20 Eylül 2020 00:43

Hasan Aga’nın zeytini

Bir ağaç (solda), karşılıklı konuşan iki kişi (sağda)

Fotoğraf: Özer Akdemir/Evrensel

PAZAR
Paylaş

Hasan Aga kendini zeytinin gövdesine zincirlemiş madenciler ağacı kesmesin diye” haberiyle geldi telefonu çaldığında yanımızdan kalkıp az ötede konuşan arkadaşımız. “Zinciri kendisinin ve ağacın gövdesine dolayıp iki ucuna asma bir kilit vurmuş. Sabah beri muhtarın, jandarmanın yalvarıp yakarmaları hiçbir işe yaramamış. Nuh deyip peygamber demiyor, ağzının içine tıkadığı asma kilidin anahtarını üzerine gelinecek olurlarsa yutmakla tehdit ediyormuş. ‘Ölürüm de kestirmem bu ağacı’ diyormuş...”

Geçen sene, henüz pandemi belası dünyanın başına musallat olmadan evvel Aydın Çine taraflarında bir çekime gitmiştik. Dağlara tırmandıkça yolumuz sanki savaş alanlarının ortasından geçmeye başlamıştı. Altüst edilen tepelerin, kökünden sökülüp bir kenara atılan yüzyıllık çınarların, rengi tozdan kaybolmuş çam ağaçlarının ve suları kesilmiş çeşmelerin arasından geçiyor, ara sıra durup bu acıklı manzarayı yüzümüzü buruşturarak kamerayla çekiyorduk.

Öğle sıcağıyla birlikte havadaki tozlarla ağırlaşmış yapışkan bir nem üzerimize gelip çöktüğünde çekimlerimize ara verdik mecburen. Hasan Aga’nın kendini zincirlediği haberini aldığımızda yol kenarında suları henüz kesilmemiş bir çoban çeşmesinin başında, çamların gölgelediği çimenlerin üzerine uzanıp soluklanıyorduk. Kısa bir süre birbirimizin gözüne bakıp “Gidelim” dedik. Maden yaraları çekimlerimize yarın da devam edeceğimiz için çok da acele etmeye gerek yoktu. Zaten hava da bırakın çekimleri nefes almayı bile işkence haline getirecek derecede sıcak ve yakınlardaki maden ocaklarından çıkan tozlar yüzünden pusluydu.

“Tanırım Hasan Aga’yı” dedi Çineli arkadaşım, dar tozlu yolda aracı kullanırken. “Atadan, dededen zeytincidirler”. Yarım saat geçmeden olay yerine vardık. Dağın yamacındaki köye birkaç yüz metre uzaklıktaki toprak yolun kıyısında epey bir kalabalık birikmişti. Bir iki jandarma aracının yanı sıra, başları poşulu köylüler, kepçesini yere koymuş bir iş makinesi ile sarı baretleri güneşte parlayan birkaç maden işçisi göze çarpıyordu hemen. Dalları gökyüzünü kucaklamak ister gibi uzayan yaşlı zeytin ağacının yanında birikmişlerdi. Bu kalabalığın biraz gerisinde diğer zeytin ağaçlarının gölgesinde öbek öbek oturan başka köylüler de vardı. Aracımızdan inip, kalabalığa doğru yürürken jandarmalar kameralarımıza yan gözlerle “Bunlar da nereden çıktı” dercesine bakıyordu.

Arkadaşlarımızdan birisi, kalabalığın içinde jandarmalarla maden çalışanlarının arasında eli belinde dikilen köy muhtarıyla tanıştırdı bizi. Saçı kelleşmeye başlamış, yeşil gözlü gençten bir adamdı muhtar. Alnında biriken domur domur terleri elinin tersiyle silip hoş geldiniz eden muhtar az ötemizde, başını yüzlerce yıllık zeytin ağacının boğum boğum olmuş gövdesine yaslayıp uyur gibi gözlerini kapatan Hasan Aga’yı göstererek, “Ağaca zincirledi kendini. Kestirmem de kestirmem diyor” dedi. Hasan Aga uykudan uyanır gibi gözlerini açıp muhtara baktı. Ayıplamanın yanı sıra öfke kıvılcımları vardı bakışlarında.

Hasan Aga’nın yaşı atmışın üzerinde gösteriyordu. Kırmızıya çalan yüzünde uzamış kır sakalları vardı. Mavi çipil gözleri boncuk boncuk olmuştu. Kasketinin altında fırlamış bir tutam saçı kırışıklarla dolu alnına düşmüştü. Gövdesine doladığı zincirin iki ucuna vurduğu asma kilidi koltuğunun altına gizlemişti.

Varıp yanına çömeldim. Gazeteci olduğumu söyleyip neden ağaca kendini zincirlediğini sordum. Yorgun gözlerle baktı yüzüme Hasan Aga. Konuşmadan önce ağzındaki anahtarı çıkarıp avucunun içine sımsıkı gizledi. Boynunda bir damar serçe parmağı kalınlığında şişmiş, sanki bir solucan o konuştukça kımıldayıp duruyordu.

“Bu ağaç bana dedemden kaldı. Ona da dedesinden kalmış. Daha ötesini bilmiyorum. Dağda açtıkları maden ocağından kamyonlar cevher taşısın diye yolu genişleteceklermiş. Kime sordular? Benden izin aldılar mı? İstimlâk ettik diyorlar haberimiz dahi yok. Kestirmem arkadaşım. Beni de kessinler!..” dedi. Sözünü bitirdikten sonra tekrar başını ağaca yaslayıp gözlerini kapattı.

Zeytin bahçesinin tam ortasındaki bu eski tozlu yolu kamyonların, iş makinelerinin geçebilmesi için genişletmek istiyordu maden. Yol, Hasan Aga’nın zeytinliğini ikiye ayırmıştı. Kendisini zincirlediği zeytin tam da yolun kıyısındaydı. Ayağa kalkıp az ötede eli cebinde dikilen sarı baretli maden yetkilisinin yanına gittim. “Siz ne diyorsunuz bu sözlere? Kamulaştırmadan nasıl haberi olmaz köylünün?” diye sordum. “Ha, bir de bu zeytin ağacını kesmek için izniniz var mı? Biliyorsunuz, Zeytin Yasası gereği zeytin ağaçlarının kesilmesi için izin almanız lazım” dedim. Yanındaki arkadaşına baktı, ne diyelim gibilerden. O, omuz silkti sadece. “Gereken izinlerimiz var” dedi.

Gerilerde ağaçların altında oturan köylüler de birer ikişer gelmeye başladı yanımıza. Aralarında kadınlar ve çocuklar da vardı. Maden yetkililerinin “İznimiz var” sözlerine homurtularla karşı çıktı köylüler. “Bize kimse izin göstermedi. İstimlaktan da hiçbirimizin haberi yok” dediler. Konuşmalardan cesaret bulan muhtar da ses yükseltti, “Gösterin o zaman arkadaşım izinlerinizi. Sorduğumda bana da tüm izinlerimiz var dediniz ama gösterdiğiniz bir evrak yok” diye. Köşeye sıkışmış gibi tedirgin birbirlerine baktı madenciler. “Yanımızda yok, getiririz” diye bir şeyler gevelediler ağızlarının içinde ama tedirginliğin jandarmaya geçmesine engel olmadı bu sözleri.

“O zaman izni gösterene kadar ağaç kesemezsiniz beyefendi” dedi jandarmanın başındaki astsubay. Onun da bu duruma sevinmiş gibi bir hali vardı. Zeytinin dibindeki toprağa gövdesi zincirli bir halde oturan Hasan Aga ağzı kulaklarında şaşkın şaşkın olan biteni izlerken, asma kilidin anahtarı dişlerinin arasında gümüş gibi parlıyordu.

*Eko kurgu öykü

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa