12 Eylül 2013 18:42

Tarlakuşları ve kargalar

Tarlakuşları ve kargalar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İtalya'da tarlakuşlarını hiç durmamacasına öttürmek için, ateşle kıpkızıl kızartılmış topluiğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü yakarlar. İki gözü kör olan tarlakuşunu bir kafese koyarlar. Mavi, açık, duru göklerde özgür uçmaya alışkın kuş, ilk önce, gözlerini örttüğünü sandığı kapkara paçavrayı tırnaklarıyla parçalamaya çabalar ve zavallı, kendini bir kat daha yaralar.
Karanlığın gözüne yapışan bir paçavra, bir is ya da kurum değil, bir zindan gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar, acır acır. Kara gece, aşılmaz bir duvardır. Uçucu kanatlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur, öter öter."
 "Mavi Sürgün"ünde böyle diyor Cevat Şakir. Hiçbir horoz, gözünün üstünde kaşın var, başının üstünde ibiğin var, diye horozlanmaz başka horoza. Hiçbir koç, boynuzunu sınamak için başka bir koçu boynuzlamaz. Hiçbir eşek, pes perdeden anırdı diye soydaşını tepmez.
Zevk için öldürüp de hayvanları tepsiye, siniye dizmek, dizip de orasına burasına güller karanfiller sokmak, baharatlarla donatmak insanın işidir. En kanlı kılıçların kabzaları sedefle, zümrütle döşenmiştir.  
Kralların, sultanların tahtları, taçları yakutla elmasla değil, kanla bezenir. Bunun için, "Ovada her kızıl lalenin teni / Bir padişahın kanıyla beslenir." demiyor muydu Hayyam? Rubaileri hem şaha sultana hem çarkı devranadır. Bilir ki saltanata boğulmuş ülkelerin karanlığını hiçbir vicdan aklayamaz.
Kendi zevkinin otağında tarlakuşlarını şakıtmak için onları karanlığa tutsak eden insanın soysuzluğu yeni değildir. Ne zaman ki ilk kan döküldü, kana alışan insan, zulmün tacını da onunla süsledi. Siz deyin Habil'in kanı, ben diyeyim İsa'nın kanı…
Öfke ve din, kanı çağırır. Savaşsız ve cihatsız, kazanılmış hiçbir din zaferi yoktur. Öyleyse neden iyilik ve inayet bekliyoruz ki erkini din, düzenini kutsallık üzerine kurmuş iktidarlardan. Kutsal kitapların ilk sözü, "Öldürmeyeceksin" değil midir? Öyledir ama yine kitaplar verir öldürme buyruğunu inananlara. "Fitne kalkıp din yalnız Allah'ın olana kadar onlarla savaşın." der (Bakara Suresi 193.Ayet). "Onları bulduğunuz yerde öldürün." der. (Bakara Suresi 191.Ayet). Onlar, tarlakuşlarını bu arzuyla kör ederler. Şakıyıp şakıyıp sesi kısılsın, sussun diye. Başka zevklere koşarlar sonra da.
O tarlakuşlarına özenirler çünkü. Onlar gibi şakımak isterler. Olmayınca da kinle, dinle öldürürler onları. Bülbüle özenip de kendi sesini unutan kargalar gibi. Sonra bakmışsınız, başkalarının sesiyle konuşmaya başlarlar. Ne bülbül olmuşlar ne karga kalmışlardır.
Hoş, soy soyundan, boy boyundan dönmezmiş. Katranı kaynatsan olur mu şeker? Karganın derdi, peynir; tarlakuşunun derdi şakımak. Gözleri dağlanmadan, tüyleri yolunmadan yalnızca özgürlüğü için şakımak.  
Kartaca Savaşı'nda kılıçtan geçirilen, kellesi uçurulan savaşçıların, kılıç artıklarının başlarını kaçırıp yere çaldıkları söylenir Kartacalı kargaların. Ceviz gibi dağılan kafataslarını didiklemek için.
Savaşlarda kazığa oturtulmuş, sırıklara dizilmiş insan kafalarını düşünün. Karganın vahşetiyle insanınki arasında ne fark var? Biri yaptığı işin vahşet olduğunu bilmiyor, biriyse biliyor. Hangisi daha kötü? Yoldan çıkmış akıl ve kalp kadar çetin düşmanı var mı insanın?
Tarlakuşlarına mil çeken Avrupalı barbarla, Köroğlu'nun babası Yusuf Bey'in gözlerini ateşle görmez eden Bolu Beyi aynı soydan değil mi?
Artık tarlakuşları için kırlar, bayırlar, ovalar, tarlalar daha güvenli. Sokaklar tekin değil. Bolu beyleri cirit atıyor her yerde. Tarlakuşlarını kör etmek için. Yalnız tüfek icat oldu, mertlik de bozuldu. Mille çubukla değil, silahla örtüyorlar aydınlığı.
Kör edilen tarlakuşları mı? Yaralı, güzel ülkelerinde yeni bir şarkıya başladı onlar bu güz de.  Gözlerini örten kapkara paçavrayı, zindan geceyi yırtmak ve o aşılmaz duvarın ardındaki güne geceye, mavi, açık, duru göğe erişmek için iç hızlarıyla şakıyıp duruyorlar. Sizin ve bizim özgürlüğümüz için.       
Kargalar mı? Üç yıl önce Kırk Kuşağı'ndan gökkuşağına uğurladığımız, toplumcu şiirin yalın, lirik sesi Arif Damar anlatıyor onları da. "Aptalın teki bu karga / Bağırır bağırmaz / Art arda üç kez / Sessizlik tuz buz oldu / Erkenden / Kara / Bir de kara ki / Uçuyor denize doğru / Martıların peşinden / Bak şimdi / Aptal bu / Aptalın teki."

Not: Yazarımızın dün teknik nedenlerle dolayı yayımlayamadığımız yazısını bugün yayımlıyoruz. Aksaklıktan dolayı yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...