15 Mayıs 2022 01:51

La Vita è Bella *

Hayat Güzeldir filminden alınmıştır.

PAZAR
Paylaş

Eskişehir Valiliği müzik festivalini yasaklamış, bunun üzerine çeşitli tarikat ve cemaatler kendisine “İçki içilen ve çadırlarda kızlı erkekli kalınan fuhşi etkinliğe karşı tavrı” yüzünden teşekkür etmişti.

Eskişehir’de bildiri dağıtılıyormuş şimdi de. Gazetemizin haberine göre Konya merkezli livata adlı bir web sitesine de referans veren bildiri, LGBTİ+’ların katline dayanan dini alıntılar yazıyor, eğer 2 kere recm mümkün olsa bu livata yapanlara uygulanmalı diyor, katli gerekir çağrısı yapıyormuş.

Geçen hafta eski MHP Vekili Ahmet Çakar’ın, Oyuncu Melis Sezen’i, kıyafeti yüzünden ahlaksızlıkla ve suç işlemekle hedefe koyduğu görüntüyü izledik. Konuşmanın gerisi kaynadı. Sözlerine şöyle devam ediyordu:

“Muhafazakar genç kızlarımızı da çok iğrenç halde görüyorum, başında başörtü altında streç pantolon. Delikanlı, yanında başörtülü kız, sarmaş dolaş. Ne biçim muhafazakarsın, Allah’tan korkun. Bunlara müdahale etmek icap eder.”

Geçmişten bugüne nasıl geldik herkes biliyor; konuşmaktan yazmaktan bıktık.

Ancak bir bakalım 20 yılda seküler yaşama dair ne kaldı?

Laik bir ülkede yaşıyoruz diyebilir miyiz hâlâ?

İçki yasakları ilk kampüs içinde başladığında “Üniversitede de satılmayı versin, sonuçta okul” denildi. Beyoğlu’da sokaktan masalar kaldırıldığında “Yayalar zor yürüyordu zaten” denildi. Pandemide hafta sonları marketlerde içki satışı yasaklandı, müzik yasağı hâlâ devam ediyor. Tiyatrolara bütçe ayrılmadı, pandemide destek olunmadı, pek çok sahne kapandı. Müzisyenlerden enstrümanını satan, hayatına son verenler oldu. Kültür Bakanlığından sinemasına destek alabilenler bir elin parmağını geçmiyor, onlar da izlenmiyor. 

Onur Yürüyüşü’ne saldırıldığında pankartlarda yazanlarla dalga geçenler vardı. Şimdi Onur Yürüyüşü de 8 Mart da bir festival havasından barikat aşmalı direnişe dönüştü.

Koylar satıldı, sahiller satıldı. Sahil yöresinin sakini bile çoğu yerde para vermeden denize ulaşamıyor. Ekonomi yüzünden memlekete, denize, tatile gitmek yok olmaya yüz tutmuş orta sınıf için dahi mümkün değil artık. 

Festivaller yasaklanıyor öncesinde içki firmalarının sponsorluklarına yasak gelince darbe almıştı zaten.

Senelerdir kadın hareketi kadının ne giydiğinin ne içtiğinin ve ne iş yaptığının şiddetin hiçbir türüne mazeret sayılamayacağını anlatmaya çalışıyor. 

Şortla gezmek direniş mi, içki sofrası paylaşmak direniş mi, böyle muhaliflik mi olur? deniliyordu. Yaşam şeklimize yapılan saldırılara karşı evet öyleydi. 

Şimdi artık cesaret işi, Pegasus çalışanına içki sofrasındaki paylaşımı yüzünden savcı tutuklama talep etti. Edebildi.

Ülkeye getirilen cihatçılar, önüne kırmızı halı serilen Arap sermayesi ile savaştan kaçan sığınmacıları birbirinden ayıramayan bir toplum yarattılar.

Cihatçılar korunurken, sermayeye topraklar, mülkler, paranın nereden geldiği sorulmadan peşkeş çekilirken, gerçek sığınmacıları ortada bırakıp şiddetin odağı olmalarına izin verecekler.

Yani dört koldan, bazen ekonomik olarak imkansız kılarak, bazen yönelen şiddeti cezasız bırakıp meşrulaştırarak, bazen yasaklarla toplumu muhafazakarlaştırdılar.

Şimdi de yasakları alkışlıyor, alkışlatıyor, şiddeti çağırıyorlar.

Sayın Demirtaş bir çoğumuza gönderdiği mektupta bir şeyler yapmak gerektiğinden bahsediyor, muhalefetin yaratamadığı heyecanı yaratacak bir şeyler.

Katılıyorum. Sistem içi çözümlerin hiçbir heyecanı yok.

Bunca senedir en büyük hatamız; söylemi ve mücadeleyi iktidarın saldırdığı yerin hemen önüne kurmuş olmak diye düşünüyorum.

Biz mevcut hakları korumak adına, henüz hiç sahip olamadıklarımızı talep etmeyi atladık.

İşçi ve emekçi için hedef her ay en az bir iki kilo et alabilmesi olabilir mi? Hayat beslenmekten mi ibaret?

Kiramızı ödeyebilmek diye bir hedef olur mu? 

Kadına şiddet cezasız kalmayacak diye bir hedef olur mu? Ne şiddeti? Ortada şiddet kalmayacağı gibi toplumsal cinsiyet eşitliğini getirmeyecek miyiz?

