24 Ağustos 2018 01:00

Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede?

Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son birkaç gündür, TV kanallarında aynı görüntü, aynı repliklerle veriliyor.

Görüntüde rütbesiz bir İsrail askeri, otobüsün kapısına yapışmış götürülmek istendiği yere gitmek istemiyor. Rütbeli bir asker ise bir yandan onu otobüsten koparmaya çalışırken öte yandan da askeri, “Onlar (Filistinliler kast ediliyor) vatanları için ölümü göze alırken sen sınıra gitmek istemiyorsun” diye askeri korkaklıkla suçluyor.

En azından, İsrailli rütbeli askerin söyledikleri böyle tercüme edilmiş!

Elbette, İsrailli rütbeli askerin söyledikleri bizi çok ilgilendirmiyor. Ama bizim TV kanallarının bu görüntü üstünden yaptığı haber ilginç olduğu kadar, bu milyonlarca insana hitap eden kanalların nasıl bir habercilik anlayışına sahip oldukları, dahası gerçekleri nasıl ters çevirerek asıl gerçeği sakladıklarını gösterdiği için de hepimizi ilgilendiriyor.

Görüntüler ve üstüne söylenenlerle gösterilmek istenen gerçek şu: Bir İsrail askeri, Filistin sınırına göreve gitmek istemiyor. Onu göreve göndermek isteyen subay da onu Filistinlilerden “korkmakla” suçluyor ve göreve gitmesi için ısrar ediyor.

Eğer bu kadarla kalırsak, elbette ki çoğu zaman olduğu gibi görünüşün arkasındaki gerçeğin ne oluğunu anlayamayız. Anladığımızı sanırsak da yanılmış olmamız çok kuvvetle muhtemel. (*)

Bu olayda; İsrail subayı askeri korkaklıkla suçluyor. Çünkü, onlara göre bir İsrail askerinin asgari görevi, ona verilen görevi itirazsız yerine getirmek, bunun için hayatını ortaya koymaktan çekinmemektir! Bunu yapmayan asker, “disiplin cezasına” çarptırılır; olmadı, “askeri mahkemeye” çıkarılıp daha ağır cezalar verilir; eğer olay kamuoyunda duyulursa, bu asker, siyonist-militarist kamuoyu tarafından (İsrail’de de bizde olduğu gibi militarizme koşulsuz destek veren bir kamuoyu çoğunluğu olduğu tartışmasızdır) kamuoyunda linç edilir!

Yani İsrail’de bir askerin “Bana verilen görevi reddediyorum” demesi, hele de Filistinlilere karşı bir görevi reddetmesi, öyle az buz bir cezayı gerektirmez. Hem de adli sonuçları kadar kamuoyunda linç edilmesi de dahil!

Yani eğer bir İsrail askeri, bizim televizyonların iddia ettiği gibi Gazze sınırına göreve gitmeyi reddeden bir tutumu göze alan bir tavır ortaya koyuyorsa; askeri, adli, sosyal... başına gelecek her belayı göze almış demektir.

Peki, bu asker Gazze sınırına, “en tehlikeli” denen yere bile göreve gitse, orada “yaralanma” ve “ölme” riski nedir?

Herhalde “sıfır”a yakındır!

Peki, şimdi bu İsrail askeri, Filistinlilere karşı göreve gitmemekle mi korkaklığını göstermiştir yoksa böyle bir görevi kabul etmemekle gerçek bir cesaret örneği mi göstermiştir?

Bu sorunun yanıtı; zalimlerin ve mazlumların, haklıların ve haksızların, ilericilerin ve gericilerin... bir arada yaşadığı sınıflı toplumlar dünyasında yanıt verenin hangi safta olduğuna göre değişir.

Örneğin; İsrail’in Filistin politikasına karşı çıkan ve mazlum Filistin halkının kendi kaderini belirlemesinden yana olan her milletten demokratlar için, hümanistler, antiemperyalist güçler için, “İsrailli asker”, İsrail’in Filistin’deki zulmüne karşı çıkan “cesur bir İsrailli”, “bir kahraman”dır!

Gözü, “cihatizm” tarafından kör edilmemiş her Filistinli için de bu asker bir “cesaret örneği”dir, “Filistinlilerin dostu” bir kahramandır.

Ama aynı asker İsrailli siyonistler, militaristler içinse, İsrailli gençlere kötü örnek oluşturan “adi bir korkak”tır!

Bir de, ağızlarını açtıklarında Filistinliler için yanık türküler yakan bizim medya için bu asker bir “korkak”tır!

Ki, böylece bu medyanın aslında kimin safında olduğu açık biçimde ortaya çıkmıştır.

Ne demişler, “görünüşe aldanma”, “söylenene değil yapılana bak!

(*) Olayın İsrail sitelerindeki aslı ise aşçı olan askerin hafta sonu evine gitmekte ısrar ettiği için (yasal hakkı bu) komutanları tarafından dövülmesi şeklinde. Gerçekte, gösterilen görüntünün üstüne bizim medya tarafından uydurulan sözlerle bir ilişkisi yok. Ama zaten bu yazının konusu, olayın aslının ne oluğu değil, eğer olay “bizim medyanın yazdığı gibiyse” üstünden bir tartışmadır. Ve Türkiye’de medyanın haber anlayışının nerelere geldiğinin gösterilmesidir. Ki bu haliyle bu haber, iletişim fakültelerinde ders olarak okutulacak bir ”yönlendirmiş haber” olmayı da hak ediyor.


Ey AKP’liler, İbni Haldun’un sözleri AKP için de geçerlidir!

AKP Bursa İl Başkanlığı tarafından düzenlenen “bayramlaşma töreni” Bursa Merinos Atatürk Kongre ve Kültür Merkezinde yapılmış. Törene katılan AKP Bursa Milletvekili Hakan Çavuşoğlu törende konuşuyor.

“Dolar krizi” üstünden ABD’ye verip veriştiriyor. “Bu milleti dolarla korkutamazsınız...” dedikten sonra, önünde yürüyenlerin izine basarak ABD’ye “Ey Amerika” diye sesleniyor.

“İbn-i Haldun’un güzel bir teorisi vardır; ‘Devletler de aynen insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler’ der. Ey Amerika, doğdun, büyüdün, ölümün yaklaştı; ne yaparsan yap....” diyen Çavuşoğlu böylece, Amerika’ya “en sert mesaj verenler” kervanına katılmış oluyor.

Evet, antik çağın doğacı ve diyalektikçi düşünürleri, daha İbni Haldun’dan bin 500 yıl önce, “Evrende her şeyin bir oluş ve yok oluş halinde olduğunu” söylemişlerdi. Ama İbni Haldun da konuyu “insan”a ve “devletler”e getirerek, “Devletler de aynen insanlar gibi doğar, büyür ve ölürler” diyerek önemli bir vurgu yapmıştır. Hele de “Türk devletinin ebediliği” üstünden sadece hamaset değil 2053, 2071 vizyonları iddiasıyla, “ebediyete kadar yaşayacak devletin bekası” propagandası yapılıp “tek parti tek adam rejimi”ne “meşruiyet” arandığı şu günlerde İbni Haldun’un bu önemli sözünün AKP’li bir vekil tarafından hatırlatılması elbette iyi olmuştur.

Ve elbette ki AKP’li vekilin konuşmasına bakılırsa, AKP’nin de bir parti olarak bu evrensel yasanın dışında kalamayacağı pek düşünülmemiş görünüyor.

Nitekim Bursa’daki toplantıda birisi kalksa da; “Ey AKP’liler İbni Haldun’un belirttiği gibi ‘partiler de doğar büyür ve ölürler’, Öyleyse bizim partimiz de bir gün ölecek. Bu kadar da kibirlenmeyin” deseydi, yanlış bir şey mi söylemiş olurdu!

16 yıllık iktidarı sonunda, topluma verecek bir şeyi kalmadığında, geriye çekilmek yerine, halkın karşısına geçip “Böyle gidemez. Böyle giderse yakında parçalanırız, yok oluruz” denilerek, ülkeye “tek parti tek adam rejimi” denilen deli gömleği giydirilmeye çalışıldığı koşullarda bu hatırlatma belki faydalı da olurdu. Ama AKP önde gelenlerinin yaşananlardan olduğu gibi tarihten ders almaya pek istekli olmadığını da biliyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa