09 Aralık 2019 00:11

20. yüzyılın ilk yarısında Yahudiler ve spor -3

20. yüzyılın ilk yarısında Yahudiler ve spor -3

Fotoğraf: Envato

Paylaş

"Biz yeni bir dövüş kulübü değiliz"

1927’de Hamburg’da kurulan Yahudi spor kulübü Hamburger jüdischer Sport-und Turnverein, diğer spor kulüpleriyle arasındaki farkı anlatabilmek için bu vurguyu yapma ihtiyacı hissediyordu. Bu çok normaldi çünkü nasıl ki 19. yüzyılda spor, genç ulus devletler için halkı savaşa hazırlamanın önemli bir unsuru olarak görüldüyse iki paylaşım savaşı arasında da durum farklı değildi. Hatta denebilir ki 1920’lerin spor patlamasının ardındaki temel neden eğlence ve gündelik dertlerden uzaklaşma ihtiyacı değil toplumun askerileştirilmesi ve kutuplaşmanın büyümesiydi.

Savaş sonrası terhis olan yüz binlerce asker, sosyal çelişkilerin daha da büyüdüğü, bu çelişkilerin odağında yer alan hareketlerin çok daha cesur cümlelerle konuştuğu bu hareketli dönemde kurulan spor kulüplerine üye oluyordu.

Komünistler ve sosyalistler burjuva sporuna karşı bambaşka bir ideolojik temelde yükselen proleter sporun inşasına girişirken ulus devletlerin direksiyonundaki burjuvazi, bir yandan kendi kurumlarını (FIFA, IOC) güçlendiriyor diğer yandan işine geldiği ülkelerde faşist örgütlenmelere gidiyordu. (1936 Barcelona/1936 Berlin Olimpiyatları süreçleri, bu karşıtlığın ve burjuvazinin faşizmle olan birlikteliğini kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde kanıtlıyordu)

Aynı dönemde “hedefte olma” halleri çok daha ciddiye binen Yahudiler için de spor kulüplerinin önemi artmıştı. 19. yüzyılın sonunda sporun önemine dikkat çeken ve örgütlenme hamlelerini başlatan Siyonistler bu ileri görüşlülüğün meyvelerini toplamaya başladılar. 1920 sonrası antisemitizm tüm Avrupa ülkelerinde yükselişe geçip spor kulüpleri aynı zamanda bir milis güç eğitim merkezine dönüşürken Yahudiler de bunun bir parçasıydı.

Viyana örneğindeki gibi eski askerlerden Yahudi milis gücü kurulması girişimi, Almanya’da bu tip örgütlenmelerin yasaklanmasıyla kendine spor kulüpleri aracılığıyla yeni mecralar buldu. İsimlerini, Yahudi tarihindeki savaşçılardan, kahramanlardan, İbranice iktidar terimlerinden alan Maccabi, Bar Kohba, Samson, Hagibor, Hakoah gibi spor kulüpleri jimnastik, boks, güreş ve dövüş sporlarına özel bir önem veriyordu.

Spor tüm bunların ötesinde aynı zamanda bir propaganda mücadelesiydi. 1927’de Hamburg’daki Bar Kohba’nın üyesi olan Edgar Marx, “Davud’un yıldızıyla ringe çıkan takımımızın kazandığı her dövüş Yahudi kulübü için kazanılan bir dövüştür ve bir Yahudi meselesidir” diyerek konunun ciddiyetini hatırlatıyordu.

Sporun dünyanın her yerinde sahip olduğu politik anlam bugünkü durumun aksine sansürlenmeden, açıkça dile getirilirken Yahudiler de bunu bir “milli mesele” olarak en yoğun yaşayan topluluklardan biriydi.

Uzun süre haklarında oluşturulan “zayıf, güçsüz” imajını doğru kabul ederek bunu değiştirmeye uğraşan Yahudi spor akımı, aslında böyle yaparak Psikiyatr Alfred Adler’in yetersizlik duygusunun yetersizliğin kendisinden daha önemli olduğu ve her zaman bir sosyal arka planı olduğu yönündeki formülasyonunu doğruluyordu. Bununla birlikte spor yoluyla “milli mücadele” 20’ler sonrası tam da hedeflendiği üzere bu imajı değiştirme, Yahudilere kendine güven ve izzetinefis kazandırma konusunda başarılı oluyordu. Örneğin 1928-1932 arası Almanya tenis şampiyonu olan Daniel Prenn, Yahudilerin “Binlerce yıllık baskının etkisiyle daha mücadeleci olduğunu” iddia ederek spordaki başarıları bununla açıklıyordu.

Hızla “büyük resme” bağlanan ve milli mesele haline getirilen spor, dünyanın her yerindeki Yahudi topluluklarının askerileştirilmesinin aracı haline gelirken orduyu, “Ulusun okulu” olarak planlayan, jimnastiği/sporu da bu eğitimin vazgeçilmez bir parçası haline getiren Prusya örneğini takip ediyordu.

Gideon Revueni’nin vurguladığı üzere tüm bunların sonucu olarak İsrail devletinin Ulusal Beden Eğitimi ve Spor Merkezinin adına, tarihteki büyük Yahudi sporculardan birini değil Arap ayaklanmasına karşı Yahudi özel kuvvetlerini eğiten İngiliz asker Orde Charles Wingate’i vermiş olması askerlik ve spor arasındaki simbiyotik ilişkiyi simgeleyen en sembolik kararlardan biridir.

Netice itibarıyla “Biz yeni bir dövüş kulübü değiliz” diyerek tarafsız kalmaya çalışanlar değil sporu İsrail devletinin kurulması planına bağlanan çok kapsamlı mücadelenin parçası olarak görenler kazandı. İsrail devletinin kuruluşunu izleyen 20. yüzyılın ikinci yarısından bugüne ise söz konusu askerlik-spor ilişkisi İsrail’de tek taraflı olarak devam etti. Rejim, askeri açıdan sürekli “gelişirken” spor sahnesinde ise bir o kadar silik kaldı.

Yazıda yararlanılan kaynaklar:
Emancipation through muscles: Jews and Sports in Europe
Gabriel Kuhn, Antifascism, sports, sobriety: Forging a militant working-class culture

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...