20 Ağustos 2017 23:21

İrem (Cennet)

İrem (Cennet)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Denizli’ de büyüdüm ben, ilkokulun dördüncü sınıfına dek.

Çaybaşı mahallesinde, lise caddesi üzerindeki evimizde…

İki kanatlı koca kapıdan girilirdi avlumuza. Betondu avlu. Halılar burada yıkanır. Kerpiç burada kesilir. Konuklara yemek için çağrı yapıldığında burada masa kurulur. Yazın gündüzleri öyle sıcak olur ki beton, yılan bir yandan öteki yana geçmeğe kalkarsa ortada kurur kalırdı. Akşam olunca sulanır, serinliği pek hoş olurdu.

Avlunun iki yanı komşularımızla iyelik çizgimizi belirleyen bahçe duvarlarıydı. Kapıdan girince karşımıza gelen, neredeyse adam boyundaki taş duvarın sağında, solunda bakışımlı iki merdiven vardı. Bunlarla üst bahçeye çıkılırdı.

Bütün duvarların önünde, yanlış anımsamıyorsam, bir metre genişliğinde çiçeklik vardı. Mevsim çiçekleri yetiştirilirdi burada. Ortancalar, güller, horozibikleri, yıldız çiçekleri… Mis kokulu Itırlar, daha daha ne çok çiçekler…

Babam yıldız çiçekleriyle uğraşırdı. Değişik değişik renkte yıldız çiçekleri yetiştirirdi.

Böyle mor bir yıldız çiçeği yetiştirmişti. Onu bir sabah Bayramkapı Ağzındaki dükkanına götürmüş vitrinin üzerine yerleştirmişti. Gelip geçen baktıkça da ağzı kulaklarına varmıştı. Ancak asıl akşamüzeri, ases (bekçi) kahvesinde toplanan esnaf, öteki vitrinlere yerleştirilmiş çiçekler içinde mor yıldız çiçeğini birinci seçince pek mutlu olmuştu. Belki de bundandır benim mor rengi sevişim.

Koca kapıdan girince sağ köşede bir yediveren incir vardı. Sabahları erkenden kalkar bu ağaçtan incir yerdim. Kurutulmaya kalmazdı… Tazesi de kurutulmuşu da çok yararlıymış incirin. Sindirimi kolaylaştırır, bağışıklığı, kemikleri güçlendirirmiş. Kan yaparmış.

Biz bunları bilmezdik. Sanırım hepsini büyükler de bilmezlerdi. Yalnızca ‘kan yapar’ derlerdi, Babamın, zeytinyağına batırılmış olanlardan iki – üç tane yediğini anımsıyorum. Sindirime iyi gelirmiş.

Beton avlunun, kapı girişine göre sağında solunda iki havuz vardı. Çevre duvarları çift idi. İkisinin arasında fesleğen olurdu. Fesleğenin sivrisinekleri kovaladığını söylerlerdi. Yanlarından geçerken çocuk başı okşar gibi okşar, elimi burnuma götürdüm mü mis gibi kokardı. Itır da öyle… Ya Isparta gülleri…

Merdivenlerden üst bahçeye çıkılırdı. Bu bahçenin kıyılarında Trabzon hurması, ergen, ekşi, tatlı nar, deve dişi beyaz nar, ekşi- tatlı erik, zerdali, armut, elma çeşit çeşit meyve ağaçları sıralanırlardı. Trabzon hurmasını hepimiz severdik ama babam en çok severdi.

Ermesini sonuna dek beklemek isterdi. Ne yapsın ki ağabeylerim ondan önce davranırlardı.

Bu bahçenin üst kıyısında üçüncü bahçeyle arasında arık akardı. Bu arığın üst başından, açılıp kapanabilen bir tahta kapakla ayrılan incecik bir su, bütün bahçenin ortasını, harımı yol yol dolanırdı. Harımın yolları suyla dolunca üstteki kapak kapatılırdı. Harımda sıra sıra domates, patlıcan, biber, salatalık, acur, soğan- sarımsak usunuza ne gelirse yetiştirilirdi.

Arıkta akan su büyükler için neredeyse kutsaldı. Çocuklar ona tükürse kızılır, uzun uzun anlatılırdı suyun komşuya geçtiği… İçinde salınan kazayaklarının suyun temizliğini gösterdiğini, salatasının çok güzel olduğunu…

Arığı küçücük bir köprücükle geçince bahçenin üçüncü bölümüne gelinirdi. Burada talvarımız vardı. Asma talvarı kaplar, üzümlerini aşağıya sarkıtırdı. Talvarın altında, gölgesinde, su sesini dinleyerek oturmak anlatılır bir güzellik değildir. Hele akşamları…

Bu bir masal mı? Hayır gerçek… Daha doğrusu gerçekti…

Bundan ötesini gelecek yazımda aktaracağım.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...