11 Eylül 2012

Hukuktan eğitime Kürtçe

Kürt sorunu Türkiye’nin, hatta Ortadoğu’nun en önemli gündemi...
Ne yazık ki şiddetin yegane unsur olarak tartışıldığı bu gündemde, sivil siyasetin de önü tamamen kapatılmak, Kürtler, özellikle de parlamentoda temsili olan BDP siyaset dışı bırakılmak isteniyor.
Sivil siyasete tek yol bırakılıyor: Şiddetin sadece PKK eksenli olarak mahkum edilmesi.
Hatta mümkünse devlet uygulamalarının yüceltilmesi ve PKK’nin şiddeti kutsayan terörist bir örgüt olarak ilan edilmesi...
Kürtlerin sivil siyaset alanında yeniden örgütlenmeye başladığı 1990’lardan beridir yasal alanda siyaset yapanlara dayatılan bu politikaların bir işe yaramadığını, hayatta karşılığının olmadığını bilmelerine rağmen yine de dayatıyorlar.
Sivil siyasete bu dayatılıyor da peki uygulamada Kürt sorunu nasıl ele alınıyor?
Örneğin sorunun en basit yanı olan dil sorununu ele alalım.
Tabi ‘en basit’ derken, Türkiye koşullarındaki ‘en basitten’ söz etmiyoruz; belki de Türkiye koşullarındaki ‘en zordan’ demek gerekir.
Dil, bir diğer anlatımla dilin özgürlüğü, bir halkın olmazsa olmazıdır. Halk, öncelikle diliyle vardır. Siz dili bir halkın elinden aldınız mı, geriye koca bir ‘yok’ kalır.
İsterseniz sadece Kürt diline, yani Kürtçeye reva görülenleri ele alıp yaşananları bir gözden geçirelim.
10 Eylül günü Kürt gazetecilerin yargılandığı KCK davası Silivri’de yeniden görülmeye başlandı.
Aynı gün görülen bir diğer dava da Kürt Yazar Ali Fikri Işık’ın Edirne Askeri Mahkemesindeki vicdani reddini Kürtçe açıkladığı davaydı.
Kürt gazetecilere isnat edilen saçma sapan suçlamaları göz ardı edelim, onları görmeyelim.
Yaşını başını almış Ali Fikri Işık’a 12 Eylül cezaevlerinde yaşatılan ağır işkence ve zulmü bir yana bırakıp onu firari olduğu iddiasıyla yargılayan mahkemenin tutumunu da görmezden gelelim.
Göz ardı edelim, görmeyelim dediklerimiz elbet yenilir yutulur şeyler değil, ama yine de görmeyelim.
Yani, bir gazetecinin haber kaynağıyla görüşmesi, haber müdürüne, editöre telefonla haber yazdırması, habere giderken yöneticisinden minibüs parasını istemesi gibi Kürt gazetecilere yöneltilen ucube suçlamaları, görmezden gelelim, diyorum.
Yani her biri davanın esasını oluşturan ve tabi hukuk açısından birer garabet olan noktaları görmezden gelelim, diyorum.
Peki, her iki davada da bu göz ardı ettiklerimizden, görmeyelim dediklerimizden geriye kalanlar ne?
Dilden, yani Kürtçeden başka bir şey kalıyor mu, geriye?
Devlet, hükümet adım atar, ‘açılım’ yapar, televizyon kurar...
Ama iş, Kürtlerin kendilerini dilleriyle ifade etmesine, eğitim görmesine gelince, yo, olmaz!
Orda dur!
Ben sana ne kadar izin verdiysem onunla idare et...
Kürtçe konuşacaksan, gel TRT 6’e...
Kendi dilinle eğitim göreceksen, gel devletin üniversitesine belirlenen sınırlar içerisinde sana verilen kadarıyla eğitimini sürdür...
Yani devlet, Kürtçeyi sadece benim izin verdiğim yerlerde, benim izin verdiğim sınırlarda kullanabilirsin, diyor...
Mahkemelerde Kürt siyasetçilerinin, Kürt yazarlarının Kürtçe savunma yapmalarının engellenmesinin başka bir izahı var mı?
Ben izin vermediğim sürece dilini kullanamazsın, diyor “yüce devletlû...”
Kürtçeye dönük bu garabet sadece hukuk alanında değil, eğitim alanında da böyle.
İyi kötü, adı Kürtçe olmasa da bu yıl “yaşayan diller ve lehçeler” dersi seçmeli ders olarak müfredata girdi.
“Yüce devletlûmuz” çocukların 5. sınıftan 8. sınıfa kadar Kürtçeyi “yaşayan diller ve lehçeler” adı altında seçmeli ders olarak alabileceklerini buyurdu.
Peki, gerçekten çocuklarımız bu dersi alabilecekler mi?
Yok, sadece kağıt üzerinde verilmiş bir hak olarak “yaşayan diller ve lehçeler” var.
Şimdiden okullarda harıl harıl Kur’an-ı Kerim, Peygamberin Hayatı, Arapça dersleri öğrencilere seçtirilirken nedense “yaşayan diller ve lehçeler” öğretimine okullarımız hazırlıklı değiller...
Daha da ötesi, liselerde belirlenen tüm seçmeli dersleri öğrenciler alabilirler, ama aynı öğrenciler “yaşayan diller ve lehçeler” dersini alamazlar. Çünkü liselerin müfredatında böyle bir ders de yok.
İşte hal-i pür melalimiz bu...
“Yüce Devletlûmuz” kendi sınırlarını koymuş, bu sınırlara uyarsan varsın, uymazsan yoksun, diyor.
Şiddet büyüyor, her gün gençler ölüyor, kimin umurunda!..

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et