05 Haziran 2014 00:06

Tevfik Fikret'in terazisi

Tevfik Fikret\'in terazisi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki gittikçe artan
ağırlığının altında her şey silinmiş gibi
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki bakanlar,
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok layık
Layık bu örtünüş sana, ey zulümler sahası!” diyor bir sabah sise bürünmüş  “kırk kocadan arda kalmış bakire azize İstanbul”a “bir tepeden” bakarken Tevfik Fikret. Sisle örtülen şehir değil, şehrin yazgısıdır şaire göre. Sis, bir simgedir yalnızca. Abdülhamit baskısıyla inim inim inleyen İstanbul’u sise bürünmüş bir karanlıkta görür şair.
Her baskı dönemi böyledir. Şehirler, kasabalar sisin pusun içinde karanlıktadır hep. Yalan talan ayyuka çıkmıştır ve halk, o alacakaranlıkta iğne gözü kadar bir ışık arar. Buldu mu da orada sonsuz bir güneş besler. Büyütür, büyütür o güneşle ışıtır geleceği. Uçurtmaları uçuran, uçurtmanın rüzgâra karşı koyma gücüymüş. Umut olmasa elimizde ne kalır ki!
Tuhaf adammış Fikret. Her devrimci gibi. Kimileyin küsmüş çekilmiş, kimileyin umudu Kaf dağının ardında aramış. Bulmuş da. Boyun eğmemiş, Kızıl Sultan’a da İttihatçılara da eyvallah dememiş.
30 Mart seçimleri sonrası bir gazete haberi götürdü beni şaire. Haber şu: “Tokat’ta bir önceki dönemde kendisine görev verilmediğini ve boş oturup maaş aldığını söylemesiyle gündeme gelen Belediye Başkan Yardımcısı Sefer Bayın, yeni dönemde de kendisine görev verilmeyince hem görevinden hem de 25 yıllık memurluk görevinden istifa etti.” “Bayın, ben de bir insanım, benim de duygularım var. Artık taşıyamıyorum, sağlığımın bozulmasını istemiyorum. Çünkü ben hareketli bir insanım. Yanlışları görünce müdahale eden insanım, bu da bazı insanları rahatsız ediyor, dedi.”
Fikret’i düşündüm. Hani “Han-ı Yağma” şiirinde “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin, / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.” demişti de Maarif Mektubi Kalemi’ndeki memuriyetinden aynı gerekçeyle ayrılmıştı o da. Mektubi Kalemi’nde yeterince çalışmadığını düşünerek maaş almak istemez, Hazine, parayı verince de şair, birikmiş maaşları Göçmenler Komisyonu’na bağışlar.
Salla başı, al maaşı da diyebilirdi ama yaşamı haksızlıkla savaşımla geçmiş bir devrimcinin, devrimci bir şairin “ne gelirdi elinden insan olmaktan başka.” Edip Cansever de böyle demiyor muydu? “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?” Cansever de parayı pulu bir yana koyup ömrünce koşmadı mı şiirin peşinden?
Fikret’e dönelim.  Muallim Naci ölünce şair, Galatasaray Lisesinde edebiyat öğretmenliğine başlar. İttihat ve Terakki yönetimi, bütçede kısıntı yapıp öğretmen maaşlarını kısınca maarifteki görevinden de ceketini alır, ayrılır. Kendine çekilir.
Sonra müdürü olur Mektebi Sultani’nin. Galatasaray Lisesini abat eder. Mescitin üst katına bir toplantı salonu yaptırdığı için de dönemin mollalarının gazabına uğrar. O mollalar ki 31 Mart gerici ayaklanmasında liseyi yerle bir edeceklerini söyleyince, Fikret’i bulurlar yine karşılarında. “Sultani’yi yıkmak için önce beni yıkmak lâzımdır.” diyerek okulun kapısına dikilir, okul kapısına zincirler kendini.
Böyledir işte kimi insanlar, malın mülkün, kimi insanlar da bir hayalin peşinden koşar. Hayal değil de ideal diyelim isterseniz. Tokatlı memurla, İstanbullu şairi birleştiren büyülü sözcük, erdemdir.
Darısı bilmem kaç dönemdir Meclis sandalyelerinde pinekleyen, sadece milletvekili maaşları görüşülürken el kaldıran vekillerin başına. Bir mecliste bunca “boşta gezer milletvekili” olur mu? Onlar kulaklarının üstüne yatarken, kaba yerlerini dinlendirirken kimin parasıdır onların banka hesaplarına yatan? Kaç yetimin yıllık eğitim, bakım masrafını karşılar boşa akan o paralar? Hesabım yetmez. Ama şu var ki her milletvekilinin şairden ve memurdan öğreneceği çok şey var. Hiç değilse azıcık adalet, azıcık insaf!
Meclis arpalık gibi. Bunun için futbolcu eskisi Hakan Şükür, paralelin iğvasına uyup partisinden istifa edince Erdoğan’ın tepkisi şu olmuştu: “Kendisine yakıştıramadım. Eğer dürüstse sadece partiden değil, parlamentodan da ayrılması gerekir.” Biliyordu ki arpalıktan akan yem ancak böyle kesilebilirdi. Milletvekilliğinin birçokları için “ekmek kapısı” olduğunun itirafıydı aslında Başbakanın o sözü.
Milletvekilleri Meclisi boşaltmalı. Aldıkları parayı yetimler yurduna bağışlamalı. En azından,yarın münkir ve nekir melekleri, dinlerini imanlarını sorduğunda,  amel defterleri açıldığında, mizan terazileri kurulduğunda hesap verecek azıcık yüzleri olsun diye.  Çocuklarının boğazlarından geçecek süt karaya, ağızlarında çiğnenen lokma zifire dönmesin diye.  
Ne diyelim! Bakan, başbakan çocukları bunca malın mülkün hesabını tutamazken bu dileğim de şair saflığına verilsin artık! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa