21 Ekim 2012 15:46

Anadolu Efes: 'Avrupa’da Nehir Kenarında, Şehirde Basketbol Kulüpleri Var'

Anadolu Efes: 'Avrupa’da Nehir Kenarında, Şehirde Basketbol Kulüpleri Var'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Birkaç hafta önce, yeni sezona girilirken tüm Euroleague takımlarını kapsayacak bir ön inceleme dergisi için çorbada tuz kabilinden bir şeyler karalamam rica edildi. Kapıdaki sezonun Anadolu Efes’e neler getireceğiyle ilgili atıp tutacaktım. Basketbol üzerine bu atıp tutmalarım da zaten bu takım hakkındaki karalamalarla başlamıştı. Dolayısıyla çok zor bir görev sayılmazdı. Anlatmaya alışık olduğum bir hikayeydi, yalnızca bir süredir anlatma konusunda eskisi kadar hevesli değildim. Bu aralıkta kahramanın adı -tuhaf bir şekilde- değişmiş olsa da kurgudaki kırılma noktaları korunuyordu. Yazıyı kulübü ziyaret etmekten vazgeçmeyen nostalji sanrıları üzerine kurmayı tercih ettim. Gelenlere gidenlere bakışla, kadro analiziyle, takımın olası güçlü ve zayıf yanlarıyla ve nihai beklentilerle gerekli her şeyi barındırıyor gibiydi. Ama derginin Avrupa’nın her köşesinden, taktik tahtasındaki X’lerin ve O’ların saha içine tezahürüne özel bir ihtimam gösteren bir kitleye servis edileceğini göz önünde bulundurarak birkaç figürü kasten dışarıda bırakmıştım. Biraz da bunları-bilmeleri-sahiden-gerekiyor-mu düşüncesiyle… Yazıyı okurken hissettiğim yarım kalmışlığın müsebbibi de bu kasten dışarıda bırakılanlardı sanırım. O günlerde Aysel Tuğluk’un hatırlattığı “Ortada konuşulmayan büyük bir şey varsa, başka önemli bir şey söylenemez” düsturuna uygun olarak, Evrensel’deki ilk atıp tutmalarımın adresi yine Efes olacak…

Bahse konu yazının finalinde Oktay Mahmuti’nin geçmişe saplanıp kalan tiplerden olmamasını, aksine daima kendisi için yeni meydan okuma alanları arama karakterini bu sezon Efes Pilsen’in açıkça tökezleyen basketbol projesi için yeni bir başlangıç yaratabilmesi adına bir güvence olarak öne attığımı görüyorum. Fakat çok uzun yıllardır, bu proje adına hayati kararların altına imza atanlar koçlar değil. Bu yüzden de, projenin başarı tanımını doğru yapıyor olsak bile, o çok katmanlı başarıya bir koçun takım mühendisliğindeki yetkinliğiyle yahut taktik tahtasındaki X ya da O ile gidilebileceği öngörüsü işleyişi bilen herkese fazlasıyla naif gelecektir. Bu bağlamda son şampiyon Olympiakos önünde alınan 26 farklı galibiyete, 26 farklı anlam yüklemek teknik açıdan mümkün olsa da bu anlamların her birinin asıl soruya değil dış çeperlerde bulunan ve ‘trivial’ bazı sorulara açıklık getireceğini de görmek gerekiyor.

Efes Pilsen’in Kadıköyspor’u devralarak başlattığı basketbol yolculuğunun seyri malum, ‘bir kez de benden dinleyin’ diyebilirim ama bencil ve israflı bir yaratımdan fazlası olmaz. Özellikle Fenerbahçe-Ülker birleşmesi ve takiben İstanbul’un diğer iki ‘büyük’ kulübünden gelen karşı hamleler sonrasında, artık doksanların ortasındaki basketbol coğrafyasından hayli uzaktayız. Yeni düzende yerel lig Efes’in -kurallarını bizzat koyduğu- oyun bahçesi olmaktan çok uzak. Bunu desteklemek için argüman arıyorsanız, Türkiye’ye NBA kapısını açan iki oyuncu Efes altyapısından çıkmışken bunun devamının gelmediğinden bahsetmek popüler bir seçenek. Bununla birlikte Efes’in o günlerdeki tahakkümü açıkça sezilebilir olmanın yanında, birkaç yüksek profilli oyuncu üzerinden anlatılınca azametinden ister istemez kaybediyor. Birinci ligdeki hemen her kulübün yerli kadrosunun büyük oranda Efes menşeli oyunculardan oluşması ve tek bir altyapı tesisinin tüm ülke basketbolunun işleyişini dikte ediyor olması, o monopol yapının tasviri için kaçırılmaması gereken bir detay. Bu büyük resmin takımı sürüklediği Avrupa başarılarının -dünya genelindeki benzer örneklere uygun düşer şekilde- sportif müsabakaları en ilkel komplekslerini aşmak için güvenli bir yol olarak gören bir ülkeye yaşattıkları da aslında çok şaşırtıcı olmamalı.

Son yıllardaki resme döndüğümüzde ise denizin bittiğini kısa sürede anlıyoruz. Güç merkezine oturan Efes’in milli takım algısıyla ödüllendirildiği o düzen, yalnızca kıyıda bulanık bir suret olarak gözümüze takılıyor. Yeni adıyla Anadolu Efes, bir ülkece kucaklanmayı bir tarafa bırakın, bir şehrin veya bir semtin aidiyet duygusuna dahi mazhar olamayan ve yakın gelecekte olması mümkün gözükmeyen bir takım. (Her şeye rağmen basketbol takımının hala markanın en muteber uzantısı olmaya devam ettiğini söylemeliyiz. Siz yine de Sinop yakınlarında bundan pek bahsetmeyin.) Maçlarını her sene şehrin birbirinden uzak ve farklı sosyal gruplara barınaklık eden üç köşesinde oynamaları, bu döngüyü kırmak için çok da çabalamadıklarının kolayca saptanabilecek bir göstergesi. Evet, basketbola da taşınan Üç Büyükler merkezli nefret ortamı içerisinde bir ‘rakip’ olarak bunca yolu katettikten sonra o ilişkilerin çoktan yıpranmış olduğunu düşünüyor olabilirler. Bu noktaya gelinmesinin kaçınılmaz olduğunu yolun başında görmüş de olabilirler. Ve belki tüm bu olanlar için sorumlular sıralanacaksa o listenin tepesinde bir yer iddia edemeyeceklerini öne sürebilirler. Yoğunlaşmamız gerekense, karşımızda duranın gitgide değerini kaybeden ve kağıt üzerindeki varoluş amacından sapan atıl bir ‘proje’ olması.

Aslında hiçbir sorunun çözümü, görünürde bu sorunların çözümü ile ilgili -doğal olarak ve diğer yandan ne yazık ki- herhangi bir söz hakkı olmayan Mahmuti’den geçmiyor. Bu noktada denkleme yeniden dahil olan, meydan okuyan ve sağaltıcı Mahmuti karakteri. Olympiakos’a karşı alınan türden galibiyetlerle desteklendiği müddetçe kulüpte onsuz geçen beş sezondaki hiçbir koçun hayal edemeyeceği kadar etkin olan Mahmuti’nin merkezinde bulunacağı bir katharsis süreci, tek olurlu kurtuluş senaryosu gibi duruyor.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...