24 Aralık 2014 00:56

‘Kapitalizmden daha kötüsü de gelebilir’

Cizire Kantonu’nda on gün geçiren Antropolog, Aktivist David Graeber, söyleşinin ikinci bölümünde 50 yıl sonraya Rojava üzerinden bakıyor: “Kapitalizmin ardından gelebileceklerin daha iyisi üzerine düşünmekle mesulüz.”

Paylaş

Pınar ÖĞÜNÇ

London School of Economics’te Profesör, Antropolog, Aktivist, Anarşist. David Graeber, 8 Ekim’de The Guardian gazetesine “Dünya Suriye’deki devrimci Kürtleri neden görmezden geliyor?” başlıklı bir yazı yazmış, IŞİD’e karşı verilen mücadelenin yanında Rojava’nın üç kantonundaki “tarihe geçecek demokratik deneye” dikkat çekmek istemişti. Graeber, aralık ayının başında ABD’den ve Avrupa’dan mevzuyla ilgili akademisyen ve öğrencilerden oluşan sekiz kişilik bir grupla Cizire Kantonu’nda on gün geçirdi, her şeyi yerinde gördü.
Dün başlayan söyleşimizde Graeber, Rojava’da yaşananın gerçekten devrim olduğuna dair tereddütlerin politik ve toplumsal gerekçelerine değiniyordu. “Kürdistan’da da insanların Judith Butler okuyabileceği akıllarına gelmiyor” diyerek bir tür oryantalizmden yakınıyordu. Diğer yandan egemen güçlerin artık asla hakiki devrimler olamayacağı ideolojisine zımni biçimde kendini kaptıran sola değiniyordu. Üç kantonda hayata geçirilmeye çalışılan modele dair eleştirilere cevap verdi ve şöyle bitirdi: “Gerçekten eşitlikçi ve demokratik bir toplumun olabilirliğini kanıtlarlarsa, bu deney halkların insanlığın kapasitesine dair fikrini dönüştürecek.”
Söyleşinin ikinci bölümünde biraz daha reel politikaya baktık, kapitalizmin istikbalinden konuştuk.


Bir tarafta hem kapitalizm hem bağımsızlık konularında ideolojik olarak başka bir yerde duran Irak Kürdistanı var. Rojava’da size umut verdiğini söylediğiniz, bambaşka bir modelden konuşuyoruz. Türkiye’deyse Kürtler hükümetle bir barış süreci yürütmeye çalışıyor. Siz kişisel olarak Kürdistanlıların geleceğini kısa ve uzun vadede nasıl görüyorsunuz?
Kim bilebilir... Şu an da durum devrimci güçler açısından beklenmeyecek derecede iyi görünüyor. Ağustosta Erbil ve başka kentlerin IŞİD saldırısından kurtarılması için PKK’nin yaptığı etkili müdahale sonrasında, Irak’taki Kürt Bölgesel Yönetimi Rojava sınırına kazdığı dev hendeklerden bile vazgeçti. Kürdistan Ulusal Kongresinden görüştüğüm bir kişi bunun yirmi yılda becerilemeyecek, çok büyük bir bilinç yükselmesine neden olduğunu söyledi. Gençler özellikle bölgedeki Peşmerge ortadan yok olurken PKK’li kadınların orada bulunmasından çok etkilenmişler. Ama tabii Kürt Bölgesel Yönetimi bölgesinde böylesi bir devrimin yakında gerçekleşebileceğini hayal etmek zor. Buna uluslararası güçler de müsaade etmez zaten.

Peki sizin bir cevabınız var mı: IŞİD Kobane’yi niye bu kadar çok istiyor?
Tabii kaybediyor görünmek istemeyeceklerdir. Taraftar bulma stratejileri esasen durdurulamaz bir canavar oldukları fikrine dayanıyor; daimi zaferleri de Allah’ın takdirini temsil iddialarının da kanıtı olacaktır onlara göre. Hele bir grup feminist tarafından yenilgiye uğramak aşağılanmanın zirvesi olur. Kobane’de savaştıkları müddetçe, medyanın iddialarını çürütebilecekler, hakikaten ilerlediklerini de iddia edebilecekler. Aksini kim ispat edebilir? Çekilmek yenilgiyi kabul etmek olur.

Tayyip Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin Ortadoğu’da, Suriye’de ne yapmak istediğine dair sizin net bir cevabınız var mı?
Sadece tahminde bulunabilirim. Suriye’de tek tek Kürt ve Esad karşıtı bir politikadan tamamen Kürt karşıtı bir stratejiye geçmiş görünüyor. PKK çizgisinde, radikal demokrasiden ilham alan her teşebbüse saldırmak için sözde dindar faşistlerle defalarca ittifak yapmak istedi. Çok açık ki bizatihi IŞİD gibi, Erdoğan da Rojava’da hayata geçirilen yönetim modelini, muhtemelen bu hat üzerinde sağcı İslamcılığa tek gerçek alternatif ihtimali, ideolojik bir tehdit olarak görüyor. Bu yüzden de kökünü kazımak için her şeyi yapacaktır.  

