06 Aralık 2014 01:00

Ak rejimin kültürel bataklığı

Ak rejimin kültürel bataklığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sokak hareketlerini vahşice uyguladığı şiddetle sindiren, yaptığı yolsuzlukları da halının altına süpürebildiği kadar süpüren AKP rejimi, postu sağlama aldığına kanaat getirmiş olacak ki son haftalarda toplum mühendisliğine iyiden iyiye hız verdi. Böyle söyleyince hem Kemalistler (solcu takılanları dahil), hem de AKP’liler pek bozuluyor, demek ki doğru, baştan aşağı neokemalist bir toplum projesi bu. İdeolojik olarak köksüz, kültürel olarak çorak rejim, ilhamını mecburen kendisinden bir önceki kafası karışık toplumsal projeden alıyor. Ha, haksızlık etmeyelim, Kemalizm o kafa karışıklığını iki dünya savaşının arasında ve kendi bağımsızlık savaşından sonra yaşadı. AK rejim ise on iki yıldır çökedurduğu iktidarın rahat koltuklarında çapsızlığından bir şey üretemeyip, 85 yıl öncesini kopyalıyor. AKP projesinin neden neokemalist olduğunu daha sonra yine tartışırız da, biraz bu çapsızlığı yaratan iklimi kurcalayalım.
Daha önce defaatle yazdım, tekrar edip okurun içini baymanın anlamı var mı bilmiyorum, ama o riski alarak özet geçeyim. Bir rejimin, yalnızca elindeki ekonomik sermaye ve sosyal ağlarla ciddi bir tahakküm kurması mümkün, kuruyor da zaten. Ama bunun dört başı mamur bir hegemonyaya evrilmesi, yani kendisine karşı olan tüm muhalefeti rızaya gark etmesi için kültürel alanı da tamamen ele geçirmesi gerekiyor. Arkanızda yüzde 80 halk desteği bile olsa, yüzde 20 sizin meşruiyetinizi kabul etmiyorsa hegemonya kuramazsınız. O yüzde 20’yi en az “çalıyorlar, ama çalışıyorlar” seviyesinde bir rızaya çekmeniz gerekir. AKP, kültürel alandaki taşeronları liberal entelektüeller ve Cemaatçiler sayesinde bir on sene bu konuda başarıya ulaşır gibi oldu. Ancak ne vakit taşeronlara ihtiyacı kalmadığını sandı, o vakit film koptu. Tek kişinin anlamsız hükmetme hırslarının peşinde savrulmaya başladı. Savaşın ısrarla kaçındığı kültürel cephesi açıldı ve AKP bataklığa saplandı.

TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNDÜRMEK

Haziran 2013’ten beri bu kültürel yenilginin çareleri aranıyor. Önce kitle mobilizasyonu, yani “Yüzde 50’yi sokağa dökme” denendi. “Onlar sokağa beş milyon kişi çıktı, bizim yalnız üye sayımız sekiz buçuk milyon kişi” hesabı tutmadı, zira kültürel sermayeyi kelle sayarak hesap etmek mümkün değildi. O olmayınca şimdi iki taktik deneniyor. Birincisi, “karşı mahalle”nin saygı duyduğu hesap edilen kimi entelektüelleri, sanatçıları ödülle, ihaleyle, şunla bunla kendi tarafına çekerek vitrini bunlarla doldurmak. İkincisi ise yenilgiye neden olan kültürel alanı dümdüz edip, 12 Eylülvari bir Tabula Rasa ile yeni bir kültür yaratmak.
Birinci yöntem, zaten paçalarından pejmürdelik akan bir yöntem. AK rejimin hesap edemediği şu. Rejim ile karşıtları arasındaki çizgiler artık politik bir ihtilaftan geçmiyor. Karanlık bir sokakta döverek öldürülmüş gençlerden, katledilen çocukların yığınlara yuhalatılan analarından geçiyor. AKP, daha ziyade Erdoğan diyelim çünkü partinin Erdoğan’ınki dışında bir varlığı yok, politik müzakere ortamını bile isteye ve gayrimeşru yöntemlerle yok etti. Şimdi oraya geriye dönmeye çalışsa bile faydası yok, ki istemiyor da zaten. Dolayısıyla, artık rıza yaratma çabasının da anlamı yok. Herkes biliyor ki, iki mahalle arasındaki sınırı ölü çocukların bedenlerine basmadan geçmek imkansız. Yavuz Bingöl’ün yaptığı gibi sonradan kazı çevirmek isteseniz bile yalanınız elinizde patlıyor. Yapabileceğiniz tek şey, Alev Alatlı’nın yaptığı gibi leoparın kuyruğunu tutup bırakmamak, yani arkanda bıraktığına bakmazsızın huşu içinde biat etmek. Bu yolda, iki büklüm el pençe divan bir postürde sansarsı gülümsemelerle poz vermeniz gerekse de, artık o kadar olur.
İkinci yöntemi irdelemeden, şunun altını net çizelim. Bu saatten sonra Berkin’in üstüne basıp karşıya geçen şarkıcı, türkücünün ya da yazarın, entelektüelin sınırın bu tarafında bir kıymeti yok. AKP, devşirdiklerinden bu tarafın kültürel sermayesini, Zerrab’ın altın kaçırdığı gibi, o tarafa kaçırmasını bekliyor. Lakin o sınır öyle bir turnusol kağıdı ki, üstüne basanı iyot gibi ortada bırakıyor. AK rejimin devşirmeye çalıştığı kültürel sermaye bu tarafta kalıyor, karşı tarafa posası geçiyor. Rejime kalan her gün daha fazla düşkünü beslemek oluyor yalnızca.

