10 Şubat 2015 00:42

Kayıkçı ekonomisi

Kayıkçı ekonomisi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son bir hafta, siyasi iktidarın ekonomi konusundaki sürrealist açıklamaları ile geçti.
Bu açıklamaları bizim dışımızda izleyen dünyadaki ekonomi uzmanlarının “Dünya size güzel’’ kanaatine ulaştıklarını söyleyebiliriz.
Merkez Bankası bağımsızlığı, faiz ve döviz kuru tartışmaları; Durmuş Yılmaz, Cumhurbaşkanı ve Nihat Zeybekçi arasında sürerken, Başbakan Davutoğlu’nun G20 toplantısında, 10 bin ABD dolarının altına inen kişi başına düşen milli geliri, 19 bin ABD doları ilan etmesi ile farklı bir düzeye erişmiştir.
Kısaca hatırlayalım…
Merkez Bankası Eski başkanı Durmuş Yılmaz’ın BBC Türkçeye verdiği mülakatta cumhurbaşkanının faiz oranı-enflasyon ilişkisini tersten yorumladığı eleştirisine karşılık Erdoğan’ın; “O kendi işine baksın” demesi üzerine Durmuş Yılmaz’ın yeni bir açıklamayla, “350-400 yıllık bir ekonomi politik bilimsel literatür var. Bu doğru değilse Smith’in Keynes’in ve diğerlerinin kitaplarını bir alana yığalım ve yakalım. Sonra da, Merkez Bankası yasasını değiştirip faizleri sıfırlayalım, görelim öyle mi oluyormuş” ifadesinde bulunmasına bu kez Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi karşılık verdi.
Zeybekçi, Durmuş Yılmaz’a hitaben: “O hâlâ Keynes’te mi kalmış, hâlâ yakmamış mı o kitapları? Sonuçta ayrılığımızın en büyük sebepleri ortaya çıkmış oluyor. Onlar hâlâ Keynes’te kaldıysa, Keynes’in teorilerinde kaldılarsa, ‘vah vah’ diyorum ben memleketin haline.”
Bu kayıkçı dövüşü sermaye cephesini de huzursuz etmiştir. TUSİAD Başkanının “Merkez Bankası bağımsızlığı” konusuna vurgu yaptığı görülmektedir. Bütün bu tartışmalar içerisinde neyin savunulacağı, hangi noktada durulacağı geniş halk kesimleri açısından giderek önemini artırmaktadır.
Bir kez konu Merkez Bankası bağımsızlığına indirgenerek çözülebilecek kadar basit değildir.
Nitekim Cumhurbaşkanı “Ey Merkez Bankası daha neyi bekliyorsun. Şimdi diyebilirler, Merkez Bankası bağımsızdır. Bende bağımsızım” demektedir. Yani Merkez Bankası bağımsızlığı bugün vardır, yarın yoktur. 
Tartışmanın döviz kuru cephesine geçtiğimizde; faiz oranını düşürme eğiliminin, döviz kurunu hızla yükseltmekte olduğunu görebiliriz. Bu ara sonuç, -geçtiğimiz hafta bahsettiğim gibi- esasen iktidarın hedeflediği bir sonuçtur. İktidarın beklentisi, gizli devalüasyonla TL’nin değerini dolar karşısında düşürerek bu sayede ihracat gelirini artırmaktır.
İktidar koalisyonun, gizli devalüasyonla ihracat gelirini arttırma hedefi yolunda Keynesyen makroekonominin temellerine saldırması geniş halk kesimleri için iktidara karşı, Keynes’i ya da genel olarak kapitalist politik ekonominin herhangi bir argümanını (TÜSİAD’ın yaptığı gibi) savunmayı gerekli kılmaz. Neticede, sermaye ve iktidarı bu dalgalı seyirde kendi kayığını yürütmenin hesabındadır.
Belirleyici olan iktidarın ekonomi politikası amaçları ve bu amaçları gerçekleştirmek üzere uygulamaya koyduğu ekonomi politikalarının halkın geneli üzerinde bıraktığı etkilerdir.
Somut durum üzerinden hareket ettiğimizde; 
- Ülkenin dış borç stoku son bir ayda 75 milyar dolar yükselmiş, 
- İthal girdi fiyatları -döviz kuru artışına bağlı olarak- yükselmeye başlamış, 
- TL’deki bu değersizleşme süreci, petrol ve gıda fiyatlarındaki dünya genelinde yaşanan düşüşün, ülkeye yansımasını engellemiştir.
İşçi sınıfı ve emekçiler açısından bu kayıkçı dövüşünün somut zararı, yükselen mal ve hizmet fiyatları (pahalılaşan hayat) ve sosyal/siyasal hak ve özgürlüklerin yok edilmesi (grev, kıdem tazminatı ve gösteri hakkı gibi) olarak karşımıza çıkmaktadır.
Keynesli ya da Keynessiz, Merkez Bankalı ya da bankasız, faiz mi enflasyondan ya da enflasyon mu faizden hiç fark etmez, yaşanan bu altüst oluşun geniş halk kesimlerine fatura edilmemesi için daha fazla birlik ve daha fazla mücadele gerekmektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...