21 Temmuz 2016 00:51

Bir koy, üç al!

Bir koy, üç al!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Issız bir adaya düşseydiniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?
“Demokrasi
Milli irade
Hukuk.”
Türkiye denen yarım adada da “yarım darbe”den sonra “mağdur iktidar”ın heybesine aldığı üç şeyin demokrasi, milli irade ve hukuk olduğunu gördük.
Demokrasi
Milli irade
Hukuk...
Yatak limonu gibi.
Çaya çorbaya, doldur torbaya...
Her eve lazım...
Askeri darbeye, siyasi krize, ekonomik bunalıma...
Bir tutam ezme demokrasi, bir parmak milli irade, bir çimdik hukuk tozu...
Bugün darbe, yarın özgürlük...
Bay Erdoğan’ın  “kolpa darbe” sonrası ikinci açıklaması da böyle oldu.
“Milli iradenin üstünde hiçbir güç yoktur, ben cumhurun başıyım, başkomutanım. Milletle askeri karşı karşıya getirmeyin.”
Oysa ilk açıklamasında milli iradeyi askere karşı can havliyle meydanlara, havaalanlarına çağırıyordu. Darbeye karşı direnin diye.
Rus ruletini kazandı.
Gezi direnişinde özgürlük için sokağa çıkanlar çapulcu, darbecilere direnmek için sokağa davet edilenler şehit, kahraman... 
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu demeyin. 
Salah, ferah, paçayı kurtarmak için her yol mübah.
Biri milli irade, öbürü milli cemaat...
Birbirini yiyen kaç darbe gördü ki bu memleket... 
Tayyip ve FETÖ... 
Birini biliyordum da Fetö ne oluyor diye düşünmemiştim doğrusu.
İbo gibi, Apo gibi, Sülo gibi bir ad sanıyordum.
Öyle değilmiş:
“Fethullahçı Terör Örgütü”ymüş.
REİS ve FETÖ...
İki has Müslüman evladı...
Filler ve çimenler...
O Rus ruletindeki son mermi halkın başında patladı.
Onca ölüm, onca yaralı. 
Artık bayramlar, ölümlerle kutlanıyor ülkede. 
“Demokrasi bayramı” 
Katliamın adı, bayram oldu. 
Bay reisin çağrısıyla sokağa çıkan halk kurşunlandı. 
Asker, polis, halk kurşuna dizildi. 
Sokaklar kan, vicdanlar revan... 
Bu kanı kim döktü, emri kim verdi diye sormayacağım. 
Camilerden yükselen ezanlar, salalar, halkı direnmeye çağıran imamlar yalnızca emrin bir parçası... 
Türkçü Ziya Gökalp’in “Minareler süngü, kubbeler miğfer, / Camiler kışlamız, müminler asker, / Bu ilahi ordu dinimi bekler, / Allahu Ekber, Allahu Ekber.” manzumesini iktidarının bildirisi kılan  bir dilin, bu emirle kan bağı var mı diye de sormayacağım. Çünkü geride kalan bu kan bağı değil, akan kan çünkü...
Böyle görünüyor.
Askerler kışladan, katiller camiden çıktı.
Askerler kışlaya döndü, katillerse dinin bekçisi. Sokakları kana boğmayı sürdürüyor.
Tekbirlerle, tehditlerle mültecilere, Kürtlere saldırıyorlar, laiklerin çanına ot tıkıyorlar.
“Demokrasi bir tramvaydır, istediğimiz yerde ineriz.” diyen bir dilin zehirleyip sokağa saldığı “çılgın sürü” de ilgilendirmiyor beni.
Sokağa salınmış bu kışkırtılmış, cahil kalabalığın cumhurun başını tek adamlığa taşıyabileceği de anlaşılabilir.
Derdim bu iktidar oyunu da değil.
Bu “kalkışma”dan arda kalacak görüntü, kemerle dövülen, boynu kör bağ bıçağıyla kesilen “En büyük asker, bizim asker” çığlıklarıyla ana kucağından asker ocağına gönderilen o yoksul Anadolu çocuğu... 
O çocukların onurlarındaki yarayı düşünüyorum.
Bu hesaplaşma gösterdi ki kimsenin askeri en büyük değil. 
Ne boğazlanan o çocuğun ne kışlada teskere bekleyen diğer çocuğun... 
Ülkenin çivisi de çoktan çıkmış. 
Şimdi büyük cadı avı başlayacak. İktidar, koynunda beslediği yılanın zehrini akıttıktan sonra, sıra bu ülkenin aydınına, işçisine, memuruna, sendikacısına gelecek yeniden.
Çakma darbeyi bırakıp başımıza örülecek çorapları düşünmenin zamanıdır. 
AKP de bunu düşünüyor. Bir koyup üç almayı!
Rus ruleti bitti, şimdi sıra masa ruletinde.
Hileye dikkat!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...