Muhaberat devletine doğru
Bu ülkede adım adım gücünü ‘kişiselleştiren”, her şeyi kendine bağlayan bir yönetim anlayışı pekiştiriliyor. Bu yönetim anlayışının ülkenin geleceği adına halklara sunabileceği hiçbir güvence yoktur. Bir dönem sonra bu anlayış, artık kitlelerin kendini desteklemesi gereğini de duymayacak, ülkeyi örnek aldığı Irak ve Suriye BAAS’ının yaptığı gibi kişisel gücün kontrolü altındaki ‘muhaberat’ üzerinden yönetecektir.
MİT’i bir bütün olarak kendine bağlayan, yasalarla bir tek kendini değil MİT benzeri kendine bağlı kurumları da kişisel kararlarını yaşama geçirecek şekilde yeniden dizayn eden, hukukun değil kanunun gücünü esas alan yönetim ne demokratiktir, ne de geleceği olan bir yönetimdir.
Bu anlayışta, bir tek babadan oğula devredilebilecek ‘kişisel gelecek tahayyülü’ vardır. Bu yönetim anlayışının dini ve milli hezeyanlarla öne sürdüğü 2023, 2053, 2071 gibi hedeflerin ise sadece aile, yakın çevre ve biat etmiş bağımlılar grubunu şahlandıracağı, büyük bir mali kontrol ile yönetimin ‘muhaberatlaşmasına’ hizmet edeceği aşikardır.
Bu anlayışın fikri alt yapısı, ilk iki dönemde –kabul etmek gerekir ki etkili bir mağduriyet politikası esas alınarak– adım adım oluşturuldu. Üçüncü dönemde yönetimin en önemli unsuru sayılabilecek mali ve kanuni güç sağlamlaştırıldı, askeriyeden emniyete, eğitimden sağlığa, istihbarattan diyanete, iş dünyasından medyaya tüm kurumlar bir bütün olarak kişiselleştirilen yönetim mekanizmasının kontrolü altına alındı; henüz kendilerine ihtiyaç duyulan seçmen kitlesi kamplaştırılarak kemikleştirildi. Son adım olarak ise fiili başkanlık ile pekiştirilecek cumhurbaşkanlığıyla bu anlayış geleceğe taşınmak, kalıcılaştırılmak isteniyor.
Kim ne derse desin, hukukun kontrolü altında olmayan, demokratik denetim mekanizmaları bulunmayan, kişisel güç toplayan ve bu güç ile yöneten anlayışın zerre güvencesi yoktur.
Peki, muhalefet ne durumda?
Parlamentodaki 4 partiden ikisi yani CHP ile MHP, sadece Başbakanın iki dudağı arasına sıkıştırılmış AKP yönetimden daha iyi bir gelecek vaat etmiyor.
Kitlelere güven verecek politika üretmekten yoksunlar ve tek dertleri AKP ile Erdoğan...
Kendilerini, bugünkü politikaların müsebbibi olan ve açık demek gerekirse Erdoğan’ın ekmeğine yağ süren 1923’lerin baskıcı ve zorba yönetim anlayışının bir adım ötesine taşıyabilmiş değiller.
CHP ve MHP’yi destekleyen kemik kitle dışındakiler ise sadece AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden bunlara destek veriyor.
Meclisin sayıca küçük grubu HDP, hiç kuşku yok söz ve eylemiyle Türkiye’nin demokratik geleceğinin güvencesi...
Türkiye ve Kürdistan halklarının ortak yaşamını kurmak ve demokratik bir yönetimi oluşturmak üzere yola çıkan HDP’nin ardında, parlamentodaki iktidar ve muhalefet ile kıyaslanacak bir kitle gücü olmasa bile, onlardan daha güçlü bir deneyimin olduğu açık.
Bu olumlu yanlarına rağmen HDP’nin ne yazık ki gelişmeleri yönetme kapasitesi sınırlı.
En etkin muhalefeti sadece sokakta yapabilen, devletin her kademesinden dışlanmış, egemen zihniyetin parlamentodaki varlıklarına bile tahammül edemediği bir partiden söz ettiğimiz de unutulmamalı.
Elbet parlamento dışında da gidişata karşı çıkan, AKP’nin BAAS’laşmasından kaygı duyan, ülkenin özgür ve demokratik geleceği için mücadele edenler var.
Meclis dışındaki muhalefetin özellikle HDP/HDK dışında olanlarının önemli bir bölümü ne yazık ki henüz küçük hesapları aşabilmiş, grup sınırlarının dışına çıkabilmiş değil.
Şurası artık çok açık; eğer Erdoğan, muhalefetin de aymazlığından yararlanarak 10 Ağustos engelini aşarsa, Türkiye’nin geleceği bugünden iyi olmayacak.
Türkiye’yi adım adım bir muhaberat devletine taşıyan bu gidişata müdahale etmek mümkün. Elbet uzun vadeli politikalar da üretmek gerekir. Ama öncelikle en yakın dönemin seçiminde, 10 Ağustos’ta, Türkiye’yi Irak ve Suriye’nin BAAS anlayışı ile yönetmek isteyenlere “dur” diyecek politikalarımızın olması lazım.
Adaylığının ilanı döneminde MHP-CHP ne kadar şişirse de görüldü ki Ekmeleddin İhsanoğlu bu gidişatı önleyecek bir lider değil. Üstelik henüz ‘devlet memuru’ zihniyetini de aşamadığı belli. Sadece verilen vazifeyi yapacak, gelen kağıtları imzalayacak; o kadar...
Gidişata dur demenin kısa vadedeki yolu, Selahattin Demirtaş ve onun temsil ettiği zihniyetin desteklenmesi ve güçlendirilmesidir.
10 Ağustos bunun için iyi bir fırsattır.
Hiç kuşku yok, uzun vadeli yol haritasını da seçimden hemen sonra uygulamak üzere oluşturmak gerekir. Çünkü sorun, muhalefetin en güçlü temsilcisi olmasına rağmen sadece HDP’nin sorunu değil; söyleyecek sözü olan herkesin sorunudur...
Evrensel'i Takip Et