20 Ekim 2015 00:53

Barış Meclisi Sekretarya Üyesi Necmiye Alpay: ‘Barış açısı’nı savunmalıyız

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Türkiye Barış Meclisi Sekretarya Üyesi, Yazar Necmiye Alpay ile Hakan Tahmaz’ın birlikte hazırladıkları ‘Barış Açışını Savunmak’ adlı kitabı Necmiye Alpay’la konuştuk. Biz röportaja son şeklini verdiğimiz sırada Ankara’daki katliam meydana geldi. Alpay’ın, “Tam da biz kitabı konuşurken, barış açısını savunmak üzere Ankara’da toplanmakta olan insanlara kıyan bir saldırı oldu. Barış/çözüm sürecine son vermenin ne anlama geldiği gözler önüne serildi” ifadesi ise barış açısının neden savunulması gerektiğini ortaya koyuyor. Alpay sorularımızı yanıtladı.

Öncelikle kitabınızın adından başlayalım. “Barış Açısını Savunmak” adı nasıl ortaya çıktı?
Biz Çözüme Doğru Konferansını 2015’in şubat ayında yapmıştık  Barış Meclisinin gelenekselleşen bir çalışması var, yıllık raporlar hazırlıyor. Bu sene raporun yanı sıra bir de konferans düzenledik, Çözüm sürecinde ne oldu, ne olacak, hangi alanlar var dikkat edilmesi ve çalışılması gereken, bunları ortaya koymak için. Konferansın adı Çözüme Doğru’ydu ve biz bu çalışmaları aynı adla kitaplaştırmayı düşünüyorduk. Fakat kısa süre sonra, bildiğiniz olaylar oldu. 7 Haziran seçimlerinden önce, burada geminin kaptanı diyeceğim, rotasını tam ters yöne çevirmeye başladı. Suruç olayından sonra ise artık her şey ortadaydı. Anlaşıldı ki bir IŞİD militanı yapmıştır o saldırıyı. Ama kimin güdümünde yapmıştır? Suruç’tan sonra kuşkulu polis öldürme olayları oldu. Böylelikle bir sürü şey kışkırtıcı rol oynadı ve savaş mantığı tekrar yürürlüğe sokuldu. Gidişat artık pek çözüme doğru gibi gözükmüyordu. Önce kitaba ‘Çözüm(süzlüğ)e Doğru’ mu desek diye düşündük. Benim Sunuş yazısında andığım “Barış açısını savunmak” sözü vardı, Kıbrıslı barış savunucusu Şair Neşe Yaşın’a ait bir söz. Metis Yayınevi kitabın adı için en uygun başlık olarak onu düşündü. Maalesef “Çözüme Doğru” diyemedik. Ama “barış açısını savunmak”, değişmez bir başlıktır.
İlginçtir, bu yaptığımız söyleşinin yazgısı da Barış Açısını Savunmak kitabımızın yazgısına benzedi. Biz söyleşiyle meşgulken, Ankara Katliamı oldu. Tam da barış açısını savunmak üzere Ankara’da toplanmakta olan insanlara kıyan bir saldırı oldu. Barış/çözüm sürecine son vermenin ne anlama geldiği gözler önüne serildi. Barışçıları kalbimize gömüyoruz. Bütün ailelerin acısını paylaşıyoruz.

Konferansta Kürt sorununun nedenlerine ve çözümüne dair sunumlar oldu. Sizin sunuş yazınızda belirttiğiniz, ‘sessiz duvar’, ‘sağır oda’ ifadeleri ülkenin özellikle batı yakasındaki durumu ortaya koyan ifadeler. Barış açısı nasıl yakalanır? Bunu biraz açar mısınız?
 Bu aslında en can alıcı nokta. Barış mücadelesinin en zor ve en zorunlu tarafı. Batıdan bakıyorsanız, çoğu insan gündelik hayatında ancak bir yakını, tanıdığı ‘şehit’ olur da cenazesi gelirse irkiliyor. Onun dışında en kolay yol suçlamak. Çünkü televizyonları açıp izlediğinizde, Kürt sorunuyla ilgili ‘şehit’ haberlerini işittiğinizde, yanında formülü de veriliyor: “Teröristlerin saldırısı sonucu” vs. Oysa askeri termolojide PKK türü örgütlere gerilla deniyor. PKK yer yer teröre başvurmuş olsa da, esas çizgisi terörizm değil, gerilla mücadelesidir. Siyasi iktidar ile onun baskısı altındaki ana akım medya “terörist” sıfatından, silahlı olmayanlara bile “hainler, bölücüler” diyen bir düşmanlık dilinden vazgeçmiyor. Odamızı ses geçirmez hale getiren nedenlerin başında bu dil var. Devlet terörünü gizlemeye yarayan ve Kürtlerde çok tepki uyandıran bir dil bu. Psikolojik etkisi de çok yüksek.   

