28 Ekim 2012 10:16

Yüzler

Yüzler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Lisede tanıştığım ilk çocuklardan biriydi. 14 yaşında olduğu düşünülürse olağan dışı sayılacak kadar mutsuzdu. Ben de kendi sebeplerimden ötürü mutsuzdum. Ama onun mutsuzluğu daha tuhaf geliyordu. California’da doğduğunu ve birkaç sene önce ailesi Türkiye’ye kesin dönüş yapana kadar orada yaşadığını öğrendim. Yıllar sonra o günlerden bahsederken, “Ne olmasını bekliyordun, o yaşta bir çocuk olarak beni Big Mac’in, NBA’in, ponpon kızların ve Taco Bell köpeğinin vatanından alıp buraya sürükledikleri için anne babamı sonsuza dek affetmeyecektim” diyor. 11 yaşındayken kapitalizmden bahsetmesini bekleyemezsiniz, ama bunun algılayabildiği belli yansımaları hükmediyor hayatına. Listenin başına koyduğu görüngü, NBA, yarın gece yeniden start alıyor.

Fakat ABD bundan ibaret değil. Veya Hollywood’dan. Fransa’da ellili yıllarda sinema eleştirisinde yepyeni boyutlar tanımlayan kült dergi Cahiers du Cinéma’yı kuran film tutkunlarının çevrelerindekileri ikna etmeleri gereken ilk şey buydu. Daha sonra bu kıtanın en yetkin filmlerinden bazılarını çekecek olan Chabrol, Godard, Truffaut, Rivette ve Rohmer derginin editoryal kadrosunu oluşturuyordu. Sinemanın bir dil olduğu şiarına uygun olarak, elbette Hollywood’un pompaladığı ‘salt eğlence olarak sinema’ tanımına tamamen karşıydılar. Ancak ABD’ye, o ülkenin ihraç ettiği filmlerine, kültürüne ve hayat tarzına yoğun bir tepki duyulan bir çevrede yaratmaya çalıştıkları entelektüel cephe, Hollywood’un çıkardığı auteurleri görmezden gelemezdi. Hitchcock tartışmasız olarak temel sinematografik formların mucidiydi ve Hawks ile birlikte sarı sayfaların başat yol göstericisiydi. Onların ve Godard’ın favori yönetmeni Ray gibilerinin yanında olduklarını en baştan ilan etmeliydiler. Anne Wiazemsky’ye tutulduktan sonra ilk kez gerçek anlamda siyasallaşan Godard durumu şöyle özetler: “Dünya sineması Amerikan endüstrisinin hakimiyeti altındadır. Bu çok doğru saptamaya ekleyecek bir şey yoktur. Şimdi bizim, her şeyi bir yana bırakıp kendi çapımızda, Hollywood-Cinecitta-Mosfilm-Pinewood imparatorluğunun bağrında “iki, üç veya daha fazla Vietnam” yaratma mücadelesinin fitilini ateşlememiz ve hem ekonomik hem de estetik anlamda ulusal, özgür, kardeşçe, yoldaşça ve dayanışma içinde olan sinemalar yaratma mücadelesi vermemiz gerekmektedir.”

Yıllar içinde o sıralar derginin başına geçmiş Rivette’i ve diğerlerini en çok etkileyen Amerikan yapımlarından biri de Cassavetes filmi Faces (Yüzler, 1968) oldu. İlk dönemlerinde zaman zaman “yaratıcı + konu = eser” formülünden sapıp sadece yaratıcıyı tutan bir bakışa teslim olan ve böylece ‘bir estetik kültü oluşturma’ tehlikesinin kıyısından dönen Yeni Dalga’nın başarısı üzerinde birleştiği ilk ‘ustasız film’ sayılabilir. Bu cinéma vérité şaheseri, satirik bir çaba içine girmeden ve “Tanrı olmaya heveslenmeden” doğrudan bir anlatı ortaya koyuyordu. Amerikan orta sınıfının ilişkilerini, bir noktada başta basmakalıp olarak görülen şeylerin içine sızarak, olduğu gibi resmetmeye vakıf olabilmişti. Faces bugün de kendine patlamak için bile alan bulamayan bir sınıfın, nasıl da vasat hayatlarını idame ettirmek için sadece para kazanıp harcamaya odaklanmış -kelimenin en yalın ve acı anlamıyla- tüketicilere dönüştüğünü en iyi anlatabilmiş filmdir.

Cassavetes ABD içinde bir Vietnam’dır ve bu yüzden Rohmer’in dediği gibi “California kıyısını sevmemiz gerekir. Orası kimilerinin bizi inandırdığı gibi kötülük yuvası bir diyar değildir. Orası seçilmiş bir diyardır daha çok.” NBA içinde kurulabilecek en ‘beyaz’ takımı kurup Avrupa basketbolu oynamaya başlayan Rick Adelman da bir Vietnam. Her şeyin onun gibi bir ucubeyi yok etmek üzerine kurulduğu bir dünyada var olma savaşı verecek, anksiyete bozukluğundan muzdarip çaylak Royce White da…

Bazen basketbol da bir dil ve bu dil içerisinde NBA sadece 11 yaşındaki bir çocuğu ele geçirmeye yarayan bir hipnoz aracı değil.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa