16 Ocak 2014 00:46

Baş şiirle tartılır

Baş şiirle tartılır

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bazı kuşlar uyurken başlarını kanatlarının altına gömermiş, yüreklerinin sıcaklığını duymak için. Kuşlar ayakta uyurlar, buldukları tek dal, yuvalarıdır onların. Böylesi şairleri seviyorum. Kanatlarının altında uyuyan şairleri... Onlar için mal mülk, tünedikleri o tek daldır.  Orada dinlerler yüreklerinin tıpırtısını.
Şiir, kanadın altındaki o sıcaklıktan doğar. O yalınlık, o sıcaklıktır onlara şiiri söyleten. Yazmaksa sonra gelir. Kaza kurcalaya belleğe oturan şiiri her kalem yazabilir. Öncesi şairin işidir, sonra kağıdın kalemin. Onlar olmasa da olur.
Tek mekan, şairin belleğidir. Orada yazılır şiir. Kağıdı, kalemi, sümeni, dosyası şairin belleğidir. Şair, belleğini çalışma odası gibi kullanmalıdır. Bazen her şey yerli yerinde, tozu alınmış, ak pak bazen de bir yangın yeri... Bu gelgitten doğar şiir. Şairin ruhu da öyle değil mi? Evcil ve vahşi.
Hangi halin hangi şiir yazdıracağını ne şiir bilir ne de şair. Ötesi okurun işidir. Okur katlanmalı mı onca yorgunluğa? Niye katlanmasın ki? Yeryüzünün en güç işidir okur olmak. Çünkü hem şiiri anlayacaksınız hem de şairi. Kendinizi anlamaksa cabası...
Şair için öyle mi ya, şiir sizi anlasın yeter.  Şiirdir onun endazesi. Şiirden öğrenir o her şeyi. Mektebi de bacası da şiirdir onun. Şiirdir penyesi, gönyesi, çekülü, şirazesi. Ancak o kumpas şaştı mı şiir de şaşmış demektir.
Penye, gönye, çekül, şiraze, baca...Her şey doğru olmalıdır şiirde. Eğri bacadan doğru duman çıkmayacağını bilmelidir şair de okur da.
Şiir, eşitliği ister. Alır mı bilinmez.    
Şair, yazdığı kadarıyla ekip biçer o eşitlik toprağını. Bir kol düğmesi, bir mektup açacağı, bir reze, bir yeryüzü... Tüm bunları yazmak için oturur şair, ruhunun başına. Mezarlık gölgelerine yapılan çeşmeler gibi suyunu boşa akıta akıta... Belki birkaç erkenci kuş, iskete ya da gelinkuşu... Gelip de serinlesin diye... Birkaç yolcu, birkaç mezar ziyaretçisi... Hepsi bu.
Ne bekliyorduk?  “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!” Var olmak elbette. “Olmak”  değil. Şair, hiçbir zaman olmamalıdır. Olmuş yemişin içi geçer çünkü. Şiir tazeliktir. Acemilik, ham yemişin çekirdeğidir. Ağaç da oradan olur orman da.
Bir öykü anlatılır. Köyün birinde kırklara erden karışmış bir delikanlı var imiş. Gün yirmi dört saat dağa taşa üfleyerek gezen bu gencin hocaya, ulemaya karıştığını yalnızca kendisi bilirmiş.
Bir gün köyün tıfılları, zıpçıktıları, ehlimüslim Bektaş’a (!) bir oyun oynamayı düşünmüşler. Köylük yeri damda, bahçede yatılır. Bizim Bektaş, taşlıkta yatar. Gecenin üç otuz vakti gençler, Bektaş’ın yattığı yerin duvarına saf tutarlar. Yukarıdan bir harım sepeti salarlar. Ve gençlerden biri avaz kader bağırır: “Ya kulum Bektaş, sen artık oldun, bu sepete bin, seni yanıma alacağım!” Tanrı’yla barışık Bektaş, o ilahi günün geldiğini düşünerek okur üfler ve potur sako, tuman cepken toplayarak sepete biner. Duvarın yarısına eriştiğinde gençler sepetin palamarlarını koyuverirler ve Bektaş taşlığa serilir kalır. Yine yukarıdan seslenir gençler: “ Ya kulum Bektaş, sen daha olmamışsın, biraz daha ol, seni o zaman yanıma alacağım.”
 “Olmadan olmak” tanrıya özgüdür elbet. Tanrının da şiirden nefret ettiğini biliyoruz. Bazı şairler, tanrıya yakın olmak için kendilerine uzak olurlar. Oysa her iyi şair, küçük bir tanrı değil midir ki? Başka tanrıya ne hacet!
Bunun için Muhammed, küçük tanrılığını, peygamberliğini şiirle duyurmamış mıdır Mekke halkına? Kur’an onun tek uzun şiiridir. Üstüne şirk istemez. Hadi, Kur’an’dan daha iyi bir şiir yazın da görelim, yollu sözlerine kulak asan şairlerin başına gelenler bilinir. Bir kaleye çağrılıp boğdurulan Arap Şair Ka’b Bin Eşref’in sonu onların da sonudur.
İktidarlar, korkarlar şairden. Başka Tanrı istemezler.
Şiir eksik olmasın gününüzden, gecenizden.
Yalancı Tanrıların ve kul Bektaşların güçlerini heba etmek için şiir okuyun!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...