28 Şubat 2014 00:12

Birlikten kitlesellik doğdu, güç de doğar

Birlikten kitlesellik doğdu, güç de doğar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Eğitim emekçileri dün, 81 ilde talepleri konusunda Hükümeti uyaran grev yaptı.
Mecliste görüşülmeye başlanan ve eğitimcilerin tepkisine neden olan teklif, “Dershanelerin kapatılması” için hazırlanan ama aslında eğitimdeki özelleştirmeye yeni bir ivme kazandırmayı amaçlarken, milli eğitimde yeni bir AKP kadrolaşmasını da amaçlıyor. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda köklü değişiklikler getiren yasa teklifinin geri çekilmesini isteyen eğitimcilerin bu uyarı grevine katılımın birçok ilde yüzde 90 düzeyinde olduğu belirtiliyor.
Grevin, rüşvet yolsuzluk skandalları halkasının devamı olan Başbakan Erdoğan ile oğlunun ses kayıtlarının İnternet’e düşmesiyle aynı güne denk gelmesi eğitim emekçilerinin yolsuzluk ve rüşvet batağındaki Hükümete tepkilerini dile getirildiği bir eyleme dönüşmesine de yol açtı. Nitekim pek çok il ve ilçe merkezinde yapılan yürüyüşler ve basın açıklamalarında eğitimciler, rüşvet ve yolsuzluklara öfkelerini dile getiren sloganlar haykırıp pankartlar taşıdılar; Hükümeti istifaya çağırdılar.
Önceki gün eğitimcilerin yaptığı bu önemli grev, birçok yanıyla tartışılabilir. Ancak şu yanı; bu grevde, hizmet kolundaki Eğitim Sen, Türk Eğitim-Sen ve Eğitim-İş’in, ayrı ayrı yerlerde durarak da olsa  bir araya gelerek, eğitimcileri greve çağırması çok önemlidir.
Grev çağrısını ilk Türk Eğitim-Sen yapmış, Eğitim Sen ve Eğitim-İş de buna katılarak kendi üyelerini ve tüm eğitimcileri greve çağırmışlardır. İşte üç sendika arasındaki bu fiili birlik, sendikalara üye olmayan ya da greve katılmayan Memur-Sen’e bağlı Eğitim Bir-Sen’in üyelerinin önemli bir bölümünün de greve katılmasını getirmiştir. Böylece birçok önemli merkezde greve katılım yüzde 90’ları bulmuştur.
Peki bu sendikalar arasındaki birlik böyle fiilen, gönülsüz bir biçimde değil de ortak bir çağrı ile ve ortak etkinliklerle birleşen bir hazırlıkla yapılabilseydi, 26 Şubat grevi emek tarihimizde çok önemli bir yere sahip grev olarak gerçekleşmez miydi?
Herhalde öyle olurdu. Ancak sendikaları emekçilerin ortak taleplerinin mücadele merkezleri, aralarındaki birliğin ifadesi örgütler değil de içlerindeki çeşitli sendikal ve siyasi eğilimlerin makam mevki yeri olarak görme anlayışı aşılamadıkça bunun olmayacağını da özellikle kamu emekçilerinin mücadelesi içinde gördük görüyoruz.
26 Şubat grevinde bu fiilen aşılmıştır ancak bu sorunun esasta aşıldığını söylemek ne yazık ki çok zordur. Ve bu sorunun aşılması için daha uzun ve kesintisiz bir mücadeleye ihtiyaç olduğu da ortadadır. Ancak 26 Şubat grevi gibi ortak eylemlerin, fiili birliklerin, bu sorunun aşılmasında önemli bir dayanak olduğu da tartışılmazdır. Ki, ancak bu sorunu aştığımız, sendikal farklılıkları gözetmeden emekçilerin ortak talepleri için mücadeleyi esas alan bir çizgiye yöneldiğimiz ölçüde; şu veya bu şekilde ortaya çıkan eylemlerdeki birlik ve kitlesellikler emekçilerin gücü olarak da mücadeleye yansıyacaktır. Ki ancak bu güç, Hükümetlerin emek mücadelesi karşısındaki pervasızlığını sınırlarken, emek mücadelesinin karşısında duran, Hükümetin sendikalar içindeki uzantısı sendikacıları (Bunlara sendikacı demek için de bin şahit gerek artık) da ezip geçecektir.
Burada atlanmaması gereken diğer bir şey de Memur-Sen’e bağlı Eğitim Bir-Sen’in durumudur. Eğitim hizmet kolunda en çok üyeye sahip bu sendika Memur-Sen gibi, hükümeti destekleme eylemleri dışında parmağını kıpırdatmamakta, eğitim emekçilerinin ve eğitimin devasa boyutlara gelen sorunlarına sırtını dönmeyi asıl tutum haline getirmiş bir sendikadır. 6 Şubat grevi bu rezil sendikacılık anlayışını bir kez daha bu sendikanın üyelerinin ve tüm emekçilerin gözleri önüne sermiştir.
Bu tutumun faturasını eğitimciler elbette bu sendika olarak anılmayı bile hak etmeyen sendikaya kesecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...