7 Ağustos 2012

Her ölüm yeni acı, yeni nefrettir...

Şemdinli’de iki haftayı aşan bir süredir devam eden çatışmalar PKK’nin Çukurca’da askeri karakollara yönelmesi ile sürünce ana akım medya da “konuşmaya” başladı; “Ne oluyor?​” sorusunun cevabı, tetikçi bir mantaliteyle de olsa bu medyanın ilgi alanına girdi.
Çatışmaların devam ettiği ilk iki hafta içinde devlet katında tek bir açıklama yoktu. Bir açıklama -siz bunu talimat da anlayabilirsiniz- olmayınca ne yapacağını bilemeyen ana akım medya daha çok sessizliği tercih ediyordu; ya da küçük haberlerle işi geçiştiriyordu.
Bazı gazetecilerin sorularına hükümet kanadından verilen “Güvenlik güçlerimiz gerekli bilgilendirmeyi yapacaktır,” cevabı, biraz da “Bu işi çok kurcalamayın” babındaydı.
Çatışma gelip Çukurca’ya dayanınca, aktif savaşın sanıldığının aksine geniş bir coğrafyayı kapladığı, Çukurca ve Şemdinli ile sınırlı kalmayıp yayılacağı görülünce, hükümet sessizliği bozdu. Başbakan katıldığı bir televizyon programında gelişmeleri anlattı; bölgede neler yaşandığının cevabını verdi.
Başbakan katıldığı televizyon programında ilk suçluyu tespit etmişti: Bir kısım medya...
Şemdinli’de neler olduğu daha Başbakana ‘kem küm” ile sorulurken, cevabı hemen veriverdi: “23 Temmuzda Şemdinli’de bir süreç başladı. Birtakım medya Şemdinli’de psikolojik bir harekat başlattı. TSK çalışanlarını, bizleri bu propaganda etkiliyor. Twit atıyorlar, bir kısım medya da bunu şu kadar polis, asker şehit oldu diye haber yapıyor. Ne yazık ki bu medya buna alet oluyor.”
Başbakanın ilk suçlu olarak medyayı göstermesine rağmen, bu açıklamalardan en çok ana akım medyanın rahatladığına, ne yapacağına dair işaretleri aldığına kuşku yok.
İşareti alan medya bölgedeki haberleri manşetlere, sürmanşetlere çıkarmakta gecikmedi. Fehman Hüseyin’in Şemdinli’nin BDP’li belediye başkanı ile meclis üyelerine verdiği talimat haberciliğin ilk “bombasıydı.” Fehman Hüseyin, “Goman Dağına çıkıp canlı kalkan olmazsanız, sivil halka saldıracağız” demiş; Şemdinli’nin BDP’li belediye başkanı ile meclis üyelerine.
Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre, “tetikçi” olarak nitelediği medyanın, nihayetinde Şemdinli’yi görmelerine gülüp geçtiklerini yazıyordu, Başbakanın şu çok kızdığı, bir türlü zapturapt altına alamadığı sosyal medyadaki sayfasında. Töre şunu da ekliyordu: “Gerek avukatlık mesleğimde, gerekse belediye başkanlığı görevim boyunca tehdit aldığım yegane insanlar ‘Apoletli kamu görevlileri’ olmuştur.”
Başbakanın bölgede çatışmaların yayılmasına ikinci neden olarak gördüğü kesimler de vardı: “Dış düşmanlar.”
Başbakan bu düşmanlardan sadece birinin adını verdi: Suriye...
Bazı bakanları ile birlikte Başbakanı dahil çokça üst düzey bürokratı ülkeden kaçan, generalleri firar eden, Şam’da bile kaldığı şüpheli olan, belki de Lazkiye’ye sıkışmış bir Esad, PKK’ye Şemdinli’de destek veriyormuş.
Belki ayrı bir yazı konusu ama Başbakanın “dış düşman” argümanına, ne yazık ki sadece devleti yönetenler değil, kendini “Kürt siyasetçisi, aydını” olarak tanımlayan başkaları da inanıyor. Bu siyasetçilerimiz, Başbakanın adını vermediği İran’ı ve başka ülkeleri de işin içine katarak, PKK’nin dış destekle bölgede askeri hakimiyet kurmak istediğini söylüyorlar.
***
Durum bu iken, medyanın tutumu ortadayken, “dış düşman” işin içindeyken, yaşanan ne peki?
“Savaş gücü sınanan” PKK, gücünü gösteriyor; bu gücünü gösterirken de “kurtarılmış bölge” oluşturmaktan öte alan hakimiyetini elinde tutmak istiyor.
Bunu yapabilir mi?
Yapabileceği görülüyor.
Dış destek alarak mı yapabilir?
Dört bir etrafı sarılmış bir coğrafyada nefessiz bırakılmak istenen askeri bir örgütün hangi yöntemleri deneyebileceğini, nasıl ilişkilere girebileceğini öğrenmek istiyorsak, çokça uzağa gitmeye gerek yok. İran ve Irak’taki silahlı Kürt hareketlerinin siyasal ve askeri tarihleri yeniden okunsun yeter.
***
Kürt sorununu hâlâ çözemeyen, Kürtlerin ne istediği sorulduğunda ise “Bitmiyor istedikleri” diyerek Kürtleri vefasızlıkla suçlayan Başbakan, “savaşa” endekslenmiş durumda. Konsept belki “Çiller-Güreş-Ağar” konsepti ile birebir aynı değil ama sonuç itibariyle savaşı ve şiddeti büyüten bir konseptin ağırlıkla son bir yıldır yeniden yaşama geçirilmek istendiğini, hatta geçirildiğini görebiliyoruz.
Yaşananları uzun uzadıya tekrar etmeye gerek yok. PKK, 1984 Eruh Şemdinli baskınından 28 yıl sonra en kapsamlı askeri eylemlerini düzenliyor.
Aralarında CHP ve Mazlum-Der’in de olduğu heyetler, bölgedeki incelemeler sonrasında yaptıkları açıklamalarda, ordu mensuplarının çatışmaların yaşandığı bölgelerde kara hakimiyetini kaybettiğini söylüyorlar.
Güvenlik gerekçesiyle bazı mezraların boşaltıldığı, geniş bir alanın askeri bölge ilan edildiği, “Olayı büyütmeye gerek yok,” diyen Hakkari Valiliği tarafından bizzat açıklandı.
Bu eskiye dönüş değil de nedir?
Başbakan, “Şu Olağanüstü Hal’i kaldırın başka bir şey istemiyoruz dediler. OHAL’i kaldırdık unutuldu gitti. Şimdi başka şeyler ortaya çıkmaya başlamış” diyor.
Başka şeyler dediği, Kürtlerin kendilerini yönetme isteğidir.
Kürtlerin TRT 6’ya fit olmayacağını, bundan sonraki hayatlarını seçmeli ders ile ikame etmeyeceğini Sağır Sultan bile bilirken, ülkeyi yönetenlerin bilmemesi mümkün değil.
Kürt sorunu, giderek büyüyen savaş ve yeni ölümler ile çözülmez.
Hele yaşamını yitiren gençlerin sayılarını yarıştırarak hiç çözülmez.
Her ölüm, onlarca ocağa düşen yeni ateştir, yeni nefrettir.
Nefreti büyütmemenin, ölümleri durdurmanın anahtarı ise Başbakanın elindedir.
Ne yazık ki bu durum hâlâ idrak edilmiş değil.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et