27 Mart 2013 10:47

Devekuşu

Devekuşu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Devekuşuna sorarlar: “Sen kuş musun, deve misin?”, “Kuşum.” “Kuşsan uç da görelim.” “Ben uçamam, deveyim.” “Deveysen yük taşı da anlayalım develiğini” dediklerinde de “Ben kuşum” der yeniden.
Türkiye aydınının hali melali budur. Başlarını kuma gömerek yaşarlar, diyeceğim ama öyle değilmiş. Geçenlerde yapılan bir araştırmaya göre devekuşları düşmanlarını gördükleri için başlarını kuma gömmezler, kulaklarını toprağa yaslayıp tehlikeyi sezmeye çalışırlarmış. Pabucun pahalı olduğunu anlayınca da tavana kuvvet…
Aydınımız da devekuşuna benzemiyor mu? Zoru zararı gördü mü kodunsa bul! Üniversiteler hop oturdu hop kalktı, Roboski’nin yıldönümü, duymadım! Şişe-cam, ulaşım, tekstil, sağlık işçileri ayaktaydı! Sendikalar basıldı, kadına yönelik şiddet, gazetelerin üçüncü sayfalarından sürmanşete terfi etti. Bilmiyorum! Sansür, yargısız infazlar, iç savaş, toplumsal cinnet... Duymadım!
Üç maymun!
Ona dokunmayan yılan, kime dokunacak, kimin uğrunda? Komşunun evi yanarken o yangının ateşinde yumurtasını pişiren bulvar gazetecilerini geçtik bir kalem!
Yarımız at, yarımız araba. At mıyız araba mıyız bilen yok. At Doğu’ya, araba da Batı’ya çekiyor. Ama at mı arabayı, araba mı atı sürüyor belli değil. İki kültür arası beynamazız! Akşamları bonsuar, sabahları sabah şerifleriniz hayırlı olsun! Viskiyle lahmacun, rakıyla hamburger! Etek altı pantolon, türban üstü peruk! Yakışır.
Köyden atımızı, öküzümüzü sattık. Süslerini, nazarlıklarını, boncuklarını şehirde at arabalarımıza, taksilerimize, kamyonlarımıza taktık. Köyde cinci, üfürükçü hocanın yerini, şehirde medyumlar, zodyaklar, tarotlar, bilimsel fal merkezleri(!) aldı. Yarım hekim candan, yarım imam dinden edermiş. Halimiz okumayla üflemeyle, falla, muskayla, hamaylıyla da düzelecek gibi değil. Başhekimin atmaları tutmaları bitmiyor. Teşhisleriyse evlere şenlik! Zıplayanın bacaklarını baltayla nacakla kırmaya; bisturiyle, neşterle koparmaya dünden hazır.
Fıkra ünlüdür: Bir başhekim, laboratuarında deney yapıyor. Mikroskobun lamına bir pire yatırıp bir ayağını koparır hayvanın. “Zıpla!” der, can havliyle zıplar pirecik. İkinci, üçüncü, dördüncü derken tüm ayakları kopan hayvan mecalsiz. “Zıpla!” der başhekim yeniden. “Zıpla!” Pirede ses seda yok. Alır bizimki kalemi kâğıdı eline ve yazar raporunu: “Ha bu bir teneydur, bacakları koparılan pirenun kulakları da duymayır!”
Pirenin kulakları duymuyor ama ayağa bir kalkabilse! Kim kurtaracak onları, kim tutacak ellerinden? Aydınlar mı? Çoğu, başhekimin yazmanı, sır kâtibi gibi. İki üç ay önce ODTÜ baskınından sonra rektörlerin kapıkulluklarını gördük. İçler acısı… Bahçelerinden iki erik kopardı diye çocuklarını komşusuna dövdüren babalar kadar duyarsız ve acımasızdılar. Bir öykü anlatılır. Bir bilgin, cansızlara can veren bir serum bulur. Bu ilacı kentin en büyük bulvarındaki ünlü bir yargıç heykelinde dener ve heykeli diriltir. Sonra da taştan ruha dönen heykele, “Sana can verdim, şimdi ne yapmak istiyorsun?” diye sorar. Eski heykel, yeni insan elindeki yasa kitabını fırlatır atar ve pelerinin altında gizlediği kılıcı sallayarak höykürür: “İlk işim, yıllardır başıma eden şu kuşları tepelemek olacak.”
Uzun zaman susan insanın ruhu körelir. Ruhu kinden, öfkeden arındırmak için vicdan hep diri tutulmalıdır. Aydının vicdanı geveze olmalıdır. Kullanmalıdır onu. Vicdanın susması kadar derin bir kötülük yoktur. Şu vicdan meselesini sonra da konuşacağız.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...