10 Ekim 2013

Baltalar elimizde

 

Geçen yazımda kızım Yazı’nın kısa eğitim yolculuğundan söz etmiştim. Şimdi de yarım yüzyıl önceye döndüm. O zaman adı ilkokuldu. İlkokulun ilk veya ikinci yılındayım. “Belirli günler ve haftalar”dan birinde, “Orman Haftası”nda bir müsamereye hazırlanıyoruz. Günlerce elimde teneke bir baltayla ve belimde koca bir urganla dolaştığımı anımsıyorum. Provalar için.

Sahneye çıkacağız, üç beş kopil heyecanla oradan oraya koşturup duruyoruz. Yapacağımız da ne ki! O zamanın moda okul şarkılarından birini sahnede söyleyeceğiz: “Baltalar elimizde / Uzun ip belimizde / Biz gideriz ormana / Hop ormana. / Yaşlı kütük seçeriz / Testereyle biçeriz.” Dört beş dizelik bir şarkıya değil de Shakespeare’in “Kral Lear”ına, Sofokles’in Antigone’sine hazırlanıyoruz sanki. Ezberler, provalar, nazlar, kaprisler…

 “Hop ormana…” deyince küçük göbeklerimizi hoplata hoplata dönüyoruz. En çok da burayı seviyoruz. Baltayla ağaçları kesiyor, iple ağaçları yıkıyor gibi yapıyoruz. “Gibi yapmak” hoşumuza gidiyor. Bir oyundayız ne de olsa. Hoş, bu çocuk şarkısındaki şiddeti anlayacak yaşta da değiliz henüz. Bu şarkıları kim yazar, bize bu oyunu niye oynatırlar, o yaşta bu soruları soracak olsaydık “diyalektiği”, “tarihsel materyalizmi”, “emek- artı değer ilişkisi”ni de şıp diye çözüverirdik.

Ne derlerse onu yapıyoruz. Kavramlarla konuşmaya başlayacak yaşa gelince her şeyi de çözmeye soyunuyoruz. Sonrası gelsin devrim! Ancak darbe geliyor… Darbeden iki üç yıl önce daha bıyıklarımda tarak durmazken yine kesmeli yıkmalı bir oyunla yutuyorum sahnenin tozunu. Bu kez Kayserili bir müteahhidim. Kayserili İsmail Atlamaz. Oyun ise Nâzım Kurşunlu’nun “Merdiven”i. Soyadım Atlamaz ama sınıf atlamak için bende fırıldağın bini bir para! Evler alıyorum, evler satıyorum, yine ağaçlar kesiyorum, arsalara kibrit kutusu apartmanlar konduruyorum.

Cahilim ama para bende! Karakuşi, hile dolap, madik mandepsi ne ararsan var! Karakter oyuncusunu âlâsıyım. Rol icabı sakal bıyık, rol icabı afra tafra, rol icabı kurum çalım… Okulda Erol Taş, Danyal Topatan, Ahmet Tarık Tekçe pozlarıyla dolanıp duruyorum. Okulun en kötü adamı benim. Daha ilkokuldan belimde ip, omzumda balta n’olacak… Kanımda varmış. Zalım müteahhit rolü de yakışmadı değil. Bu iki rol de kaderimmiş demek ki!

Siz bu saflıktan değil, gerçek İsmail Atlamazlardan, madrabazdan, hilebazdan korkun. İçtenliği yoktur onların. Hayatı babalarının tarlaları sanırlar. Gerçekten keserler, gerçekten biçerler, gerçekten yıkarlar budarlar.  Sahneye mi çıkacaklar? Önce kostümü, dekoru beğenmezler, sonra oyundaşlarını... Horlarlar, aşağılarlar. Hot zotlarıyla seyirciyi bile bezdirirler.

Başbakan’ın taşra mitinglerinden birindeydi. Sahne kurulmuş, esip gürlüyor hazret. Konu nereden geldiyse çiçeğe böceğe, ağaca kuşa geliyor. Oyuncu, dokunaklı repliklerini sıralıyor: “Ben çevrecinin daniskasıyım, yeşilin hastasıyım!” Rol çalmak deniyor buna tiyatro dilinde. Metnin dışına çıkmak, oyuncuları atlatmak, rolüne yalan dolan, hile hurda katmak…

Başbakan bunu hep yapıyor. Bu replik erozyonunun adı politikada “demogoji”dir.Gözünün içine baka baka yalan söyleme sanatı. Sahnenin altında bu yalanı yutacak seyirci de varsa at atabildiğin kadar! Başbakan’ın yüzde elli dediği de işte o saf tuluat izleyicisi… Bir kez olsun tiyatroya gitmemiş, tiyatro denince Karagöz’le Hacivat’ı, Kavuklu’yla Pişekar’ı anlayan yoksul, boyun eğici Müslümanlar. Zengin Müslümanlar ise kuliste Başbakan’ın suflörleri.

Sahneye yalan katmayanlar zulümden kurtulamıyor. Çevreciler yıllardır baskı görüyor. Yalnızca çevreciler mi? Başbakan ağaçları kesmesin, dediği için öğretmeninden dayak yiyen ve okul yönetimine teslim edilen ilköğretim ikinci sınıf öğrencisinin yaşadığı korkuyu düşünün.  Kötülüğü öğütlüyoruz çocuklarımıza. Ağaçları kes, ormanı yak, kurdu kuşu, börtü böceği öldür. Dün öyleydi, bugün de öyle. ODTÜ’nün ortasından geçecek yola karşı direnen öğrencilere, “Gidin, ormanda yaşayın.” diyor Başbakan. Biz yaşayalım da siz gelmeyin. Ormanda yaşamak istiyorum. Çocukluğumda oyunda da olsa kesip devirdiğim üç beş ağacın vicdan azabı için.   

Elli yıl öncesinin anıları boşuna sökün etmemiş demek ki belleğime. Değişen ne? O çocuk şarkısı, çocuk oyunu okullarda söylenip oynanıyor mu, bilmiyorum. “İnsan, Bir Ormandır.” diyordu Oktay Akbal kitaplarından birinde. İnsan bir orman olabilse de baksa uğuldayan ruhuna. Görse içinin derinliğini. Ama  insan, bir ormanlık! Ellerinde yine baltalar, palalar, saldırmalar, testereler, kılıçlar, gürzler, tokmaklar… Üstelik bu kez yaşanansa çocukluğumun oyunu değil, gerçeğin ta kendisi!  

Ülke, “orman kanunları” ile yönetiliyor. Baltanın gücüyse yalnızca fidanlara yetiyor. Bu yüzden kesmediler mi İstanbul’dan, Ankara’dan, Eskişehir’den, Antakya’dan, Diyarbakır’dan üç beş fidanı, orman olmasınlar diye?

Evrensel'i Takip Et