6 Kasım 2012

'Komünist parti lazımsa onu da ben yaparım'

Geçtiğimiz hafta sonu Cengiz Çandar ile birlikte bölgedeydik. İki gün boyunca Mardin ve Diyarbakır’da birçok kişiyle görüşme olanağı bulduk. Her biri farklı görüşlere sahip bu insanlar, durumun hiç de iyiye gitmediği noktasında birleşiyorlardı.
Mardin’de görüştüğümüz işadamı arkadaş, devletin özellikle son 30 yıldır bölge insanının onuru ile oynadığını, insanları açlık ile terbiye ederek halkı kişiliksizleştirdiğini, bunda da kısmen başarılı olduğunu anlatıyordu.
BDP’ye pek yakın olmayan liberal bir akademisyen arkadaş ise 30 Ekim günü yapılan açlık grevine destek eylemlerine katılımın görülmemiş boyutta olduğunu, esnafın ve halkın gönüllü katılımı ile Diyarbakır’ın adeta hayalet bir şehre dönüştüğünü söylüyordu. Kendisine özellikle sordum; ‘30 Ekim’de bölge esnafının kepenk kapatması için tehdit edildikleri iddia ediliyor; bu türden tehditler var mıydı?​’ Cevabı netti: “Belki bir iki tehdit girişimi olmuştur ya da genel gidişatı kendince tehdit olarak algılayıp işyerini kapatan esnaflar vardır. Ama bu kez katılım büyük oranda gönüllüydü ve öne çıkan temel etken ise hükümetin, özellikle de Başbakan’ın açlık grevlerine, Kürtlere karşı geliştirdiği tutum ve söylemlerine tepkiydi.”
Mardin’de konuştuğumuz bir Süryani din adamının tespitleri de ilginçti. Süryani din adamı seçim döneminde BDP’nin Süryanileri sahiplenmelerinden övgüyle söz ederken, bu tutumun Süryanilere geri dönüşünün olumlu olduğundan bahsediyordu. Bu arada ilginç bir karşılaştırma da yapıyordu. Bu din adamına göre, Süryaniler ve bölgedeki diğer dini azınlıklar Allah’ı seviyorlar; ancak Müslümanların önemli bir kısmı ise Allah’tan korkuyorlar. Din adamı, “Korku ile sevgi arasındaki duygu birbirinden dünyalar kadar uzaktır. Çünkü insan her korktuğunu sevmeyebilir. Ülkede siyaset yapan Müslümanlar Allah’tan korkmak yerine onu sevseydiler, bugün bu sorunların hiçbirini yaşamıyor olabilirdik” diyordu.
Süryani din adamının bu benzetmesi kişiye yönelik sevgi ile ondan korkma arasındaki boyuta da bir göndermeydi, aynı zamanda.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır gezisi de ele aldığımız konular arasındaydı. Kılıçdaroğlu ile görüşen STK yöneticisi arkadaşlardan biri net bir anlatımla CHP’nin çözüm gücü olamayacağını, hele Kılıçdaroğlu ile görüştükten sonra bu görüşünün daha da pekiştiğini belirtiyordu. STK yöneticisi arkadaş, “Bölgede zaten oy alamayan CHP, doğru olduğuna inandığı adımların bile eğer atılacaksa bizzat AKP tarafından atılmasını bekliyor” sözleriyle, CHP’nin grupçu bakışını sorguluyordu. STK yöneticisi arkadaş Kılıçdaroğlu ile yapılan görüşmede ısrarla CHP’nin Kürt sorunu ile ilgili çözüm projelerini sormuş; Kılıçdaroğlu’nun yanıtı ise hep aynı olmuş: “Bize güvenin; iktidara geldiğimizde bu sorunu çözeriz!”
Bölgedeki görüşmelerimizde öne çıkan bir başka tespit ise AKP’nin, özellikle de Başbakan’ın hırçın politikasına dönüktü.
Bölgede BDP ve AKP dışındaki diğer partilerin yerinde yeller estiğini biliyoruz. Dolayısıyla bölgede AKP’nin tek rakibi BDP. Bu durumda AKP, niçin BDP’nin elini güçlerdirebilecek adımlar atsın ya da BDP’nin önünü açacak bir davranış geliştirsin? Bir de şu var: BDP’nin dayandığı taban ile PKK’nin tabanı arasında bir uçurum yok. Her BDP’li PKK’li olmasa da, her PKK’linin aynı zamanda BDP’li olduğu gerçeği bu kadar ortadayken, AKP, eski devlet aklını terk etmeye niyetli görünmüyor. Yani AKP de, “Bu ülkeye komünist parti lazımsa onu da ben yaparım” aklını besliyor ve devam ettiriyor.
AKP, daha doğrusu Başbakan, “Ben verdim, ben yaptım, ben değiştirdim, siz de benim peşimden gelmek, bana tabi olmak, yaptıklarıma vefa göstermek zorundasınız” diyor. Buna rağmen bölge insanı büyük çoğunlukla peşinde değil.
Başbakan’ı ve diğer AKP’lileri hırçınlaştıran da bu...
Bu hırçınlık şiddeti besliyor, ölümleri büyütüyor...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et