HDP’nin ‘Hazine yardımı'na el konulmasıyla İstanbul'a kayyumun bir farkı var mı?

Fotoğraf: Evrensel
Bugün yeni yılın 3’üncü günü. Ama tartışacağımız konular geçen yılın konuları olmaya devam ediyor. Çünkü olaylar yeni yıla geçtik diye eskisinden koparak ilerlemiyor. Tersine yeni, eski yılda olanların devamı olarak ilerliyor.
Nitekim önceki gün aralık ayı İstanbul enflasyonu açıklandı: Yüzde 2.94!
Bugün de TÜİK’in maniple edilmiş enflasyonu ile halkın yaşadığı enflasyona daha yakın bir ölçü sunan ENAG enflasyonunu öğreneceğiz.
İktidar, “baz etkisi”yle düşecek olan yıllık TÜİK enflasyonunu dayanak yaparak enflasyonun düşmeye başladığı propagandasıyla, yüzde 54.5’lik asgari ücret zammı üstünden “Vatandaşımızı enflasyonu ezdirmiyoruz” propagandasını gürültülü bir kampanyayla başlatsa da memur maaşları ve emeklilere yapılacak zam konusunda asgari ücrete yapılan zamma bile yaklaşılamayacağı kesin! Kaldı ki geçen yıl mart ayında açlık sınırının altında kalan asgari ücretin bu yıl Türk-İş’in hesaplarına göre aralık ayında 8 bin 130 TL olduğu, dolayısıyla ocak sonunda açlık sınırının altında kalacağı anlaşılmaktadır. Bu da asgari ücretlinin daha ilk zamlı ücreti almadan bu ücretin açlık sınırının altında kalacağını göstermektedir.
Öte yandan kamu emekçilerine ve emeklilere yapılacak zammın asgari ücret düzeyine bile varmayacağına dair çok ciddi işaretler ortaya çıktığı dikkate alındığında iktidarın seçim rüşveti mahiyetindeki zamlarla yüzde 200’ü bulan gerçek enflasyonun altıda ezilen emekçileri yedeklemesinin çok zor olduğu da görülmektedir.
HANİ DİYARBAKIR’A KAYYUM ATAYANLAR İSTANBUL’A ATAYAMAZDI?
Bugün ise tartışmayı “geçen yıl”ın son günlerinde, tek adam yönetiminin İBB’ye yönelik operasyonu olarak biçimlenen girişimlerini ele alarak sürdüreceğiz.
14 Aralık 2022 günü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na YSK üyelerine “ahmak” dediği iddiasıyla 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verilirken aynı zamanda “siyaset yasağı” da getirildi. Yetinilmedi, İBB’de “Terörle bağlantılı 1668 kişinin çalıştırıldığı” iddiasıyla İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin bir yıldır sürdürdüğü teftişle ilgili raporun Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği açıklandı. Bununla da yetinilmedi, 30 Aralık 2022 günü ise İçişleri Bakanlığının Belli’nin Fatih tablosunu “pahalıya aldığı” ya da “tablonun sahte olduğu”na dair bir “ön inceleme” başlatıldığı duyuruldu.
Bu gelişmeler üzerine sürdürülen tartışma iktidarın amacının “İBB’ye kayyum atama” olduğuna, hatta iktidarın 13 Ocak’tan sonra bu uygulamayı sahneye koymak için harekete geçeceğine kadar vardı.
Tabii tartışmalar içinde İBB’ye kayyum atanmasının önlenmesinin şartı da konuşuldu: İktidarın kayyum atamasına karşı “sandığı bekleme” yerine gerekli halk tepkisinin ortaya konması!
Bu tartışmalar içinde bir gerçek daha öne çıktı. Ki, bu çok önemliydi.
Evet Erdoğan ve AKP için İstanbul’un kayyumla da olsa ele geçirilmesi iktidara hem psikolojik hem tabanının motive edilmesi hem de İstanbul’un devasa rantının paylaştırılmasının yeniden başına geçilmesi bakımından çok önemlidir. Ama AKP için bugün asıl önemli olan, kendisi için bir “varlık yokluk sorunu” olarak gördüğü “2023 seçimi”ni “götürmek” ve merkezinde muhalefeti itibarsızlaştırıp halk indinde “Bu muhalefet iktidarı alamaz” düşüncesini yaymak olan seçim stratejisinin amacını gerçekleştirmektir. İstanbul’a yönelik operasyon da bu seçim stratejisinin koçbaşı olarak kullanılmaktadır. Çünkü böylece iktidar halk indinde, iki kez kazandığı seçimle aldığı İstanbul’u elinde tutamayan bir muhalefetin iktidar olmayı da başaramayacağı duygu ve düşüncesini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Burada sorun, iktidarın İstanbul’a yönelik bu hamlesi karşısında CHP ve muhalefetin ne tavır alacağıdır. Ki bu konuda kimi CHP sözcülerinin, “Bir kayyum atanması karşısında halkla sokakları doldururuz” demelerine karşın Kılıçdaroğlu’nun “Az kaldı sandıkta hesabını soracağız” çizgisinde duruyor olması elbette ki Erdoğan’ın da en istediği tutumdur.
HDP’YE YÖNELİK SALDIRI İSTANBUL’A SALDIRIDAN FARKLI MI?
2022’nin sonundaki önemli gelişmelerden birisi de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının HDP’nin yasal hakkı olan “Hazine yardımı”nın bloke edilmesi için Anayasa Mahkemesine (AYM) başvurması oldu. AYM, Başsavcılığın başvurusunu 6 Ocak 2023 günü gündemine alacağını açıkladı.
HDP’nin kapatılması davasının aslında sadece HDP’nin kapatılmasından ibaret olmadığı ama aynı zamanda muhalefetin en dinamik odağı olan HDP’nin kapatılmasının iktidarın muhalefeti ezme stratejisinin önemli bir adımı olduğu, ülkedeki siyaseti az çok izleyen herkes için tartışmasızdır.
Dolasıyla HDP’ye yönelik “Hazine yardımı”nın bloke edilmesi isteği, HDP’ye yönelik hukuki değil muhalefeti ezme stratejisinin merkezine konmuş siyasi bir dava olmasıyla doğrudan bağlantılıdır.
Bu yüzden de HDP’nin “Hazine yardımı”na el konması girişimine CHP ve “altılı masa” partilerinin karşı çıkmaması ya da lafta kimi sözde tepkiler göstermekle sınırlı kalmaları, yarın kendilerinin de aynı yaptırımlarla karşı karşıya kalmalarına çanak tutmak anlamına gelmektedir.
“Yok canım, biz ne yaptık ki, bize kapatma davası açılsın. Hazine yardımımıza el konsun. O kadar da olmaz” diyenler daha bir ay öncesine kadar, “Diyarbakır’a kayyum atanmasına karşı durulmazsa İstanbul’a da kayyum atanır” diyenlere “Yok canım o kadar da olmaz” dediklerini hatırlasınlar!
SİNAN ATEŞ CİNAYETİNE MHP, AKP VE BBP’DEN ÇOK MANİDAR TUTUM!
2022’nin sonundaki önemli gelişmelerden birisi de 2019-2020 yıllarında Ülkü Ocaklarının genel başkanlığını yapmış olan Sinan Ateş’in 30 Aralık günü Ankara’da motosikletli kişi ya da kişilerce vurularak öldürülmesidir.
Böyle bir cinayet karşısında beklenen MHP’nin, hatta AKP ve BBP’nin ortalığı ayağa kaldırmasıdır.
Ancak MHP ne Sinan Ateş’in cenazesine katılmış ne de bir taziye mesajı yayımlamıştır. Benzer tutum ilginç bir biçimde AKP ve BBP tarafından da aynen alınmıştır.
Sinan Ateş cinayetinden gözaltına alınan 5 kişiden birisi olan Ufuk Köktürk’ün MHP’nin İstanbul İl Teşkilatının kurucu yönetim üyesi olduğu belirtilmektedir.Kısacası Sinan Ateş cinayeti, gerek cinayetin kendisi gerekse cinayet karşısında MHP, AKP ve BBP’nin manidar tutumları pek çok soruyu gündeme getirmektedir.
Suskunluğun neyin “ikrarı” olduğunu da yakında göreceğiz.
Çünkü gerçeklerin açığa çıkmak biçimindeki “kötü huyu” son yıllarda ülkemizde çok daha fazla depreşmiş bulunuyor.
Evrensel'i Takip Et