ÇÖZÜM SÜRECİNİ ERDOĞAN KESTİ

Peki neden çözüme doğru gidilmedi ve silahlar yine devreye girdi?
Ben baş aktörün Recep Tayyip Erdoğan olduğu görüşüne katılıyorum. Sürecin başlamasında da baş aktör oydu. Güçlü bir karizma, müthiş hırslı bir insan, örgütleme becerisi var. Adım adım yükseldi. Ama o hırs bir gözü doymazlık içeriyor. Çözüm sürecinin kesintiye uğramasındaki bir numaralı faktör de bu hırs. Haddini aşan zıddına düşer demiş atalar.
Fakat biraz daha geniş bakarsak, kişiden öteye; baştan itibaren gerek Kürt silahlı hareketinde gerekse devlette politika iki kanaldan yürümüştür. Diyelim Kürt hareketi, bir yandan kendi temel haklarını talep ederken, bunun barışçıl yoldan, seçim yoluyla, parti kurarak, yasal çerçevede gerçekleşmesini istemiştir. Öbür kanal ise silahlı mücadele. Yasal yollar kapalı olduğunda silaha başvurmuştur. Bir çeşit A planı ve B planı. Devlet için de böyle. Ancak, onun bakışı şu açıdan çok farklı: Devlet Kürtlerin varlığını mümkün olduğu kadar küçültmek istiyor, tanınacak hakları mümkün olduğu kadar azaltmak vb. ‘Güvenlikçi’ politika... Kendisi güvenlik politikası diyor, ama halk için, güvensizlik söz konusu. Şu anki iktidarın A planı, gelsinler seçime katılsınlar, birkaç oy alıp gitsinler, barajı aşmasınlar şeklinde. Yetmediği yerde yasa dışı şeyler de yaparız. Çeteler, özel harekatlar vb. Bu konuda Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum” kitabı dikkatimizden kaçmamalı. Bu da devlete olan güveni sıfıra indiriyor, insanların yazılı hak ve hukuk ihtiyacını keskinleştiriyor.
Devlet bir noktada çözüm sürecine mecburdu, belki iktidarda AKP olmayıp başka bir parti olsaydı yine mecbur olacaklardı.Başka ülkelerde de gördüğümüz gibi, bir noktada egemen devlet mecbur oluyor bir süreç başlatmaya. Dolayısıyla başlattılar. Recep Tayyip Erdoğan’ın aslında çok gitgelli bir yapısı var. Seçimlerden sonra kendi adamları da söyledi: O noktada  bütün sigortaları attı. Hangi noktada, oylar tek başına iktidar olmaya bile yetmediği zaman. Böyle olacağını anketler göstermeye başladığında RTE de yeniden “Kürt sorunu yoktur” demeye başlamıştı, “Çözüme Doğru” konferansından hemen sonra.

HDP GÜÇLENDİRİLMELİ

Bugün yaşadıklarımızın yaşanmaması için ya da bu kadar vahim bir noktaya gelinmemesi için ne olması gerekiyordu?
Hukukun gerekleri yerine getirilmeliydi. Mesela, denetim işlevini görecek, güvenilir, herkesin güvendiği bir gözlemci heyet. Bir ara söz vermişlerdi, Beşir Atalay’ın açıklaması vardır, bir izleme heyeti olacak diye. Karşılıklı vaatler yerine getirilmeliydi. Dolmabahçe Mutabakatı’nda somut, elle tutulacak bir şey yok, ama başka açıdan bakarsanız, bir çerçeve çiziyor. Ona uyulması çok önemliydi. Oysa geri geri gitti. Yani iktidarın polisine verdiği sınırsız yetkiler, güvensizlik yaratan uygulamaları, basın üzerindeki baskılar, bunlar olmamalıydı. Kürt silahlı örgütü ise, bilemiyorum neyi ne kadar kontrol edebiliyorlar, sonuç olarak savaş mantığına paçayı kaptırabiliyorlar, belki bir güç gösterisinde bulunma ihtiyacı hissedebiliyorlar. HDP veyahut Barış Bloku başka türlü bakıyor. Barışın gerekleri açısından bakıyor. Kişisel olarak, siyasi planda barışın tek şansının HDP’yi güçlendirmek olduğu fikrindeyim.
 
