21 Ocak 2016 01:00

Tabuttaki karanfil

Tabuttaki karanfil

Fotoğraf: Envato

Paylaş

“Bu benim vasiyetimdir.
Canım anneciğim!
Senden benim güzel gülüşlerimi hatırlamanı ve yatağımı olduğu gibi bırakmanı istiyorum.
Ve sen ablacığım!
Arkadaşlarıma de ki: ‘O, açlıktan öldü...’
Ve sen abiciğim!
Üzülme ama ikimiz birlikte, ‘Biz açız!’ dediğimizi hatırla.
Ey ölüm meleği!
Acele et ve ruhumu al ki artık cennette yemek yiyeyim. Ben çok açım.
Ve ey ailem!
Benim için korkmayın. Ben sizin yerinize de cennette yiyebildiğim kadar çok yiyeceğim.”

Bu sözler; Filistinli şair Mahmud Derviş’in, Samih El Kasım’ın, Suriyeli Adonis’in, İranlı Furuğ Ferruhzad’ın, Faslı Abdüllatif Laabi’nin bir şiiri değil.
Bir mektup.
Suriyeli bir kız çocuğunun ölmeden önce yazdığı bir açlık çığlığı.
Keşke şiir olsaydı. O zaman “hayal” der geçerdik ama “hayat.”
Daha doğrusu “ölüm.”
Ölüm, onun gözüne açlıkla görünmüş.
Suriye’de kurşundan ya da açlıktan ölen yüzlerce çocuktan biri.
Vasiyet mektubuna çizdiği bir resmi de iliştirmiş.
Bir tabut ve tabutta karanfil gibi uzatılmış bir kız çocuğu.
Savaşın onca simgesinden biri.
Kendi cenazesini taşıyan Hazreti Ali gibi ölmeden resmini yeryüzünün kanlı duvarına yapıştıran Ortadoğulu bir acı.
Alan (Aylan) bebeğin Ege sahiline yapışan fotoğrafı gibi.
Cemile kızın Cizre’de bir odada buzdolabında bekletilen ölümü gibi.
Miray bebeğin yine Cizre’de dedesinin kucağında ambulansa yetiştirilirken ölümü gibi.
Ülkemin doğusunda sokaklarda, odalarda Suriyeli kardeşlerinin “ölüm meleği”nin koynunda uyuyan kana kesmiş tüm ölü çocuklar gibi.
Dünyada savaş var.
Bu mektuptan daha etkili bir barış sözleşmesi olabilir mi savaş tiranları için?
Savaşta, göç yollarında ölen çocuklarımız bize insanlığımızı anımsatmıyorsa, bunca ölüm karşısında vicdanlarımızın bir tüyü ürpermiyorsa barışı kim getirebilir yeryüzüne?  
Ancak barış isteyenlerin sesleri daha gür çıkacak artık. Çıkıyor da. Getirirse barışı onların dipdiri vicdanı getirecek.
Bunu biliyoruz.
Barışı onlar getirecek
Savaş tiranları, kan baronları da biliyor. Bunun için, barış isteyen bilim insanlarını, sinemacıları, gazetecileri, avukatları, yazarları, aydınları susturmaya çalışıyorlar.
Oluk oluk kan akıtıp çocuklarımızın kanlarıyla yıkanmak istiyorlar.
Barıştan korkuyorlar.
Çünkü onların bildikleri bir şey daha var. Yeryüzüne barış gelirse kanlı kasalarının kasap çengelleriyle askılanmış kapıları sonsuza dek açılmayacak. Kilitleri paslanacak, silahları çürüyecek. Bu yüzden daha çok savaş, daha çok ölüm diyorlar.
İnsanlığın acısı, insanlıktan çıkmış zalimleri niye ilgilendirsin ki?
Dün böyleydi, bugün de böyle...
 “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar, sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı. Savaş kelimesi, dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu.” diyordu Oktay Akbal yetmiş yıl önce yazdığı “Önce Ekmekler Bozuldu” öyküsünde.
Bugün yazılmış gibi.
Yine marşlar, nutuklar, kanlı destanlar saçılıyor halkın üzerine. Dilleri zehirleniyor. Gazeteler korkuyla okunuyor. Savaş sözcüsü televizyonların ekranlarından kan sıçrıyor her yere.
Ama bitecek elbet bu kanlı oyun.
Şimdilik barış güvercinleri uçuramasak da...
Ne diyordu Charlie Hebdo dergisine kanlı saldırıdan sonra Paris’te yapılan dünya liderleri “barış yürüyüşü(!)” için bir Fransız sunucu?
 “Dün beyaz güvercin uçuramadık, kortejdeki liderlerin üzerine pislemelerinden korktuk.”
Barış öncüleri, güvercin diye kalplerini besliyorlar göğüs kafeslerinde. O güvercinlerin kirleteceği hiçbir şey yoktur.
Savaş bezirganlarının korkuları boşuna!
Barış, onların çocuklarını da daha uzun yaşatacak.
Onların çocukları da Suriyeli o ölü kız çocuğuyla cennette aynı sofraya oturacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...