27 Aralık 2018 00:00

Tilkinin hüneri

Tilkinin hüneri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tilki daha önce hacca gitmiş ama yeniden gitmeye niyetlenmiş. Ormanda ördeği, horozu ve kekliği görmüş. Onlara seslenmiş:

-Hadi, sizleri de hacca götüreyim.

Bizimkiler korkuyla çığrışmış:

-Hayır, biz gitmeyiz!

Tilki, bu kez şöyle demiş:

-Hacca gitmek sevaptır.

-Ama sen bizi yolda yersin.

-Canım, hiç öyle şey olur mu? Hac yolunda yapar mıyım?

Sonunda ördek, horoz ve keklik, tilkinin tatlı sözlerine kanmışlar ve cümbür cemaat hac yolunu tutmuşlar.

Akşamları ördek bir su birikintisi bulup giriyor, horoz bir taşa tüneyip uyuyor, keklikse bir tepede sabahlıyormuş.

Tilki de bu saf yolcuları nasıl tepeleyip yiyeceğini düşünüyormuş. Sonunda bir gece, bir mağaraya gelmişler, geceyi orada geçireceklermiş. Tilki, mağaranın en uzak köşesine çekilmiş. Diğer hayvanlar, kapının önünde aralarında konuşuyormuş.

Ördek:

-Galiba, tilkinin günahını alıyoruz.

Horoz:

-Kötü niyetli olsa kapıya yakın oturacağına mağaranın dibine gitmezdi.

Keklik:

-Korkacak bir şey yok, girelim.

Böyle diyerek üçü de mağaraya girmiş, girer girmez de tilki, seyirtip mağaranın kapısını kapatmış. Önce kekliği yakalamış ve bağırmış:

-Bre kafir, bre zındık, bre utanmaz. Her gün dağın başına çıkar oturursun, avcıları yorarsın, beni üzersin, ceza olarak seni yiyeceğim.

Demiş ve kekliği mideye indirmiş.

Sonra horoza dönmüş:

-Terbiyesiz horoz, sabahın köründe milleti uyandırmaya utanmıyor musun, suçun büyük, seni de yiyeceğim.

Demiş ve horozu da haklamış.

Sıra ördeğe gelmiş ama tilki düşünmüş, taşınmış, ördeğe yüklenecek bir “suç” uyduramamış, uyduramamış ya, tilkide laf çok!

-Söyle bakalım, o arkandaki yeşil ne? O yeşil, türbelere, sarıklara layıktır. Millet, yeşili başında taşır, sen utanmadan kıçında taşıyorsun. Gel buraya, cezan birken bin...

Demiş ve ördeğin de defterini dürmüş.

Sonrasında da ormanın adaleti, tilkinin hünerine kalmış.

Tilki, kimi bulsa yutmuş.

Yedikçe yemiş, yedikçe semirmiş. 

        ***

Günlerden bir gün ormanda “kral” seçmek için bir seçim yapılacakmış. Orman sakinleri; aslan, kaplan ve filden başka kimse krallığa aday olamaz diye düşünürken bizim tilki yine ortaya çıkmış ve seçmenlere şöyle seslenmiş:

-Bu ormanda demokrasi yok mu arkadaşlar, krallığa ben de adayım!

Kurnaz tilki, ortada şöyle bir göründükten sonra bir çuval boyayla ormanın kuytusuna çekilmiş ve kalağından kuyruğuna, kulağından karnına mandarin ördeği gibi rengârenk boyanmış. 

Bir su birikintisine bakıp bakıp şöyle demiş kendi kendine:

-Aman Allahım, ne kadar da güzel oldum, bu ormanın en güzeli, en akıllısı benim!

Tilki, kendini suda uzun uzun seyrettikten sonra, kostaklana kostaklana seçim sandığına varmış. Seçim alanında toplanan orman halkı, görülmemiş güzellikteki bu yeni adayı hayranlıkla ve coşkuyla karşılamış. Oylar atılmış, sandık saçılmış ve tilki, “ormanların kralı” seçilmiş.

Tahtına oturduktan sonra da ormanın ilk kanunnamesini yayımlamış. Kanunnamede şu tek kanun geçerliymiş:

“Bu ormanda bundan sonra yağmurdan ve sudan söz etmek yasaktır." 

***

Levent Kırca’nın kulakları çınlasın.

Yukarıdaki hayvan öykülerini, onun fıkralarından düzenledim.Yaşasaydı mizah ve sahne dostları Metin Akpınar’ın, Müjdat Gezen’in demokrasiyi ve düşünce özgürlüğünü savundukları için başına gelenleri de fabla ya da parodiye dönüştürürdü kuşkusuz. Masalı da şöyle bitirirdi:

“Ormanda yağmurdan ve sudan söz etmek yasaklansa da ilk yağmurda bütün tilkilerin boyaları akıp gidecek.

İşte o zaman ördeğin, horozun, kekliğin, aslanın, kaplanın ve filin ormanı; tilkiye de gerekli olan demokrasiyle yönetilecek.

Tilkinin hüneriyle değil, ormanın adaletiyle...”

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa