Sonsuzluğun kum saati
Fotoğraf: Envato
Sanat ne kadar uzun Tanrım, hayat ne kadar kısa!” diyor Goethe. Hayatı uzatansa yine sanat değil mi? Bilim mi? O, yalnızca ölümü geciktirebilir, hayatı değil. Onu yaşayan, yaşatan sanatçılardır. Ressamlar, heykeltıraşlar, şairler, oyuncular… Onlar, hayatı yaşarlar, ölümü herkes yaşar.
Ölümsüzlük, sanat yapıtının aradığı tek gerçekliktir. Ona da sanatçı düş gücüyle gider. Bilim insanları da aynı yolu yürürler. Bilimi de sanatı da gerçek kılan düş gücü değilse nedir ki? İkisi de insanı arar. Bulur mu? Belki. İnsanı ararken sonsuzluğu yakalarlar. Buldukları hem insanın hem de kendilerinin sonsuzluğudur.
Altamira mağarasının duvarlarından bugün bilgisayarların duvarlarına yansıyan düş gücü, sonsuzluğun olduğu kadar uygarlığın da en önemli aynası olmalı. O aynanın yansıttığı ışıkla beslenir bilim de sanat da.
Bilimin aydınlığı o büyülü aynayla sınırlı değildir kuşkusuz. İnsanı ön yargılarından, korkularından tutsaklığından kurtaran, düş gücüyle birlikte insanın özgür geleceğe inancıdır. Bilim de sanat da evrensel bir özgürlük tutkusuyla insan ruhunu kazar da kazar. Ruhu köleleşmiş sanatçının, bilim insanının ise çağına ve geleceğe vereceği hiçbir şey yoktur.
Özgürlük, yaratıcının uçsuz bucaksız ruhundadır ve o ruh, yaratmak için günler geceler boyu seferdedir. Yıllar önce Diyarbakır’dan Mardin’e giderken doğu kapısındaki terminalden kırık dökük bir görüntü kaldı belleğimde. Kötürüm bir seyyar satıcı genç, meyve tezgahına bir tabela iliştirmişti. O sözü yıllar var unutamıyorum: “Beden hasta, ruh seferde.” Ruhun seferi yıllarla değil, yüz yıllarla sürüp gidiyor insan için. O “seferi ruh” olmasa ne bilimsel buluş olurdu ne sanat yaratısı…
Bilim de sanat da bu sonsuz yolculuğunda “olan”la çalışır. Hayat olmazsa bilim de sanat da güdüktür. Tatsız tuzsuzdur. Bunun için “Şairin işi bir tür simyacılıktır, madenlerle değil, sözcüklerle çalışır o” demiyor mu Melih Cevdet Anday? Siz şairi yazar da anlayın! Olan sözcüklerle kurulan yeni dünyalar, simyacının işinden az mı zordur?
Dönüştürmek, bilimin de sanatın da en zor işidir. Yaratıcı, edip ya da mucit, şair ya da kaşif tüm evreni dönüştürmek, kendi ruhuna benzetmek, ondan yeni bir yeryüzü yapmak ister. Bir değil, binlerce yeryüzü… Kuşu gökyüzüne, balığı denize, umutsuzluğu umuda, kötülüğü iyiliğe, tutsaklığı özgürlüğe dönüştürmek…
İnsanı dönüştürürken evrenseli aramak az şey midir Bunun için de sanatın temaları ve istekleri “insan” kadar aydınlık. “Barış, emek, bilim, dil, aydınlanma” Daha ne olsun? Bunları çıkarın kötülükten başka ne kalır ki insandan geriye? Onu başkasına bırakalım.
Dünyanın kötülüğü, bilimin, sanatın apaydınlık aynasını nasıl karartabilir ki? Balçığın batağın ortasında bir buluş, kısacık bir şiir, cıvıl cıvıl bir resim ruhumuza güneşli çarşılar, yemişli bahçeler gezdirir. “Sonsuzluk ve bir gün” içindir onca uğraş, onca didinme.
Bu alın teri, daha da değerli kılıyor sanat yapıtını. Hadi, son sözü de Cemal Süreya’ya ve Acem şiirinin delice kızı Füruğ Ferruhzad’a bırakalım: “Hayat kısa, kuşlar uçuyor.” diyor Süreya. Nerede mi? Yeryüzünün her yerinde. “Uçuşu hatırla, kuş ölümlüdür.” diyor Füruğ.
Zamandır kalıcı olan. Onu da sanatçı yaşar. Sonsuzluk için…
- Ya benimsin ya kara toprağın! 17 Nisan 2019 19:15
- İmamın cennet sepeti 03 Nisan 2019 19:19
- Abdest de bozuldu namaz da 20 Mart 2019 20:39
- Bir aşk filmi ve Fikret’in “Sis”i 06 Mart 2019 20:25
- Şüpheli turşu paketi 20 Şubat 2019 23:40
- Politika üzerine 07 Şubat 2019 00:41
- Beethoven’ın kulakları çınlasın! 24 Ocak 2019 00:10
- Mitomani ve kurt kafası 10 Ocak 2019 00:15
- Tilkinin hüneri 27 Aralık 2018 00:00
- Haiku ve evrensel yörünge 12 Aralık 2018 23:10
- Dalkavuklar ve patlıcan oturtma 28 Kasım 2018 23:26
- Baba beni bırakma! 15 Kasım 2018 00:10