Ümmetten cinnete
Fotoğraf: Envato
İnanmak istediklerimize inandırıyoruz kendimizi oysa gerçek, o denli yalın ki düşüncelerimizin başka başka olması, gerçeği gerçek olmaktan çıkarabilir mi? Sevinçlerimiz ve coşkularımız, zaferlerimiz, usançlarımız, yenilgilerimiz kadar benziyor birbirine. Hepimiz aynı suda yüzüyoruz çünkü. O suların üstünden geçen köprülerse bize güven veriyor. Ancak bu güven ve iyimserlik, ne acılarımızı azaltıyor ne bizi mutlu ediyor.
Her şeyin alabildiğine aşındığı bu yüzyılda geçmişin gümüş zırhını kuşanarak mutlu olmaya çabalamak da mutsuzluğun başka adı değil mi?
Yalancı mutluluklar mı kurtaracak günü? Bu sahtelik, bizi ne kadar yana yana tutabilir ki? İki kişinin yan yana yürümediği, yürüyemediği bulvarlar çoğalıyor günden güne. Bizi yalnız kılmak için bir başkası yetip de artıyor. Yalnızlaştırmak değil, kimsesizleştirmek istiyorlar. İnsansızlaştırmak…
Tek insanın çektiği acı, özgürlüğe atılan çentiktir. Acı çeken insanın da insanlığın da özgürlüğünden söz edilebilir mi?
İktidarlar; acıyı, öfkeyi ve kini kışkırtıyorlar. Onlar, ruhun maddeden daha kolay kırılacağını, daha kolay donacağını biliyorlar. Bunun için denekleştirdikleri büyük, sessiz çoğunluğa öfkenin ve cinnetin al atını kırbaçlatıyorlar.
Her şey küçümseniyor. Yaşamın hiçbir işe yaramadığı düşüncesi, ona olan inancımızı törpüleyip eritiyor. Yaşamın karşısına başka bir yaşam koyanlar bile bir alt kültür ögesi oluveriyor.
Yeşiller, savaş karşıtları, feministler, insan hakları savunucuları, dernekler, odalar, sendikalar da toplumsal yalnızlığın kuyusuna düşebiliyor. İnsan, burada da yalnızlaşabiliyor. Hiçbir toplumsal oluşum, insanın evrensel yalnızlığından söz etmiyor çünkü. “Büyük insanlık” ülküsü, toplulukların ruhunda eriyerek bireyin mutlak özgürlüğünü yok ediyor.
Bu kara, acımasız düzene karşı verilen savaşın, bireyi iktidarlar karşısında özgürleştirip “özne”leştirmesi beklenirken onu sistemin bir nesnesi kılabiliyor. “Ben” yüceltilmediği için de hiçbir acısı, yenilgisi, yası sağaltılamıyor ve insan kendine ve topluma yabancılaşabiliyor. kendinin ötekisi olabiliyor. Böylece aydın, kendi yalnızlığını ekip biçiyor.
Aydınların bu yabancılaşmasının yanı sıra, ülkesinde olup bitenlere öldürseniz aklı ermeyecek büyük, sessiz çoğunluksa gizli bir gücü oluşturuyor. Düşünmeye, sorumluluğa karşı bu gizli, örtülü siyasal güç toplumsal düzene yön verebiliyor. İktidarlarla kol kola girebiliyor.
Futbol taraftarları, din tutucuları, lotaryacılar, faizciler… Gündelik hercümerç içinde oyalanan bu “mutlu çoğunluk”, toplumsal aşınmayı daha da hızlandırıyor. Bu çoğunluk, işsizler derneklerinde, spor taraftarları derneklerinde, cami yaptırma derneklerinde aynı anda ümmetten cinnete gidip gelen gizli ve ilkel yeni bir iktidar oluşturuyor.
Acı ve öfke, bu çoğunlukla sokakta, evde, işyerlerinde kışkırtılıyor. Aydınların payına ise yalnızlık ve mutsuzluk düşüyor. Bu durumda, bu yalnızlıktan kurtulmak için aydınların yan yana gelerek vicdanlarını örgütlemelerinden başka bir yol görünmüyor önümüzde.
- Ya benimsin ya kara toprağın! 17 Nisan 2019 19:15
- İmamın cennet sepeti 03 Nisan 2019 19:19
- Abdest de bozuldu namaz da 20 Mart 2019 20:39
- Bir aşk filmi ve Fikret’in “Sis”i 06 Mart 2019 20:25
- Şüpheli turşu paketi 20 Şubat 2019 23:40
- Politika üzerine 07 Şubat 2019 00:41
- Beethoven’ın kulakları çınlasın! 24 Ocak 2019 00:10
- Mitomani ve kurt kafası 10 Ocak 2019 00:15
- Tilkinin hüneri 27 Aralık 2018 00:00
- Haiku ve evrensel yörünge 12 Aralık 2018 23:10
- Dalkavuklar ve patlıcan oturtma 28 Kasım 2018 23:26
- Baba beni bırakma! 15 Kasım 2018 00:10