19 Kasım 2014 01:00

Anamın çocuklarına mirası: Kılama dayîka mın

Anamın çocuklarına mirası: Kılama dayîka mın

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Anne çocuk öyküsü üzerinden kurgulanan bir film bu günlerde gösterime girdi.

‘Annemin Şarkısı’, Kürtçe adıyla ‘Kilama Dayîka Min’ filminden söz ediyorum.

Dili Kürtçe, Türkçe diyaloglar da var. Saraybosna ve Antalya film festivallerinde ödüller aldı. Başka festivallerde de aldığı ödüller var. Senaryosu da ödüllüydü.

Yaşanan acıları anne ve çocuk gibi politize etmeniz zor olan, duyguları önde karakterler üzerinden anlatmak kolay değil.

Sinema bilgim yok denecek kadar; hatta adı geçen filmde birkaç dakikalık rolüm olmasına rağmen izleyici olmanın ötesinde hiç bilmediğim bir alan. Yine de söyleyebilirim ki Yahudilerin yaşadıklarını, İran’da, Afganistan’da kadınların, çocukların acılarını slogana başvurmayan yapıtlardan içiniz kan ağlayarak, bazen de gözünüz ıslak izleyebiliyorsunuz.

Başka halkların da acılarına dikkat çeken bu türden filmler var mı, bilmiyorum.
Mutlaka vardır.

Memnuniyetle görüyorum ki Kürtler de son yıllarda bu türden filmler yapmaya başladı.

Huner Salem, Bahman Ghobadi ve daha birçok yönetmen naif öyküleriyle sinemaya uyarladıkları filmlerde bu acıları başka başka yönleriyle yansıttılar. Şimdi ise Annemin Şarkısı ile Erol Mintaş, kentli yaşamın girdabından yola çıkarak yaşanan acıları beyaz perdeye aktardı.

Sınıftaki öğretmenin, Aziz Çapkurt’un mükemmel oyunculuğuyla çocuklara anlattığı tavuskuşu olmaya çalışan karganın öyküsü ile Kürtçe başlayan film, araya giren beyaz toros ile izleyicinin kafasında ilk soru işaretini daha filmin başında oluşturuyor. Filmin bitiminde de bir diğer mükemmel oyuncu Feyyaz Duman aynı öykünün Türkçesini anlatarak filmi bitiriyor.

Kürtçe başlayıp Türkçe biten tavuskuşu olmaya çalışan karga öyküsü bile yaşanan acının bir boyutu.
Aralarda neler yok ki!

İzleyiciyi rahatsız etmeyen, izleyiciyi kendi çıkardığı sonuçlara göre düşündüren; anlatıyı söze ve slogana boğmayan film elbet Kürdün öyküsü.

Müsaade ederseniz bundan sonrası biraz özsel olsun; çünkü filmin bir diğer oyuncusundan, Nigar Ana’dan, yani Zübeyde Ronahi’den söz etmek istiyorum.

Zübeyde, öz anam...

O da benim gibi sinemada sadece izleyici biriydi.

Erol, Zübeyde Ana’yı Bilgi Üniversitesi’ndeki bir panelde tanıdıktan sonra peşini bırakmadı. Bir yandan filmi yaşama geçirmek için çaba harcıyor, diğer yandan da neredeyse gün aşırı arayarak filmdeki Nigar Ana’yı, annemin oynaması için onu ikna etmemizi istiyor.

Annem aslında ikna da gelenekçi yapıdan çekiniyor.

Nihayetinde senaryoyu anlayınca deneme çekimleri için razı oldu ama bir şartı da küçüğünden büyüğüne ailenin tüm fertlerinin razı olmasıydı.

Aile derken, çekirdek bir aileden söz etmiyorum.

Büyük amcalardan itiraz etmesi muhtemel herkese kadar birçok aile ferdine projeyi açmak zorunda kaldık. Bir tek itirazla, bu aşamayı tamamladık. İtiraz eden büyük abim, devamı gelmemesi şartıyla protestosunu sessiz sürdüreceğini, engel olmayacağını söyledi.

Niye mi bu eziyet?

Kolay değil, 70’inde bir kadını nihayetinde ‘artiz’ yapıyoruz. İtiraf edeyim ki benim 2 dakikalık çekimim neredeyse 3 saati buldu. Zübeyde anam ise bana mısın demeden oynuyordu. Kürtçe metinleri okuyor, birkaç dakika içinde doğaçlıyor, kameranın karşısına geçiyor, birkaç tekrardan sonra sahneyi kotarıyordu.
En önemlisi ise birebir benzeşmese de kendi yaşadıklarını, son 30–40 yılda Kürt ulusal mücadelesinin kitleselleştiği yıllarda gördüklerini oynuyordu.

Çocukları nedeniyle evi durmadan basılan, beyaz toroslarla götürülüp kaybedilen insanlarla, onların aileleriyle komşu olan, bu yetmez; zorunlu olarak yolu büyük kentin varoşlarına düşüp akabinde beton yığınlarının içinde yaşamaya mahkûm olan Zübeyde Ana, bazen gözleri dolarak da olsa ‘rolünü’ tamamladı.

Yaşamının bir gününde bile devlet okulunda eğitim görmemiş 70’inde bir anadan başrol oyuncusu çıkarmak kolay değil. Film ekibinin bundaki payı ve emeği yadsınamaz elbet. Ama unutmamak gerekir ki 70’lerin ortalarından günümüze kesintisiz süren Kürt özgürlük mücadelesinin cezaevi önlerinde, mücadele alanlarında eğittiği, Kobanê’de tarih yazan kadınlarımızın da bunda payı var.

Anam için ilk ve son oldu; kendi deyimiyle, “zirvede başladı ve orada bitirdi.”

Şimdi çok mutlu, devletin zulmüyle çocuklarına miras bırakamamanın acısını yaşıyordu; Kilama Dayîka Min ile geleceğe miras bıraktı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...