05 Haziran 2013 11:22

O kedi buraya gelecek!

O kedi buraya gelecek!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dört gündür eve bucağa uğramadım. Taksim, Beşiktaş, Kadıköy… Biber gazı, portakal gazı, su, panzer, TOMA derken eve ancak dün sabah girebildim. Hazır girmişken kahvaltı edeyim dedim ama gördüm ki mutfağın da Taksim Meydanı’ndan farkı yok. Tencere tava, hep aynı hava. Bulaşıklar dağ olmuş, dolapsa tam takır kuru bakır… Fare düşse başı yarılır. Fare demişken bir fareye alkole dayanıklılık deneyi yapıyorlar. Önce bir bardak bira verirler hayvana. Bizimki birayı içince pelteleşip mayışır, bir iki cıyaklayıp sızıp kalır. Sonra bir kadeh şarap… Hayvan kadehi devirince başlar dans etmeye, deneyciye kur yapmaya, tatlı tatlı konuşmaya. Artından da bir kadeh susuz rakı… Son yudumu alınca da şöyle bir dikilir ve elini masaya indirerek aslan gibi kükrer: “O kedi buraya gelecek!”
Aslan sütünün üstüne bir haftadır gaza dumana boğulan fareler, o kediyi arıyor ama kediyi kodunsa bul! Onca kaçıp kovalama, onca baskı, onca şiddet ülkenin tüm farelerini ayaklandırdı. Gezi Parkı, vıcır vıcır. İktidarsa bu dayanışmayı görüyor ama kulağının üstüne yatıyor. Demeç üstüne demeç, beyan üstüne beyan… Geride ne var? Hiç. Yakın tarihin en büyük sivil direnişinin mesajını alamıyor. Onun için Başbakan, “Mesajı alan var mı?” diye medyaya sormuş da onlar da alamamış mesajı. Hangi medya? Kalemlerine mürekkep yerine kan dolduran, sermayenin kasa kilitlerini pantolon paçalarıyla parlatan medya mı? İçler acısı…
Onlar da görmeliydi Gezi Parkı’nın gökkuşağına dönmüş ağaç altlarını. Bir ağaç için çarpışmanın, sermayenin tamahla kirlenmiş ruhunu temize çekmek olduğunu bilen gençleri. Onlar, onlar için de duyarlıklarını keskinleştiriyor çünkü. İnsanlık için az şey değil bu. Kızılderili Reisi Seattle’ın ABD Başkanı Franklin Pierce’e 1854 yılında yazdığı mektup postadan yeni alınmış gibi. Ne diyordu Seattle?
(…) Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi siz de kendi çocuklarınıza öğretin. Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar, yere tükürürlerse kendi yüzlerine tükürürler. Biz bunları biliyoruz. Dünya insanlara ait değildir, insanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi birbirine bağlıdır. (…) Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye yalnızca çorak bir çöl bırakacak. (...)  
Kentin küçük kalplerinden biri olan o parkı işte bunun için koruyorlar o gençler. Onların çocukları için de... Sait Faik’in “Son Kuşlar” öyküsündeki kuşbaz, acımasız Konstantin Efendi’nin adanın üstünde dolanan kuşlara bakıp da “Geldi bizim pilavlıklar!” diye yılışan sesini silmek için… Paranın çölleştirmeyeceği bir dünya isteğiyle… Sait Faik şöyle bitiriyordu öyküsünü: “Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama sizin için kötü olacak çocuklar. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.” Bu hikaye de Seattle’ın mektubu gibi. Bugün yazılmış sanki. Gezi Parkı’nda da bu yaşanmıyor mu? Konstantin Efendilerin iştahları için doğa öldüresiye hırpalanmak isteniyor. Bu direnç de bunun için değil mi? Çocuklarımızın geleceklerini Konstantin Efendilerin ellerine bırakmayalım diye. Daha ne olsun!
Bu direnmede ise John Lennon’un şu sözüne kulak verilmeyecek gibi değil: “Olay, şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen, sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizinle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edemeyeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.”  
Kedilerin oyununa gelmeyin diyor kısaca Lennon. Ben de öyle diyorum. Sabırla koruk helva olurmuş.  
Hadi bir fare kıssasıyla da bitirelim sözü. Derviş postu sermiş zikrederken bir fare de dervişin hırkasını kemirir. Derviş, fareye bir tekme atar ve “Git başımdan, görmüyor musun, Allah’la bir oluyorum!” der. Fare, gülümser ve şöyle karşılık verir: “Açım ben, sen daha aç bir fareyle bir olamamışsın, Allah’la nasıl bir olacaksın?”
Halkıyla bir olamayan, Allah’la  nasıl bir olabilir ki(!)

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...