11 Kasım 2012 11:57

LeBron'ın sesi

LeBron'ın sesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen hafta yapılan ABD başkanlık seçimlerinde Barack Obama 2008’de yarattığı heyecanı korumaktan uzaktı. Dört yıl önce gerçekten bir şeyleri değiştirebileceğini düşünerek oy verenlerin desteğini korudu, ancak bu kez ehven-i şer olana itilmiş seçmenlerdi. Siyah bir başkan olarak, yetmişlerden beri Afro-Amerikalı oyuncuların domine ettiği bir lig olan NBA’in güvenoyunu ise halen kaybetmiş değil. En azından görünürde. Zira oyuncuların Obama’nın kampanyasına verdikleri maddi destek, takım sahiplerinin Cumhuriyetçi adaya yaptıkları bağışların yanında ihmal edilebilecek kadar küçük kalıyor.
Fakat ligin yeni nesil yıldızlarının somut olarak ölçülemeyecek etkisini de teraziye koyduğunuzda bu denge ters yöne kayıyor. Twitter hesabını açtığınızda LeBron James’in çağrısıyla karşılaşıyorsunuz: “Başkan’ın ofisteki işleri henüz bitmedi. O yüzden gidin ve oyunuzu verin.” Kutlama faslında ona diğer genç süperyıldızlar Chris Paul ve Kevin Durant de eşlik ediyor. Gençliğin idolü olan basketbolcular, aynı zamanda siyasal olarak angaje görünüyor ve bu ABD için yeni bir şey.
-----
Yetmişlerde ligin imajı bugünle kıyaslanmayacak kadar batık durumdaydı. Afro-Amerikalı kesimi lige dahil etmek bile başlı başına sıkıntılı bir süreç olmuştu ve hala bazı şehir takımları taraftar tabanlarına siyah oyuncuları kabul ettirmekte zorlanıyordu, yahut bizzat ırkçı yöneticileri tarafından bu çabalar engelleniyordu. Beyazlara göre NBA her zaman kafası iyi dolaşan birtakım siyahların oynadığı bir yerdi ve kolej basketboluna sadakat göstermeyi yeğliyorlardı. Siyahlar ise ligin beyaz yıldızlarını kesinlikle tanımıyor, onları medya tarafından pohpohlanmış yeteneksizler olarak görüyorlardı. Siyahların katılımına rağmen sahadaki görüntü de halen sorunlu duruyordu. Zira yönetici grubunda nadiren bir Afro-Amerikalı ile karşılaşabiliyordun ve bu da ülkedeki kölelik tarihi içinde farklı bir alt metinde okunabilirdi: Beyazların para kazanması ve eğlenmesi için ter döken kuvvetli siyahlar.
Seksenlerde bu algıyı kıran iki isim vardı. Ve hayır, birinin adı David Stern değildi. Magic Johnson ve Larry Bird kolejde başladıkları rekabeti yeni bir arenaya taşırken, takipçilerini de yanlarında getirmişlerdi. Magic insan sevgisiyle dolup taştığını ilk görüşte duyumsayabileceğiniz, rakipsiz bir hayat enerjisine sahip bir yıldızdı. Michigan’da doğmuş, annesi Yedinci Gün Kilisesi’ne mensup bir siyah… Bird ise çiftçi çocuğuydu, fakat Indiana’da en iyi rekabeti ararken bütün gençliğini siyah çocuklarla maç ayarlayarak geçirmişti. Bununla birlikte, politik eğilimlerini kendine saklayan ve bunu tefekkür düzeyinde tutup eyleme geçmemeyi yeğleyen biriydi. Magic de farklı sayılmazdı. Fakat sadece dolaşıma sundukları güdülerle bile algıları kırmış, sınıflar arası barış ortamına katkıda bulunmuşlardı.
-----
Onları takip eden süperyıldız ise Michael Jordan’dı. Bir Demokrat olduğu biliniyordu. Ancak kişisel mükemmeliyeti bir fetiş olarak yaşıyor, dikkat dağıtıcı hiçbir unsuru sistemine dahil etmiyordu. Lig tarafından kendi deyimiyle ‘bir siyah militan’ olarak fişlenip, kariyerinin son demlerinde hummalı muamelesi gören takım arkadaşı Craig Hodges onun harekete geçmesini istiyordu. Birden çok kez ve açıktan açığa. “Kimsenin nasıl davranacağını söyleyecek değilim, ancak fakir mahallelerdeki çocukların yanına gittiğimde onlara idolü olan adamdan bahsetmemem mümkün değil. Neden gücünü kullanıp, kendi halkı için bir ilham kaynağı olmuyor?”
Ülkenin dört bir yanında hala izleri sürülebilen ayrımcılık siyah komünitenin başından ayrılmazken, mikrofonlar Jordan’a uzatıldığında gelecek yanıt belliydi: “Bu olay hakkında yeteri kadar bilgiye sahip değilim, bu yüzden yorum yapmıyorum.” Jordan topu dikkatlice taca atarken, işin aslının bu olmadığını herkes biliyordu.
1990’da yaşanan spesifik bir olaysa Jordan’ın politik yönsüzlüğü için bir nişane oldu ve hala bu konuda en çok alıntılanan söz, o sürece aittir. O sene Jordan’ın memleketi North Carolina’da senato seçimleri düzenlenecekti. Cumhuriyetçi aday ise görev süresi boyunca ırkçılıkla ilgili kabarık bir sabıka kaydı oluşturmuş Jesse Helms idi.  Demokrat aday kampanyası sırasında Jordan’a ulaştı ve onun etki gücünü kullanmak istediğini söyleyerek iş birliği talep etti. Bu ortaya çıkınca siyah nüfus sokaklara dökülerek Jordan’ı adım atmaya çağırdı. O sıralarda lig global bir marka halini almıştı ve Jordan’ın kendi markası da aynı paralelde semirmeye devam ediyordu. İlk kez bir oyuncunun adı altında bir ayakkabı piyasaya sürülmüştü ve daha sonra bu model tamamen firmadan özerk bir hal alarak Jordan’ın kontrolüne geçecekti. Ve Jordan’a bir arkadaşı 1990 senato seçimlerinde neden pozisyon almadığını sorduğunda cevabı şu oldu: “Cumhuriyetçiler de ayakkabı satın alıyor.”
Sportif figürler ve sanatçıların ilham kaynağı özelliği gücünü bugün de koruyor. Türkiye’de toplumsal ezberin dışına çıkan her söz, kimden geldiğinden bağımsız olarak bastırılmaya devam ediyor. “Bütün Türkiye halklarının verdiği şehitlerin durmasını istiyorum” diyen bir futbolcunun, Türkiye’nin en yeteneklisi de olsa ‘yanlış işler peşindesin X Efendi’ kalıbıyla uğradığı linci izlediğimiz günler hala çok uzak değil. Bu ortamda politik tavır almaktan çekinmeyen her sportif figür çok değerli. Başkalarını tavır almaya iten en ufak bir söz de öyle…

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa