15 Haziran 2016

AKP, yeni döneme hazırlanıyor; ya diğerleri...

Geçtiğimiz günlerde Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki yanına bir grup gazeteciyi de alarak Diyarbakır’a gitti, Sur Eylem Planı’nı açıkladı. Öne çıkan üç öneri var. Surluların İstanbul ve Mardin gibi yerlerde TOKİ’nin yapacağı evlere yerleşmeleri; evlerinin yerine TOKİ tarafından yapılacak yeni evleri fark ödeyerek satın almaları; yıkılan evlerinin değerinin hesaplanmasından sonra verilecek para karşılığı tapuların TOKİ’ye devredilmesi... İlk tepkiler bu önerilerin büyük çoğunlukla kabul görmediği yönünde. Ancak Özhaseki’nin açıkladığı Sur Eylem Planı’nın 7.5 milyar dolarlık maliyetini göz önüne getirince, bu durumun değişebileceğini de göz ardı etmemek gerekir.

Özhaseki’nin açıkladığı teknik ve ekonomik planı siyaseten yorumlayan farklı bakış açıları hükümete yakın kalemlerden geldi. Çokça yazan oldu ama dikkat çeken iki bakış açısı üzerinden neler düşünüldüğüne bir bakalım. Bunlardan biri Kürtler üzerinden, diğeri ise hükümet üzerinden gelişmelere bakmış.

İlk bakacağımız kalem, önde gelen liberallerden Taha Akyol’un yazdıkları. Akyol “Kürtler nereye?” başlıklı yazısında, bir güven aşınmasından söz ediyor ve AKP’nin yaşanan güven aşınmasını nasıl aşacağının bilinmediğine dikkat çekiyor. “Çatışmacı söylem ülkede genel bir gerginlik yarattığı gibi, yumuşak ve birleştirici söylemin sıcaklığına duyulan ihtiyaçlar siyaseten karşılıksız kaldı” diyen Akyol, duygusal kopuşun başladığının altını da çiziyor. Akyol’a göre bu durum AKP’nin, bazen MHP, bazen de HDP tabanından oy almak için geliştirdiği tutumdan kaynaklanıyor. Akyol’un tespitleri, bölgede PKK ve HDP’ye kızgınlık olmasına rağmen bunun hükümetin işine yaramadığı, AKP’ye güvenin en aza indiği, en önemlisi de duygusal kopuşun başladığı noktasında. O, kopuşu önlemek için “terör tanımlı” politikalardan vazgeçilmesini, bölge halkının kazanılmasını öneriyor. Akyol’un bölge halkı dediği çocuğu katledilen, evi yakılan Kürtlerin nasıl kazanılacağı belli olmasa da aslında dedikleri ’84’lerden bu yana söyleneni tekrar etmekten öteye gitmiyor. Özetle, “Yaktınız, yıktınız, ancak kazanamadınız. Kaybetmemek için de bu işi uzatmadan yeni formüller bulun” diyor. Akyol’un yazısında sadece ekonomik değil, siyasal formüller bulunması yönünde de yaklaşımlar var.

Akyol, bunları yazarken hükümeti çok küçük dozda da olsa eleştiren bir tondan bakıyor. Ancak Kemal Öztürk gibi tamamen formel bakıp yaşananların sorumlusu olarak bir tek PKK’yi gören kalemler de var. Kemal Öztürk, Diyarbakır’da kimlerle konuşmuş bilmiyoruz ama ona göre tüm Kürtler AKP’nin kendilerini PKK’den kurtarmasını bekliyor. Öztürk’ün “Terörle mücadelede kritik dönem” başlıklı yazısında itiraf anlamına gelen cümleler de var.  Şu dedikleri dikkat çekici. “Devletin kararlı, güçlü tavrını gördüler. Şimdi şefkatini, güvenini, yardımını görme zamanı.” İşin özünde şunu diyor: Devlet son kerteye geldiğinde öldürür yok eder. Biat ederseniz korur, kollar, büyütür...

Öztürk’ün söyledikleri ile Akyol’un söyledikleri arasında elbet nüans var. Ancak son tahlilde Akyol ile aynı noktadan baktıklarına şüphe yok.

Akyol, iş uzamadan siyasi zemini de kollayan yeni formüller bulunmasından yana. Öztürk ise öneriden öte yapılacaklardan bahsediyor; kesenin ağzının açılacağını ve Kürt halkının satın alınacağını açıkça belirtiyor. Akyol yeni formülde farklı siyasal yapılarla yürütülecek bir sürecin olması gerektiğine dikkat çekerken, Öztürk Kürt siyasetinin bittiği, herkesin kurtarıcı olarak AKP’yi gördüğü yalanına sığınıyor.

Her şey bir yana... Haydi daha ötesini de diyelim; Taha Akyol, Kemal Öztürk veya diğerleri ne der, önemsemeyelim. Ancak bir şeyi önemseyelim. Yakıp yıkan, bodrumlarda katledenler giderek yeni dönemin politikasını da olgunlaştırmaya başladılar. Bunu yaparken ne Akyol’un öne çıkardığı gibi sadece siyaseten adım atmaya yönelecekler, ne de Öztürk’ün işaret ettiği gibi sadece ekonomik önlemler alacaklar. Her ikisini de kollayarak, elde ettikleri zorun avantajlarını da terk etmeden, kendi zeminlerini yeni çıkaracakları antidemokratik faşizan yasalarla güvenceye alarak adım adım ilerleyecekler. Paranın yetmediği yerde zoru, zorun yetmediği yerde parayı öne çıkararak siyaset üretecekler.

Durum bu; kent savaşlarında sivil alan -ki kastım yalnız HDP değil- ne yazık ki eksik kaldı; şiddeti önleyecek politika üretmede arzulanan etkiyi yaratamadı; demokrasi ve barış istencini öne çıkaramadı. Gelinen dönem sivil alan siyasetine daha fazla sorumluluk yüklüyor. Hem şiddeti, hem parayı kullanacak bir devlet gücüne karşı, sivil siyasetin elindeki tek olanak da demokrasi ve barış politikalarının taban bulması, dünyada ses getirmesi olacak.

Bunu yapabilecek mi?

Yapmak zorunda.

Evrensel'i Takip Et