Biz saldırının hemen önüne kurduk barikatı. Hep defansta kaldık. Ofansif talepleri nasılsa dinlemezler diye hasıraltı ettik. Kazanım kaybın az gerisinde bile olsa razı olacak hale geldik.

Bu işin heyecanı meyecanı yok. El artıracaktık oysa her saldırıda.

Gezi davası, Canan Kaftancıoğlu kararı, geçmişten bildiğimiz seçime giden yolda yaratılan o seri travmalar dönemi başladı, daha sırasıyla nelerin geleceğini de biliyoruz.

Hak, hukuk, adalet talep ederken insanca bir yaşamın tasvirini eksik bırakmamak gerek.

Bu hafta Nijerya’da üniversite öğrencisi bir kadın, WhatsApp grubuna “Dini içerikleri değil dersle ilgili şeyleri paylaşın” yazdığı için dövülüp yakılarak öldürülmüş.

Laikliğin ortadan kaldırılması, muhafazakar insana da bir güvence değil aksine sürekli bir başkası kıstasında daha da muhafazakar olma sınavı. Muhafazakarlığın sınırlarını belirleyen otorite sertleştikçe yaşam hakkı herkes için ipin ucuna bağlı olacak.

İşte Ahmet Çakar soluk almadan aynı dakika içinde dekolteye ahlaksızlık, başörtülü genç kızların pantolonuna iğrençlik diyebiliyor.

En iyi muhafazakar olma yarışı yerine herkesin yaşam hakkını eşit savunan bir dile ihtiyaç var. Bu işin aması yok. Her “ama” faşizme hizmet ediyor.

Hep birlikte, çoğu zaman ayrı ayrı konularda senelerdir büyük acılar çektik.

Büyük bir kavgaya hep birlikte girmek lazım ama biz daha hiç birlikte gülemedik.

Her ülkede yapılan “Barış” mitinglerini neden yapmadığımızı anlamıyorum. Rusya ve Ukrayna Savaşı nezdinde hep birlikte barış diyebilmek mümkündü.

Bizim hayatın aslında güzel bir şey olabileceğini bir yerde hissedebilmemiz lazım. Bu dayak yorgunluğuyla yeni bir kavgaya hazır olabilecek miyiz?

Mitinglerde uzun uzun konuşuluyor. Sahnedeki sert cümleler izleyicinin öfkesini mikrofona taşıyor. Sonra bir görev halayına giriyoruz, eskisi gibi coşkuyla, yürekten değil, vazifeden.

Hiçbir miting, evindeki insanı vicdanı ve öfkesi dışında bir yerden yakalayıp alana taşıyamıyor. Korku dağları sarmış, suskunluğa mazeretler dağ olmuş.

Hayat bize sunulandan daha büyük ve güzel bir şey ve imkansız değil.

Keşke “Hayat Aslında Güzeldir” festivalleri olsa. Madem müziği yasakladın, al el artırdım dercesine.

İki elin parmağı kadar her yere koşan cesur müzisyen var. Oysa susulacak zamanlar değil. Bugün susan bir daha hiç konuşamayabileceğini bilmeli.

Herkese görev düşüyor, afişlere sığmayacak kadar kalabalık bir program olsa. İki tam gün mesela. Peş peşe haftalarda, bilhassa öğrencilerin ağırlıklı olduğu şehirlerde.

Takas pazarları kursak, kılık-kıyafet, ev eşyaları vs., bahçelerde yetişen sebzeler, üreticisinden gelen ürünler aracısız satılsa tezgahlarda ucuza, Gezi’deki gibi kocaman kitaplıklar açsak, okuduğumuz kitapları getirip okumadıklarımızdan alsak, hayal kurma atölyeleri yapsak gençlerle, karşılıklı ufuk açsak, çocuklara tiyatro izletsek bir köşede, robotik anlatsa birileri bir diğer çadır içinde, bir büyük tente altında haklarımızdan bahsetsek, iki gün boyunca peş peşe onlarca başlıkta forum yapsak mesela ve raporlasak bunları; nedir kutunun dışından bakınca hayattan beklentimiz bizim, kaybettiklerimizin çok ötesinde?

Biz önce bir yaşamdan tat aldığımızı hissetsek de ağzımızda bal tadı, dizlerimizdeki tozu silkeleyip, “Evet hayat güzel bir şeymiş, bunun için kavga etmeye değer” diyebilsek.

Çünkü hayatı nefes alıp vermeye ve kuru ekmeğe indirgeyen, hakaretamiz, şiddet içeren, azar ve tehdit dili karşısında ancak yaşamı savunarak el artırabiliriz, bu dilde onlarla yarışarak değil.

Zulmün varabileceği nokta konusunda sürekli ezberimiz bozuluyorken bir araya gelirken de ezberleri bozabilsek keşke.

Yeniden bir ülke kurmak için Kaftancıoğlu’nun dediği gibi “umudu örgütlemek” lazım. Onlarca yazı daha yazılır yeniden kuruluş üzerine ama öyle yorgun, tedirgin, tetikte, mutsuz ve yenilmiş hissindeyiz ki bir nefes almaya, yaşadığımızı hissetmeye, bir arada gülmeye, gülebileceğimizi görmeye ve inanmaya çok ihtiyacımız var bence. Zira neşemizi çaldırdıkça, birbirimizin neşesine de bileniyoruz artık ince ince. Yan yana duramayız bunca keskinlikle.

Kalan neşenizle iyi ve insanca pazarlar dilerim.

* Roberto Benigni’nin yönettiği 1997 yapımı filmin adıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa