14 Haziran 2025 00:09

Futbolun modern başkentinde ‘bir kulüpten fazlası’ olmak

“Mes que un club” yani “Bir kulüpten fazlası”… FC Barcelona pek çok şeyin yanında dünyanın en popüler sloganına sahip kulübü. Bu slogan, Barça’nın bir spor kulübü olmanın ötesinde sahip olduğu ulusal-kültürel anlama, özellikle de Katalanlar için önemine vurgu yapar. Söylendiği dönemde bu çok daha sansürlü şekilde dile getirilse de Franco rejiminin düşüşüyle Katalan ulus inşası retoriğinde daha da önem kazanmış, FC Barcelona’nın bu süreçteki rolünü daha da kuvvetlendirmiştir. Simon Kuper’in The Barcelona Complex kitabında dile getirdiği üzere Katalanlar ulus devlet kuramamıştır belki ama ulus-kulüp kurmuştur.

İşin ilginç tarafı bu sloganı ocak 1968’de ilk kez kullanan ve “Barcelona bir futbol kulübünden fazlasıdır, içimizde ta derinlerde hissettiğimiz bir ruh, her şeyden fazla sevdiğimiz renklerdir” diyen Kulüp Başkanı Narcis de Carreras aynı zamanda bir “Franquista”ydı. Yani Franco rejimiyle bizzat ilişkili, onun onayına sahip bir bürokrat ve politikacıydı. Ve evet, aynı zamanda Katalan milliyetçisiydi ve bu aslında bir çelişkiye ya da olağanüstülüğe işaret etmiyordu. İç Savaş’ın Franco güçlerinin zaferiyle sonuçlanması ve onu takip eden dönemde devam eden devlet terörü ortamına, Katalan kültürüne yönelik baskıya rağmen Katalonya’nın üst sınıfları rejimle kısa sürede kaynaştı. Hatta onlar için komünistlerin, anarşistlerin güçleneceği bir Cumhuriyetçi zafer daha “korkunç” bir sonuç doğurabilirdi: Mallarını, mülklerini, ayrıcalıklarını, servetlerini halka kaptırabilirlerdi! Franco’nun galibiyeti bu tehlikeyi ortadan kaldırdı. Narcis de Carreras gibi üst sınıfa mensup Katalanlar için her şey güllük gülistanlık değildi tabii, “Ta derinlerde hissettikleri ruh”, “Her şeyden fazla sevdikleri renkler” yani Katalan milliyetçiliği hâlâ canlıydı ama sloganlar ne kadar aksini iddia etse de taliydi.

Bu sınıfsal denklemi anlamak, Katalan milliyetçiliğinin zaman zaman FC Barcelona-Real Madrid rekabetini anlatmak için giriştiği indirgemeciliği, siyah/beyaz anlatıyı ayakları üstüne oturtmak için ve Barcelona taraftarlığının yerel dinamiklerini anlamak için elzem.

Camp Nou, 1957’de Real Madrid’in 120 bin kişilik mabedine yanıt verecek bir stadyum olarak hizmete açıldığında FC Barcelona’nın büyüyen popülaritesine ve Barcelona’nın hızla artan nüfusuna da cevap vermeye hazırlanıyordu. İspanya’nın Akdeniz’e ve dünyaya açılan bir numaralı limanı olarak ülkenin her daim en önemli ticari merkezi olan Barcelona, 19. yüzyıldan itibaren sanayileşmede de öncü bir rol üstlenmişti. Bu durum onu İspanya’nın en çetin sınıf mücadelelerinin yaşandığı merkezi ve iç göçün bir numaralı rotası hâline getirdi. Özellikle Endülüslü köylüler, emekçiler akın akın Katalonya’nın ve Barcelona’nın yolunu tutarken buna Latin Amerika da ekleniyordu. 1970 yılına gelindiğinde Katalonya nüfusunun yüzde 37.6’sı Katalonya dışında doğmuştu. 1940-1970 arasında 700 binden fazla Endülüslü bölgeye yerleşmişti. A People’s History of Catalonia’da Michael Eaude’nin belirttiği üzere Katalan milliyetçiliği bu göçü “Rejimin Katalan diline ve kültürüne müdahalesi” olarak nitelendirse de aslında belirleyici olan şey ekonomik gerçeklerdi. Katalonya zengindi, sanayinin ve ticaretin merkeziydi. Güney İspanya ise yoksul kalmıştı. Rejimin bir müdahalesi bu göç sonrası Barcelona’da işçi sınıfı arasında oluşan ulusal ayrımı kaşımak üzerineydi. Çünkü malumunuz, bu ayrımlar ve milliyetçi gerginlik her zaman için işçi sınıfının ortak mücadele etme kabiliyetini zayıflatır ve burjuvaziyi avantajlı hale getirir. Çağın sınıf mücadeleleri notları, ilk dönemlerde bunun proletaryadan çok üst sınıflar üzerinde etkili olduğunu gösteriyor. Fakat Katalonya’da mücadele üst sınıfların istediği şekilde, merkezine milliyetçiliği alarak ilerledikçe tablo değişti ve kimi göçmenlerde İspanyol milliyetçisi, Antikatalan eğilimleri güçlendirdi. 21. yüzyıla gelindiğinde bu müdahale o kadar başarılı olmuştu ki, örneğin Artur Mas dönemindeki “kemer sıkma” önlemleri dahi göçmen kökenli işçilerde sınıfsal karşılıklardan çok İspanyol milliyetçisi hezeyanlar uyandırdı.

Barcelona tarih boyunca dünyanın geri kalanıyla olan ilişkisi sayesinde büyümüş, zenginleşmiş, çekim merkezi haline gelmiştir. Onu kıyıya erişimi olmayan Madrid’den daha önemli kılan özelliklerin başında bu gelir. Hal böyle olunca İsviçreli bir tüccar olan Hans Kamper’in 1899’da kurduğu uluslararasılığa açık kulübün, “özbeöz” Katalanların Espanyol adıyla kurduğu, 1912’den itibaren monarşinin de hamilik yaptığı kulübe göre çok daha popüler olması şaşırtıcı değildir. Yüzyılın ilerleyişi Barça’yı Katalan burjuvazisinin kontrolünde, Katalan üst ve orta sınıflarının sadakati ve maddi desteğiyle serpilen bir kulübe çevirirken Espanyol ise asla resmi olarak Antikatalan bir söylemde bulunmasa da büyük oranda kente Katalonya dışından göçle gelen İspanyol milliyetçisi proleterlerin ya da bağımsızlığı desteklemeyen Katalanların yakınlık duyduğu bir camiaya dönüşmüştür. 20. yüzyılın son dönemecinde FC Barcelona’nın yükselişi kenti, ilk yazıda vurguladığımız şekilde “futbolun modern başkenti” haline getirirken kulübü de daha pahalı bir ticari metaya çevirdi. Bu ivmenin getirdiği, kulübün yerel emekçiler için daha erişilemez hale gelmesi sonucunun henüz Espanyol tarafından değerlendirilebildiğini söylemek ise güç. Espanyol’un Barcelona işçi sınıfından gördüğü ilgi hâlâ 20. yüzyılın göç hareketlerinden kalma milliyetçi reflekslerin mirası.

ABONE OL

Mithat Fabian Sözmen

Futbolun modern başkentinde ‘bir kulüpten fazlası’ olmak
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et