli radikal İslam’ın gücü çok çok arttı Suriye’de. Irak’a da yansıdı bu güçlenme. Irak’ta merkezi hükümetle el Kaide çatışıyor. Suriye’de Til Abyad, Afrin taraflarında da radikallerin gücü arttı. Artık bu durumu da bir ayar verme gerekliliği ortaya çıktı. Bunlar düşünüldüğünde durum Eylülden biraz farklı. Ama bu farklılıklara rağmen, büyük güçlerin ‘tamam bu iş çözülsün, artık bitsin’ dediğini düşünmüyorum. Cenevre’ye ilişkin tutumları da büyük güçler açısından ‘bu işin çözülme zamanının henüz gelmediğini gösteriyor. Bakın işte Kürtler gibi, on yıllardır rejimin her türlü baskısına maruz kalmış, Suriye’nin en büyük etnik azınlığının kongrede kendisini ifade etmesine bile izin verilmemesi gösteriyor ki Amerika ve Batı, Suriye’de çözüme hazır değil.   

El Kaide’ye bağlı grupların bir birine girmesi, yeni ittifaklar, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Nusra, İslami Cephe arasında çatışmalar... Suriye’yi aşıp, Irak’a sıçrayan çatışmalar... İşler çok karışmış gibi görünüyor. O cenahın bir fotoğrafını çekmenizi istesek neler söylersiniz?
Valla o fotoğrafı çekmek çok zor. Dediğiniz gibi her şey o kadar karıştı ki. Bakın Suriye İnsan Hakları Örgütü’nün geçtiği rapora göre son günlerde hem ÖSO’dan hem radikal gruplardan 700 insan öldürüldü. Bu bile durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Şu anda Nusra ve IŞİD’in varlığı var. Özellikle IŞİD gücünü çok arttırdı. El Kaide’nin ‘Nusra bizim temsilcimiz’ diye bir açıklaması oldu. Nusra daha çok Suriyelilerin oluşturduğu, IŞİD ise yabancı kökenlilerin oluşturduğu bir yapı. Bunlar Rojava’ya yönelik en çok tehdit oluşturan yapılar. Irak’ta da yine bunlar var. Ambar’da, Musul bölgesinde de var olmaya çalışıyorlar. Öte yandan İslami Cephe diye Özgür Suriye Ordusu’ndan kopan bir yapı var. Yani ÖSO şu anda ismen kalmış durumda. Diğerleri de birçok yapıya bölünmüş halde. Bir çok grup, Nusra, IŞİD ve İslami Cephe’ye dahil oldu. Ama şu anda en güçlü yapı IŞİD. Bunların hem maddi sorunu yok hem de sürekli militan akını var bunlara. Bu yapıların varlığı artık öyle tehlikeli boyutlara ulaştı ki batı kamuoyunu da rahatsız ediyor. Yakın zamanda bu radikallere yönelik bir operasyon gündeme gelebilir.

Bu gruplar dışarıdan hâlâ ciddi destek de görüyorlar tabi...

Tabi bunlar Körfez sermayesinden destek alıyorlar. Türkiye de bu gruplara destek oluyor. En son Türkiye’de gündeme gelen TIR olayı da biliniyor.
 

ÖNCEKİ HABER

Çocukları var mıymış?

SONRAKİ HABER

Ataması yapılmayan öğretmenler Başbakandan kadro istedi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...