Şu anda Türkiye’de demokratik özerlik müzakere masasında çok net olarak durmuyorsa da, Kürt Siyasal Hareketi özellikle toplumsal düzeyde birtakım çalışmalar yürütüyor, ekonomik anlamda olası modeller ve işlerlikleri tartışılıyor. Ekonomi başlığından gidelim. Sınıfsal olarak ve kapitalizmin seviyesi bakımından Rojava ile Türkiye Kürdistanı’nı karşılaştırırsak, antikapitalist ya da tarif ettikleri şekliyle kapitalizmin minimize edildiği bir düzen için mücadelede ikisi arasında nasıl farklar var? Ya da ne olacağını öngörüyorsunuz?
İki ülkede de Kürtlerin mücadelesinin bariz biçimde antikapitalist olduğunu düşünüyorum. Bu başlangıç noktaları. Bir tür formül ortaya çıkarmayı başarmışlar: Devletten kurtulamadan kapitalizmden kurtulamazsın, patriyarkadan kurtulamadan da devletten kurtulamazsın. Yine de sınıfsal anlamda Rojavalıların işleri daha kolaydı çünkü ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı böyle bir bölgenin gerçek burjuvazisi Baas rejimiyle birlikte düşüşe geçmişti. Kalkınmacı teknokrat sınıfın gücü ele geçirmemesini sağlamak için eğitim meselesine yoğunlaşmazlarsa uzun vadede sorun yaşayabilirler. Fakat bu süreçte toplumsal cinsiyet konularına daha aciliyetle yoğunlaşmaları çok anlaşılır geliyor. Türkiye’yi o kadar iyi bilmiyorum ama birçok meselenin Rojava’dan çok daha karmaşık olduğunu da sezebiliyorum.

Daha ekim ayında heyecanlı bir yazı yazmıştınız, gidip görmek bunu daha da artırmış. Bazen Rojava konusunda fazla iyimser, aşırı heyecanlı olmakla eleştiriliyorsunuz. Öyle misiniz ya da böyle diyenlerin görmedikleri ne?
Mizacen zaten iyimser biriyimdir, hep iyi bir vaadi olan durumları kollayıp çıkarmaya çalışırım. Sonuçta bu modelin başarılı olacağına, tökezlemeyeceğine dair bir garanti olduğunu sanmıyorum. Fakat herkes daha baştan devrimlerin imkansızlığından konuşmaya başlarsa, aktif destek vermekten kaçınırsa, hatta birçoklarının yaptığı gibi tersine tüm enerjilerini saldırmaya, Rojavalıların yalnızlaştırılmasına adarlarsa başarılı da olamayacaktır. Bazılarının göremediği, benim farkında olduğum bir şey varsa o da tarihin sona ermediği hakikati. Kapitalistler son 30-40 yılda insanları var olanın, kapitalizmin de değil, kapitalizmin bugün hasbelkader içinde yaşadığımız olağanüstü bir hale gelmiş, finansallaşmış, yarı feodal biçiminin yegane ekonomik sistem olduğuna ikna etmek için muazzam bir enerji harcadı. Buna aslında işleyen küresel bir kapitalist sistem yaratmak için sarf ettiklerinden daha fazla çaba gösterdiler. Sonuç olarak kimsenin başka bir şey tahayyül etme kabiliyeti kalmadığı noktada da sistem her tarafımızda çökmeye başladı. Bence şu aşikar ki 50 sene içinde, bildiğimiz kapitalizm formları, muhtemelen tüm formları bitmiş gitmiş olacak, yerine başka bir şey gelecek. Bu illa ki daha iyisi olmak zorunda değil. Kapitalizmden daha kötüsü de gelebilir. Bana öyle geliyor ki tam da bu yüzden entelektüeller ya da sadece düşünen canlılar olarak ardından gelebileceklerin daha iyisi üzerine düşünmekle mesulüz. Ve eğer gerçekten daha iyisini yaratmayı deneyen insanlar varsa, onlara yardım etmek de mesuliyetimizdir.

'BİZ ÖZGÜRÜZ SİZ DEĞİLSİNİZ'

Cizire’de geçirdiğiniz on günü en çok nasıl bir sahneyle hatırlayacaksınız?
Çarpıcı fikirler de, görüntüler de o kadar çok ki... İnsanların görünüşleriyle söyledikleri arasındaki ilgisizlik diyeyim, çok hoşuma gitti. Örneğin birine rastlıyorsunuz, doktor, haşin ifadesiyle, deri ceketiyle biraz ürkütücü Suriyeli militarist bir havası var. Sonra bir konuşmaya başlıyorsunuz, anlatıyor: “Biz halk sağlığına en iyi yaklaşımın koruyucu hekimlik olduğunu düşünüyoruz. Hastalıkların büyük kısmı stresten kaynaklanıyor. Eğer stresi azaltırsak kalp krizi, diyabet, hatta kanser oranı düşecek. O yüzden nihai hedefimiz kentleri yüzde 70 yeşil alanlarla yeniden inşa etmek.” Bunlar çılgınca, çok parlak planlar. Ama tabii sonra başka bir doktorla konuşuyorsunuz, Türkiye’nin uyguladığı ambargo yüzünden en temel ilaçlara ve teçhizata ulaşamadıklarını anlatıyor. Sınır dışına kaçıramadıkları bütün diyaliz hastaları ölmüş. Hedefleriyle boğuştukları koşullar arasında uçurum var.  
Bir de şu...  Ağrılıklı olarak bizim tercümanlığımızı yapan, ekonomi bakanının yardımcısı, Amina isimli bir kadındı. Bir ara ambargo yüzünden mağdur durumdaki Rojavalılara daha iyi hediyeler getiremediğimiz için özür diledik. Bize dedi ki: “Sonuçta hediye önemli değil. Biz kimsenin size çıkarıp veremeyeceği bir şeye sahibiz. Biz özgürüz. Siz değilsiniz. Keşke özgürlüğümüzden size de vermenin bir yolu olsaydı.”

-BİTTİ-

ÖNCEKİ HABER

‘Bir fincan sargı beziniz var mı?’

SONRAKİ HABER

EMEP’ten demokrasi cephesi çağrısı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...