24 Ekim 2013 09:50

Sultanım, yağmur yağacak

Sultanım, yağmur yağacak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sultanhamit Hazretleri’nin burun azameti dillere destandır. Okkalı, kemerli burnundan ötürü alınganlığı, buluttan nem kapmışlığı da öyle.

Bir sabah vezirlerinden biriyle sarayın verandasından Kadıköy ufuklarında kararıp giden bulutlara dalmışlarken vezir efendi, “Sultanım, hava karardı.” deyiverir. Sonra da seyreyleyin gümbürtüyü.

-Vay, sen bana ördek dedin.  Zavallı vezir neye uğradığını şaşırır:

-Sultanım, nereden çıkardınız?

-Kuşluk vakti hava kararınca ne olur?

-Yağmur yağar.

-Yağmur yağınca ne olur?

-Ne bileyim, göller gölcükler oluşur.

Sultan Hazretleri, “Eee, oralarda kimler yüzer?” deyince vezir, dilini, kavuğu yoklar ve susar. Kelle Nereden geldi bu öykü aklıma? Kimi insanların alınganlığı, akıllarıyla ölçülür. Anlamadıkları her söze kızarlar veya küsüverirler. Bu köşedeki ilk yazımın başına gelenler de Abdülhamit öyküsünü aratmadı doğrusu.

Yazı, bir alıngan vatandaşın şikayetiyle iki soruşturmadan döndü. Ne demiştik o yazıda?  (Kaz mı Koz mu?, 25 Ekim 2012) Kimileri kazı koz anlar. Siz dersiniz bayram haftası, onlar anlarlar mangal tahtası… Öyle oldu. Savcılık dolaplarında gezinen dosya, duruşma salonlarına uğramadan eskidi. Soruşturma kapandı. İlk yazımdan bu yazıma bir gün eksiğiyle bir yıl geçti. İlk yılı bir soruşturma öyküsüyle kutlayalım dedim.

Gelelim şikayetlere. Şikayetlerin biri Abdülhamitlik, diğeri de TCK’likti. Biri asperger davası, diğeri de 301 davası yani. Kulaklarıyla aklı, gözüyle ruhu arasındaki köprüleri yıkılmış herkes mahkemelere koşuyor artık. Komşunun komşuyu, babanın oğulu, gelinin kaynanayı ihbar ettiği bir ülkenin vay haline!

 “Birini eleştirmeden, yargılamadan önce ay gökte üç kez değişene kadar onun ayakkabısıyla yürüyün.” der bir Kızılderili sözü. Ayakkabınızı ayağınıza değil de başınıza giyerseniz ne etseniz faydasız! Önce görmek gerekir. Görmemişler. 

Aklını vestiyere bırakıp da başkasının şemsiyesini alan kişiyi ise hangi şemsiye yağmurdan koruyabilir ki? Önce anlamak gerekir. Anlamamışlar. O yazıdaki koz, beniâdemdi; kazı da siz anlayın artık.

Şunun için de döndüm o yazıya ey okur? Ne okuduğunuzu bilin diye. Bir gün sizin de kapınızı çalabilirler. Sansür, otosansür yalnızca yazarlar için mi?  Neyi, kimi, nasıl okuyacağımızı buyuruyorlar bize. Ama biz yine de bildiğimizi okuyacağız. Nedir bildiğimiz?

Özgürlük

Emek

Aşk

Daha ne olsun. Bu sacayağında pişen aşın tadına doyum olur mu? Onların kara kazanındaysa ne var?

Baskı

yasaklama

soruşturma.

Bu sası yemeği çok yedik. Durmadan yedirmek istiyorlar. Sözün kısası sevgili okur, ihbarıyla, muhbiriyle, o ünlü 301 hâlâ gezinip duruyor yazı masalarımızın üzerinde.

Haberiniz ola!

İsa’dan beri yazarım da bugüne kısmetmiş demek ki! Ne diyelim. Abdülhamit’in ruhuna rahmet, muhbirlere edep,  bu yazının edibinin de kalemine bereket… 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...