7 Temmuz 2012

Su, toprak ve ateş ölümleri

DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

Su, toprak, ateş, hava... Antik Yunan’da yaşasaydık, “hayatın kaynağı”nı konuşacaktık uzun uzun... Evrenin temel, ilk öğesini “arkhe”nin hangisi olduğu üzerine tartışacaktık. Ne zaman var olduklarını, nasıl bir araya geldiklerini ve hatta insanlığın bugüne nasıl geldiğini...
Kimimiz Thales’in sözüne inanıp “su”da arayacaktık “hayatın anlamı”nı... Kimimiz Anaksimenes gibi “hava”da... Belki de, “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” sözüyle gönlümüzde taht kurmuş Herakleitos gibi “ateş”te görecektik “temel öge”yi...
Yazık bize ki; Türkiye’de ve 2012 yılında yaşıyoruz! Cern’de yapılan önemli deney ile aynı tarihlerde... Adamların “Allah’ın belası parçacık”ı bulduğu, evrenin oluşumu ile ilgili önemli bulgulara ulaştığı zaman diliminde; biz de yaşıyoruz. Ama, “Filmde gerçek cin kullandık” diyenlerin ülkesinde... Kim bilir kaçıncı kez çektikleri “aynı” filmi, pazarlamak için “gerçek cin” hikayesine başvuracak “sanatçı”lar ve bunu “yiyecek” insanlar var bu ülkede...
Sinemasını “cin”lerle pazarlayanların ülkesinde, selde ölenlerin ardından “Semavi felaket” açıklaması yapan Belediye Başkanı olması şaşırtıcı mı? Kaçıncı “güzel öldüler” açıklaması bu; kaçıncı “takdir-i ilahi” savunması...
“Hayatın kaynağı” sayılan maddeler, nicedir “ölümün kaynağı” bu ülkede... Su öldürüyor, toprak öldürüyor, ateş öldürüyor, hava öldürüyor...
Barajda çökme; madende, inşaatta göçük, cezaevinde, fabrikada yangın, evde, işyerinde, serviste ölüm, havadan bombalarla gelen ölüm... İnsan eliyle, iktidar eliyle felaketler silsilesi...
Ve nedense bu “semavi” felaketlerde, işçiler ölür, kapıcılar ölür, Kürtler ölür, çocuklar ölür, emekliler ölür; bir kez olsun bir patron, bir bürokrat ölmez! “Doğada bulunan dört element”ten yoksulun payına ölüm düşer; zenginin payına “daha iyi bir hayat”...
Bu da mı takdir-i ilahi! Bu da mı semavi! Gökten mi geliyor, içinde yaşadığımız lanet olası kapitalist sistemin adaletsizliği?
“Dere yatağına ev yapıyorlar, sellerde can kaybı oluyor, hepsini yıkacağız” diye bağır çağır parmak sallayanların yaptığı “çağdaş” konutlarda ölen bir buçuk yaşındaki bebeğin “yaşama hakkı”nın hiç mi kıymeti yok! İnsanlık tarihinin binlerce yıllık birikiminden bir nebze olsun, bizim payımıza bir şey düşmedi...
Mağaralarda yaşarken gök gürültüsünden korkan ilkel insan kadar mı ufkumuz, bilgimiz, aklımız... Açıklayamadığımız ne varsa, “Tanrısal”dır; diyen ilkel insandan bu yana bir arpa boyu yol alamadık mı, dünyayı, doğayı anlamaya dair...
En azından “biri”leri alamamış görünüyor. İnşaat temellerinde gömdükleri ayakta durabilme umutları, gözlerini bu kadar kör etmiş işte! Mert Irmağı gibi her yıl en az üç beş kez taşan derenin yatağına “Kuzey Yıldızı” konutlarını dikiveriyor TOKİ... Umurunda mı?
Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ne diyor; “TOKİ hem titiz çalışmasıyla hem işini bilimsel yapmasıyla elhamdülillah bugüne kadar mühendislik, denetim bakımından böyle bir afet yaşamadı. Bana göre TOKİ’nin bir milim suçu yok, mühendis olarak söylüyorum”...
Hamdolsun ki, mühendis bir bakanımız var! Neyi değiştiriyor peki? Soruşturma yok, inceleme yok... Yoksulların evi yıkılacağı zaman, “Dere yatağına ev yapılmaz”, TOKİ konut yaptığı zaman “1 milim hata yok”... Adalet bu mu? Bilim böyle mi söylüyor sahiden?
Geçin efendim bir kalemde...
Siz bu topraklarda, dere ağızlarına toplu konut dikmezden evvel, Anadolu ne uygarlıklar gördü... Ne mimari şaheserlere, ne kentlere tanıklık etti... Yaşama kültürünün en inceliklerine kadar düşünülmüş örneklerini yaşadı. Antik Yunan filozoflarının fırtınayı, depremi, sizin “semavi” dediğiniz felaketleri anlama çabalarına şahit oldu...
Ve şimdi binlerce yıl sonra biz; “gerçek cin”li filmler izleyip, sizin “semavi yağmur” senaryolarınıza kanacağız öyle mi? İnsanlığın tüm bilimsel birikimini elimizin tersiyle itip, “gök”te bir yerlerde arayacağız içinde yaşadığımız hayatın anlamını?
Sırf siz istiyorsunuz diye, sırf sizin “kâr”larınıza halel gelmesin diye, sırf sizin “adaletsiz düzen”iniz bozulmasın diye... Öyle mi?
Herakleitos’e bin kez inanırız, tüm eksiğine rağmen; ama sizin tek bir cümleniz ikna edici gelmez bize. Bu nehirlerde daha “kaç kez” yıkanacağız? Daha kaç kez öleceğiz, anlamak için; “Bir milim bile hatasız” felaketlerinizde?
On binlerce yıldır kendi yatağında akıp giden dereye yaptığınız müdahalenin sonucudur bugün yaşadıklarımız... Uludere farklı mı? “Sınırı kaçak geçtiler” diye gençlerin, çocukların üzerine bombalar yağdırmak bugünün derdi... Oralarda bir yerlerden “doğal sınır” geçmiyor işte; sizin çizgileriniz sadece “harita”larınızda... Anlamak istemeseniz de, hayatın içinde öyle bir çizgi yok! Ve tüm çizgileriniz silinecek bir gün...
Daha ne diyelim; sözün bittiği yerde, daha güzel söylesin diye ustaya bırakalım bir kez daha: “Topraktan, ateşten ve denizden / Doğanların / En mükemmeli doğacak bizden... / Ve insanlar ellerini / Korkmadan, / Düşünmeden / Birbirlerinin ellerine bırakarak, / Yıldızlara bakarak / Yaşamak ne güzel şey / Diyecekler...”
Evet, “Yaşamak ne güzel şey” diyecekler; çünkü yaşamak gerçekten güzel olacak. Çünkü, ne mutluluğu, ne acının sebebini gökte değil, bilinmezde aramayacaklar. Akılla, bilgiyle, bilimle anlayacak doğayı ve elbette kendini...
İnsan böyle insan olacak...

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et