03 Mart 2016 01:07

Nasıl bir anayasa?

Nasıl bir anayasa?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başlıktaki soru muhtemelen çoğumuzun yakın geçmişten aşina olduğumuz ve duyunca da “Yine mi aynı soru?” diye içimizden geçirdiğimiz bir konuya dair. Anayasa, toplumların aynı ülke sınırları içinde birlikte yaşam için oluşturdukları bir sözleşmedir. En genel haliyle bir anayasa, toplumun ortak yaşam hak ve sorumluluklarını içeren temel çerçeve metni olma özelliği taşır. Çerçeve metin olma durumu anayasayı diğer tüm yasa ve bağlı mevzuatın üzerinde belirleyici ve sınır çizici bir konuma yerleştirir.
Örneğin bugün -son kertede de olsa- Anayasa Mahkemesi (AYM) 1982 Anayasası’nda bile yer alan “basın özgürlüğü” ilkesinden hareketle Can Dündar ve Erdem Gül’ün hak gaspına hüküm verebilmektedir. Elbette içinden geçilen son 15 yıl çok daha berrak biçimde göstermiştir ki, hukuk sistemi iktidar savaşlarından ve sınıfsal bölünmeden azade bir alan değildir. Bu yönüyle düşününce AYM’nin “hak ihlali” kararı başkanlık rejimini olanaklı kılacak ve parlamenter sistemi bekleme odasından “oyunun tamamen dışına” itecek yeni bir anayasa tartışmasının da karşısında “anlamlı” bir hamle olarak gözükmektedir.

Meselenin uzaktan görünümü böyle olsa da toplumsal meselelerde belirleyici pratik süreç oluyor çoğu zaman. Anayasa tartışmasından kaçınmak pratik alanın da dışında kalmak anlamına geliyor bir haliyle.
“Nasıl bir anayasa?” sorusu içinden geçtiğimiz dönemde gerçekten iç bunaltan bir soru olsa da cevabının hazırda tutulması gerekmektedir.

1982 Anayasası’nı hazırlayan cunta rejimi, bu anayasayı 12 Eylül 1980 darbesinin “askeri gücüyle” hazırlamıştı. 1982 Anayasası’nın yasakçı hükümleri bu askeri güçten beslenirken, anayasanın ruhu ise darbeden önce ilan edilen işçi sınıfının kazanılmış haklarının elinden alınmasıyla sermaye için dikensiz gül bahçesi yaratacak haklarla bezenen “neoliberal manifesto”dan (24 Ocak 1980 Kararları) beslenmekteydi. Dönemin TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin’in 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kongrelerinde telaffuz ettiği “20 yıl işçiler güldü, biz ağladık, şimdi gülme sırası bizde” sözü, 24 Ocak kararları ile 12 Eylül darbesi arasındaki dolaysız ilişkiyi gösterirken, kendi içinde bir eyleme de işaret etmektedir. TİSK ve tekelci sermaye temsilcileri yeni anayasanın (1982 Anayasası) yazımında bizzat rol üstlenmiş ve özellikle “ekonomik hak ve ödevler”in çerçevesinin çizilmesinde aktif rol almışlardır. Neticede grev hakkının -milli güvenlik gerekçesiyle- yasaklanmasından tutun da lokavtın hak olarak ilanına kadar bir dizi “sermaye güldüren” madde anayasanın temelini oluşturmuştur.

Bir önceki anayasa tartışmasında ve şimdi Mecliste oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonunun dağılmasında iktidar ve muhalefetinin “Değiştirilemez” ilk üç madde üzerinden havanda su dövmesi yeni bir anayasanın içereceği sosyal ve ekonomik hak ve ödevler konusunda ayrıştıkları anlamına gelmez. Aksine en sağdan en sola mevcut burjuva partilerinin tamamı bu sermaye yanlısı düzenlemelerden beslenmiş, palazlanmış ve siyasetinin omurgasını (?) oluşturmuştur.

Halit Narin’in -belki de samimi bir biçimde- söylediği “Gülme sırası bizde” sözünü, anayasa tartışmalarında bugün işçi sınıfı söyleyebilmelidir. Grevin koşulsuz bir hak olduğu, ifade özgürlüğünün kapsamının koşulsuz genişletildiği, çok kültürlü yaşam ve eşit hakların anayasal güvence altına alındığı, toplum yararı ilkesinin “değiştirilemez hüküm” olarak yer aldığı bir anayasa için sınıfın taleplerini somut olarak yükseltmesi gerekmektedir.

Yarın bazı demokratik kitle örgütlerinin çağrısıyla tartışmaya açılacak “Barış için, özgürlükçü, demokratik, eşitlikçi bir toplumsal anayasa” metni “nasıl bir anayasa?” sorusunda işçi sınıfı ve emekçileri “başkanlık mı? savaş mı?”  ikileminden uzaklaştırarak daha sağlıklı bir tartışma zeminine yakınlaştıracaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...