HAKİM OLAMIYORSAN, YOK ET

Durum böyle olunca, AKP’nin kültürel alanın varlığına olan öfkesi artıyor. “Bu iş böyle olmayacak, kendi kültürümüzü yaratalım” kafasına bürünüyor. Bu yönteme başka alanlardan epeyce aşinayız. Lakin kültürel yapıları yok edip yenilerini bina etmek, kupon araziye çöküp yandaş müteahhitle kırışmaya benzemiyor. Elinizde eskisini ikame edecek yapılar oluşturacak kültürel sermaye yoksa rezil oluyorsunuz. Yapabildiğiniz, Galata Kulesi’nin dibine çay ocağı açmak olabiliyor en fazla. Hele kitle kültürü ürünleri üretemiyorsanız, işiniz daha da zor. Zira, yok etmeye çalıştığınız kültürel yapının müşterisi olan kendi kitlenizi de doyuramayacaksınız demektir. Behzat Ç.’nin baş rol oyuncusunu devşirdiğiniz solcu senaristle kombinleyip çektiğiniz dandirik dizinin ömrü kadar bile olamıyor kültürel projenizin yaşam süresi. Bu durumda AK rejim ne yapıyor? Aynı futbolda yaptığını. Nasıl ki tribünler kendisini protesto ettiğinde Passolig denen tezgahı kurup tribünleri boşalttılar; şimdi de kültürel alanı boşaltmaya çalışıyorlar. “Ya benimsin, ya kara toprağın” kafası yani. Valla filmin sonunu söylemek gibi olmasın ama o iş öyle olmuyor. Yüksek kültürü yok edersin de, Türkiye gibi tüketim ve eğlence müptelası bir toplumda kitle kültürü arzını kesersen mesele çıkar. Karşı mahalleden ödünç almadan Huzur Sokağı’nı bile çekemeyen bir yapı için büyük hayaller bunlar.

Kabul etmek gerekir ki, ekonomik ve sosyal açıdan AKP çok büyük ve başarılı bir network kurdu. Kendisinden olmayanı kolayca açlığa mahkum edebilecek, buna hem muktedir, hem de o gaddarlığı haiz bir rejim bu. CEO’su “Ben de çapulcuyum” dedi diye maliye müfettişlerini kapıya gönderen, kendi ağları içinde yüzde 100 biat etmeyeni (Sabık AA Genel Müdürü gibi yüzde 99 biat edenler de dahil olmak üzere) zalimce cezalandıran bir zihniyet bu. Ama kültürel olarak gerçek bir çölle karşı karşıyayız. AKP, şimdiki kültürel alanı tüm yapılarıyla dümdüz etse dahi yerine bir şey koyabilecek kültürel kapasitede değil. Ne yüksek kültür, ne popüler kültür, ne de çerezlik kitle kültürü açısından buna sahip. Lakin, neokemalist “Her şeyi biz icat ettik, öz güvenli olmalıyız” goygoyuyla bu değirmen döner sanıyor. Sanadursunlar madem.

BİRİ BİRLE ÇARPARSAN KAÇ EDER?

AKP’nin kültürel zayıflığı şuradan kaynaklanıyor. Beşeri sermaye açısından zaten çok güçlü değil ama yetişmiş az sayıdaki kadrolarına da hiç değilse kendi kültürünün tohumlarını atacak kadar bile özerk düşünce alanı tanımıyor. Parti-devletin sekiz buçuk milyon üyesi bile olsa, çıkan ses sayısı bir. Biri de sekiz buçuk milyon kere bile kendisiyle çarpsan sonuç yine bir oluyor. Özetle, herkes Reis’in ağzına baktığı sürece, AKP’nin beşeri sermayesinin de, kendi entelijansiyasının da hiçbir önemi yok. Rejimin kendi kültürel sermayesini biriktirmek için ihdas ettiği SETA, AA, TİKA, UETD gibi yapılar da anca haşmetmeaplarının sabah uyanıp delleniverdiği mevzunun altını doldurmaya yarayabiliyor ancak.
Rejimin Milli Eğitim Şûrasıyla belli ettiği, özellikle eğitimi İslamileştirme, dini tahakküm kurma çabaları tehlikeli elbet. Bu kültürel hezimetin kabul edilip, o yenilginin izlerini tüm kültürel alanla beraber yok etme hırsının işareti çünkü. Zaten Türkiye’nin yetişmiş insan açığı ortadayken, kafası hurafeyle doldurulmuş nesiller yaratarak, ülkeyi felakete mahkum etmek demek bu. Kültürel olarak yenilmiş bir rejimin intikam hezeyanlarıyla Türkiye’nin önümüzdeki en az yirmi-otuz yılını sakatlama çabasını izliyoruz. Bununla şüphesiz mücadele etmek gerekiyor. Kültürel alan, tüm yapılarıyla bunun cephesi olmaya devam edecek. Artık kültürel sermaye sahibi kitlelerin boykotlarla örülmüş sağlam barikatlar kurması gerekiyor. Bunun nasıl olacağını da tartışırdık ama köşe bitti bu haftalık. Artık haftaya...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...