17 Nisan 2017 00:50

Sinan bir ortamın yaratısıydı

Sinan bir ortamın yaratısıydı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sinan bir ortamın yaratısıydı. O ortam yalnız Sinan’ı yaratmamış. Ondan öncekiler vardı. Bir-ikisini sayabiliriz. Mimar Hayrettin örneğin… Edirne’deki Bimarhane’yi yapmıştı… Benim en çok sevdiğim yapılardan biri… Sedad Hakkı Eldem’in Yemek Evi olarak tasarladığı, şimdilerde Atatürk Betik evi olarak kullanılan yapı… Sedad Bey bu yapıda Bimarhane’nin oylum kurgusunu olduğu gibi yineledi.

Ondan sonrakiler vardı. Çırakları Mimar Davut Ağa, Mimar Mehmed ağa gibi… Çok önemli, adı edilir yapılar yapmışlardı. Mostar Köprüsü’nü yapan Mimar Hayrettin gibi… Daha daha niceleri… 
Bunlar hep içinde var oldukları ortamın çocuklarıydılar Sinan gibi…

Bu ortamda, Sinan da, onarımlarla başlatılmıştı işe…
Kendini kanıtlaya kanıtlaya gelmişti geldiği yere…

İlk önemli yapısı da, neredeyse, yarım yüzyılı devirdiğinde verilmişti iş olarak kendisine.

(Bugün olduğu gibi, bir kişiye, dört yıllık bir eğitimden sonra mimar denilmiyordu.)

Sinan ömrünün yarısına geldiğinde, ülkesindeki hemen bütün önemli yapıları görmüştü. Onların her birinden bir şeyler öğrenmişti… Bunları yerinde, en akıllı biçimde kullanmayı bilmişti. Ayrıca, halkının tüm yapılarında kullandığı ilkeleri içselleştirmişti.

    ÇÖZÜME İÇTEN BAŞLAMAK…

     İÇLE DIŞIN TAM UYUŞUMU…

Gelin bu noktada Nazım’ın 1930’larda Kemal Tahir’e yazdıklarını anımsayalım:

    “Evvela bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli: Şekilden öze, muhtevaya değil; muhtevadan, özden şekle. İlk önce muhtevadan, özden şekle. İlk önce muhteva sonra şekil. Şeklin nasıl olacağını tayin edecek muhtevadır. Tabii bu metodoloji bakımından böyledir, yoksa şekille muhteva bir birliktir. Lakin, bu birlikte, karşılıklı tesirleri olmakla beraber eninde sonunda tayin edici unsur muhtevadır.”

    Halk yapı sanatında buna ek olarak şu ilkeleri de ekleyebiliriz:

    AKILCILIK.
    
    TUTUMSALLIK.

    ESNEKLİK.

Bütün bu ilkeler, saymadığım başkaları da, halk yapı sanatıyla, Sinan’ın yapılarında eştir.

Sinan’ın yapılarının yüzde seksenden artığı kamu kullanımı için yapılmıştır.

Son olarak altını çizmek istediğim bir-iki konu var. “Süleymaniye” ile Ayasofya’yı karşılaştırmak bizim kuşağımızda çok yapılan bir şeydi.
Süleymaniye “Strüktür olarak, sorunların nerede olduğunu bilen, arınmış bir kurgudur. Ayasofya’nın bir kuşak geçmeden kubbe sanılan üst örtüsünün yıkılması da bunu gösterir. Ama daha önemlisi Ayasofya bir kişi için yapılmıştır. Justinyan için... Ondan başkası, onun izin verdiklerinden ötesi giremezdi oraya... Eskil dönem tapınaklarına halkın girememesi gibi... 
Oysa Süleymaniye, tüm insanlara, aralarında hiç ayrım yapılmaksızın açıktır. 
Örneğin Süleymaniye yalnız namaz kılınmak için kullanılmaz...  Bir anlamda derslikler toplamı gibidir. Birçok vaiz kürsüsü olması da bundandır. 


Süleymaniye deyince en çok Sultan Süleyman mı gelir aklınıza yoksa Sinan mı?


Bu konuda Nazım’ın da bir yazısı var. Nazım’a göre ustalarının el emeği, alın teridir. Süleymaniye...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...