Şiir/ Mimarlık (5) (‘Modern’in ilkeleri açısından...)
Fotoğraf: Envato
“Modern” mimarlıkta bir akım, bir evre... Gerçek bir düşün evresi... Doğrudan mimarlık dalıyla ilgili kimi ilkeleri, bu yüzyılın başından üçüncü çeyreğine dek, bütün yeryüzünün çağdaş yapıtlarında geçerli oldular...
“Modern”de çözüm.
İçten dışa doğru geliştirilir,
İnsandan, yaşama biçiminden yola çıkılarak bulunur...
“Modern”de,
Biçim (dış) işlevi (içi) izler,
dış, için (şiirde iç duyarlılığın) bittiği yerdir,
dış için sonucudur (Bunun ötesinde dışa eklenen her şey süstür),
dışla iç tam uyuşmalıdır...
Tam bunları yazarken Yunus’u anımsıyorum:
DIŞINA O SIZAR
İÇİNDE NE VAR İSE
“Modern”, strüktürde- yapıda- açıklık demektir.
“Modern” için “az” “çok”tur.
Haydi gelin gene Yunus’u anımsayalım:
ÇOK SÖZ HAYVAN YÜKÜDÜR
“Modern Mimarlık”ta biçemler yalandır. Biçimsellik suçtur.
“Modern” tutumludur, ussaldır...
“Modern”in amacı seçilmişler için değil, bütün insanlar için daha insancıl oylumlar yaratmaktır. (Son dönemde bu çıkış amacını başaramamasından ötürü en çok eleştirildi.) Kimilerine ilginç, kimilerine çelişik gelebilir ama bütün saydığım ölçütlere göre; bir mimar için, Sinan da, Yunus da “modern”dirler...
İkisinin de bugün de, en geniş çevrede yaşamakta oluşu bundan mı dersiniz?
Nâzım Hikmet’in “modern” şiirimizi yazdığı yıllarda mimarlığımızda da kımıltılar var. O evredeki ürünleriyle Sedad Hakkı Eldem’in, Seyfi Arkan’ın, Şevki Balmumcu’nun kimi ürünlerinde görüyoruz bunu... Ama 1940’larla faşist Avrupa etkisine giriyoruz. Örneğin Şevki Balmumcu’nun döneminin çağdaşı “modern” Sergi Evi yapısı, günün yöneticilerinin buyruğu, Alman mimarı Bonatz’ın eliyle neoklasiğe dönüştürülüyor. Kısacası mimarlığımız çağdaşlığı yakalamışken kırklı yıllarla yenden “modern”in gerisine düşüyor.
Elbette, şiirimizin kırklı kuşağının acılar içinde kıvrandırılışı rastlantı değildi. Kırklı kuşak Nâzım Hikmet’le birlikte bastırılıyor, eziliyor, şöyle ya da böyle halkına ulaşması engelleniyor. Benim kuşağımın en büyük eksiği Nâzım’da “modern”i günü gününe yaşayamayışıdır. Her şeyin en azından çeyrek yüzyıl gecikmesidir. 1950’lerde mimarlığımız, II. Ulusal yüzünden “modern”le hesaplaşamadan, moda olarak Uluslararası Akım’ın çekimine kapılıyor. İşte o sıralar şiirimizde de Nâzım’la hesaplaşmak bir yana bırakılmıştır ve her şey Fransız etkisindedir.
İki daldaki koşutluklar sanıyorum ki açıkça şunu gösteriyor:
Gelişmeler herhangi bir dalda elbette tek başına olamaz.
Sağlıklı gelişme önce düşünseldir, bütün sanatlarda etkisini gösterir. Şiirden habersiz mimarlarla, mimarlıktan habersiz ozanlarla ne mimarlığımız ne de şiirimiz ayrı ayrı, örneğin modern ile hesaplaşamazlardı elbette...
Son yıllarda mimarlığımızın içinde bulunduğu durum “çoğulculuk” olarak adlandırılıyor. Gerçekte tam bir kültür karmaşası içindeyiz. Bir savaşım gerekip gerekmediği konusunda bile apaçık değiliz.
Şiirimizde de durum böyle değil mi?
Bu yazıyı burada bitirmek istiyorum.
Gene buraya dek altını çizdiğim kimi koşutluklar, örneğin İkinci Yeni, ya da son dönem üzerine daha ayrıntılı kimi sonuçları çıkarmamıza yeter gibi geliyor bana...
Özet olarak, herkese gerekli olan kültür altyapısı ancak hep bir arada oluşturulabiliyor. Demek ki kimse kimseyi boşlayamaz. Örneğin ne şiir mimarlığı, ne de mimarlık şiiri... Ya da bir başka kültür- sanat dalı, bir başka kültür- sanat dalını...
- Vedat Günyol/İnsancılık -5- 22 Mart 2020 20:39
- Vedat Günyol/İnsancılık -4- 22 Mart 2020 20:40
- Vedat Günyol/ İnsancılık-3- 15 Mart 2020 19:30
- Vedat Günyol / İnsancılık -2- 09 Mart 2020 00:00
- Vedat Günyol / İnsancılık 02 Mart 2020 00:01
- İçin aydınlığı 24 Şubat 2020 00:00
- Süreklilik 16 Şubat 2020 23:30
- Yetmiş beş yıl sonra soykırım 09 Şubat 2020 22:35
- Yine deprem 02 Şubat 2020 22:30
- 25 Ocak 2020 (Bir gün sonra) 27 Ocak 2020 00:05
- Eğitim eğitim eğitim 19 Ocak 2020 22:47
- 24 Aralık 2019/Bruno Taut'un ölüm yıldönümü 13 Ocak 2020 00:08