01 Şubat 2014 00:43

Adsız bebeğin çığlığı

Adsız bebeğin çığlığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Her şeyin zıddıyla birden varolduğu bir acayip dönemden geçtiğimiz kesin. Politikanın en küçük hücrelere kadar sirayet ettiği, ama bir o kadar “apolitik” bir süreçteyiz.
Hepimiz “dayanışma” kavramını yeniden keşfedercesine heyecanlıyken; çöplükte bir haftalık bebek ölüme terk edilebiliyor aynı anda. Dondurucu soğuk ve yağmur altında; 7 günlük bebe... Söz değil, ses de tükeniyor.
Devlet, Rojava çocuklarına gidecek aşıları “kimyasal” nedenlerle engelliyor; duymuyoruz bile. İlkeler çoktan “askı”da; ne yana baksan “karşıt”lık anahtar sözcük. Yoksulluk, yolsuzluk, ölüm; hepsi sıradan... Sokakta kadınlar öldürülüyor, seyrediyoruz.
Seyir bu... Bir seyirlik temaşa... Acı, hüzün, mutluluk, heyecan, nefret, öfke, her şey var. O eski tragedyalarının “edep”siz, “edebiyat”sız hali... Ölen çocukların ardından “oh olsun” çeken sanal karaktersizlik...
“Şizofreni” desek şizofrenlere yazık... “Delilik” desen; akıl hastalarının tümüne... Kesin olan; travmatik bir dönemdeyiz. Umutsuzluk ile umut ikiz kardeş gibi bıçak sırtında yürüyor. Sadece bir gün medyaya yansıyan, sosyal medyada “timeline”ımıza düşen haberleri sıralasak, “efkar-ı umumi”nin hali ahvali çıkar ortaya.
O vakit ne yazmalı? Nasıl yazmalı?
“Hani kurşun sıksan geçmez geceden” hali; 24 saatin gündemini kaplamışken hele... Açlıktan ölen bebelerin diyarında; dakikası bilmem kaç bin dolara mal olan “hologram” yazacak halimiz yok ya!
Bakın sessiz sedasız ne buldu arkeologlar; 9 bin yıllık neolitik yerleşim yeri Çatalhöyük’te? Kendirden dokunmuş keten bir kumaş parçası... Eee, ne var demeyin; dünyanın bilinen ilk kumaşı bu... Ve bir bebeğe sarılı... 9 bin yıllık bir kundak bu... “Devr-i neolitik”teki Adiloş Bebe’lerin kundağı...
Ve hikayenin acısı haberlerin satır arasında. Yaşasa 9 bin yaşında olacak o “tarih” bebek; hani keten kumaşa sarılı olan... Dünyanın ilk kumaşına... Nasıl ölmüş dersiniz?
Yanarak...
“Dünyanın ilk kumaşı bulundu” olmamalıydı o yüzden haber başlıkları... İlk yanan kumaşı dünyanın; yanan insanlığımız... Tamı tamına 9 bin yıldır...
“Makus kader” desek değil... Ne varsa bizden, sizden, insandan...
Vardır bir kıssadan hisse... Vicdanı olana; anlayana...
9 bin yıldır yaşatamadığımız bebeler aşkına; ister gökte ister yerde olsun, inandığımız değerler aşkına; çöplükte yağmur altında ölüme terk edilen bebeler aşkına, insanlık aşkına... Vardır bir hisse, hepimize düşen...
“Vahşet” demek, “canavar anne” demek çözmüyor hiçbir derdi. Kırıkkale’de, Muğla’da, Manisa’da, İzmir’de, dört bir yanda; “Çöplükte ölüme terk edilen bebek” sayısı kaç oldu? Kaçı manşet olabildi? Kaçı haber bile olmadı? Ne vakit bebelerini “cami avlusu”na bile terk etmeyecek hale geldi çaresiz anneler, babalar... Ve neden?
Biz o bebeleri yaşatabildiğimiz gün insanlaşacağız.
Bugün “gündem” dediğimiz manasızlık iklimi içinde, insanlığımızı bulacağız.
Şimdi devletin polisi harıl harıl Mersin’de doğum yapmış anneleri tespit etmeye çalışıyor. “Katil”i bulmak için. Ne acayip değil mi? Kaç bin yıllık “devlet” geleneği... Loğusa kadınların, bebelerin halini, hatırını şimdi soracak. Piyasanın “o görünmez eli” bir bebeyi daha öldürdükten sonra; göstermelik bir “cinayet soruşturması” işte...
Oysa ne kadar mümkün; “Kendini yok etmeyi hedeflemiş bir devletin görünmez eli” nin her doğan bebenin kapısına iki şişe süt bırakması... Mümkündü... Ve hâlâ mümkün.
Sosyalizm için erken değil, kapitalizm için çok geç. Faşizm için...
Bizi “Eski sokaklardan bir ses çağırıyor” duyuyor muyuz?
Ağlaya ağlaya ölen bebelerin çığlığı...
Çok geç kaldık...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...