Kürt sorununda yeniden ‘güvenlik’ politikası devrede. Bu ne anlama geliyor?
Çözüme Doğru Konferansı’nın ve Barış Açısını Savunmak kitabının anahtar meselelerinden biri de budur. Konuyu Evren Balta ve Turgut Tarhanlı çok yetkin bir şekilde anlattılar. “Özgürlük-güvenlik dengesi”nden ne anlamak lazım? Buradaki “denge” sözcüğünde yanıltıcı bir yan var. Cumhurbaşkanı RTE, Brüksel’de de kullandı, “güvenlik demokrasi haklar dengesi”. Bu aslında soğuk savaş döneminden beri devletlerin her fırsatta sarıldıkları son derece demagojik bir formül. Bu tür bir denge kavramında her an işin “güvenlik” kısmına ağırlık verebiliyorsunuz. Çünkü güç sizin elinizde, neyin güvenlik için gerekli olduğuna siz karar veriyorsunuz. Kim olarak? Devlet olarak. Karşınızda kendini savunan halk karar vermiyor. O da, kendi gücünü göstermeye çalışıyor.

KARDEŞLİK SÖYLEMİ HUKUKİ BİR SÖYLEM DEĞİL

Ülkenin batısında Kürtlere söylenen kardeşlik söylemine karşı, Kürtler eşit vatandaşlık talebini daha çok dillendiriyorlar. Çatışma haline tekrar dönülmesi, Fırat’ın batısı ile doğusu arasında nasıl bir duyguya ya da kırılmalara neden olur?
Kardeşlik söylemi hukuki bir söylem değil. Sağır odanın devamına hizmet eden bir kavram. Oralardan çıkıp hukuk toplumu olmamız bundan kurtulmamızı gerektiriyor. Çok geniş bir kesim hukuki anlamıyla barış istiyor. Hukuki demek, haklar demek.

Çözüm sürecinde sizin ifadenizle tekrar savaş mantığına dönülmesi 1 Kasım seçimlerine yansıması nasıl olur? Buna dair öngörünüz nedir?
Baskılar ve savaş politikaları nedeniyle AKP’nin oyları bence düşmeye devam edecektir. Bundan hiç kuşkum yok. CHP’nin oyları daha barışçı bir politika yürüttüğü oranda artacaktır. HDP’ye gelince, 7 Haziran’da HDP’ye oy verme nedenlerinin 1 Kasım seçimlerinde de geçerli olduğunu düşünüyorum.

KİTABIN GELİRİ BARIŞ VAKFINA

Kitabın gelirleri Barış Vakfı’na gidecek. Buna dair neler söylemek istersiniz?
Kitabın sunuşunda da açıkladığım üzere Barış Meclisi zaten bağışlarla ve gönüllü katkılarla çalışan bir girişim. Epeydir meclisimize daha esaslı, kurumsal bir yapı kazandırma fikri vardı. Geçtiğimiz aylarda arkadaşlar bir Barış Vakfı kurmak üzere harekete geçtiler. Epey yol alındı, bir yer bulundu vb. Zannediyorum gerekli ilk bakanlık izni de çıktı. Sonra bir mahkeme kararı gerekiyormuş. Bu süreçler yürüyor, kitabın geliri de bu çalışmalara ayrılacak. Dolayısıyla, Barış Açısını Savunmak, hem Barış Vakfına gelir, hem de hepimize bir başvuru kaynağı sağlamış olacak. İlginiz ve barışçı yayınlarınız için Evrensel gazetesine çok teşekkür ederiz.

ÖNCEKİ HABER

Başıbüyük'teki HDP temsilciliğine silahlı saldırı

SONRAKİ HABER

PKK barış için adım attı, şimdi sıra hükümette

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...