14 Haziran 2012 10:17

15-16 Haziran’ı 42 yıl sonra anmak!

15-16 Haziran’ı 42 yıl sonra anmak!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 42. yıl dönümü!
Denilebilir ki 40 yılı aşkın bir zamandan beri işçiler bu önemli direnişi unutmadılar ve bugünden sonra da belki daha uzunca bir zaman da unutmayacaklar. Ve bugün ve yarın ülkenin birçok yerinde DİSK’in ve KESK’e bağlı kimi sendikaların organize ettiği etkinliklerde, ayrıca çeşitli işçi ve sendika çevrelerinin de çeşitli etkinliklerinde bu 42 yıl önceki işçi başkaldırısıyla ilgili “anılar”, dersler üstünde konuşacaklar.
Elbette ki bugünkü mücadele dünkü mücadelenin üstünde yükselir ve bu yüzden de dünkü mücadelenin dersleri, bu derslerden öğrenilenlerin bugüne ışık tutması son derece önemlidir. Bu olmadan da işçi sınıfı mücadelesi, gerçek anlamda bir mücadele olmaz.
Evet, işçi sınıfının geçmiş mücadelelerinin unutulmaması, bu mücadelenin sürekliliği bakımından çok önemlidir ama bundan da önemlisi, bu mücadelenin bugünkü mücadeleyi besleyen bir kaynak olmasıdır. Yani eğer geçmişte olup bitenleri sürekli yinelemek, o günün işçilerinin, sendikalarının mücadelesine övgüler dizmekle yetinilirse, bu etkinlikler sadece geçmişe yönelik bir övgüyü, nostaljik bir kutlamayı aşmazsa, bu “anmacılık” olur. Bugüne ışık tutmayan bir geçmiş mücadele anması ise, boşa emek ve zaman harcamak, bugünün mücadelesinin küçümsenmesi ya da bugün yapılması gerekenlerin üstünün örtülmesinin bir dayanağına dönüşmesi demektir. Tıpkı ’68 gençlik hareketi karşısında, ondan gerekli dersleri çıkarıp bugünün mücadelesine ışık tutulması yerine ‘68 övgücülüğüne soyunmak ve “68 kültünün” bugünkü gençlik mücadelesi üstünde bir tortu olarak çökmesi gibi.
Nerden çıkmıştır 15-16 Haziran büyük işçi direnişi?
Kısaca 15-16 Haziran başkaldırısı; hükümetin sendikalara “yetki barajı” getirerek, DİSK’e bağlı sendikaların barajın altında kalmasının sağlanması ve DİSK’in böylece etkisizleşmesini amaçlayan bir yasa değişikliği karşısında, işçilerin iş bırakarak eyleme geçmesi (Türk-İş’e bağlı sendikalara üye pek çok işçinin de bu eylemlere katıldığı biliniyor) ve iki gün boyunca hayatı durdurmalarıdır.
Peki, bugün sendikal alanda ne oluyor?
Bugün iş kolu (yüzde 10) ve işyeri (yüzde50+1) barajı (12 Eylül darbesinden beri) zaten var ve birçok sendika işyerinde örgütlense de yetki alamıyor. İş kolu yetkisi olanlar bile çok büyük zorluklarla yetki alabiliyor. Bu yüzden de işçilerin sendikalarda örgütlenme oranı yüzde 6 dolayına kadar inmiş bulunuyor.
Bunlarla da yetinmeyen sermaye güçleri (hükümet ve patronlar);
- Daha iki hafta önce hava taşımacılığı iş kolunu da grev yasağı kapsamına aldı. Bu saldırıya tepki gösteren emekçilerin 305’i haksız, hukuksuz biçimde işten atıldı.
-  Ve yıllardan Mecliste bekleyen sendikalarla ilgili yasalar çıkarılmadığı için bugün sekiz yüz dolayında işyerinde işçiler ve sendikalar, (300 binden fazla işçinin), yetkisi Çalışma Bakanlığı tarafından onaylanmadığı için sendikalı olduğu halde toplusözleşme hakkını kullanamıyor. Ve Çalışma Bakanı; “Bu yasa çıkmadığı için yetki veremiyoruz. Bu yasayı engelleyen birileri mi var diye düşünüyorum” diye dalga geçiyor sendikalarla işçilerle!
- Ayrıca hükümet, kıdem tazminatını fon ya da başka yollarla tasfiye edeceğini açıkladı ve bunun için sadece fırsat kullandığını tüm sendikal camia biliyor.
- Kamu emekçilerinin grev hakkı tanınmadığı gibi,. “toplusözleşme hakkı” da öylesine budandı ki, daha üç hafta önce bir buçuk milyondan fazla kamu emekçisi bir genel greve başvurmak zorunda kaldı.
Esnek çalışma uygulamalarını hızla yaygınlaştırılıyor olmalarının, özel istihdam büroları kurulması hazırlıklarının son aşamasına gelinmiş olmasından, sendikalarda örgütlenmeye girişen işçilerin sorgusuz sualsiz işten çıkarılmasına devam edilmesinden, “Bireysel emeklilik” yasası girişimlerinin, her tür sendikal faaliyetin baskı altına alındığını ve sendikaların işlevsizleştirilmesi için her yola baş vurulması... gibi uygulamaların sözünü bile etmiyoruz burada.
Ama yukarıda sadece son birkaç aydaki gelişmeler bile sendikal hareketin ayağa kalkması için 15-6 Haziran’da ayağa kalkan işçiden bu günkü işçilerin, sendikalarının daha çok gerekçesi olduğu apaçıktır. Ve bu 15-16 Haziran’ın anılması için yapılacak en anlamlı şey, işçiye, sendikacıya yakışan da, sermayenin emeğin ve emekçilerin haklarına yönelik saldırısı karşısında harekete geçmektir.
Eğer 15-16 Haziran samimi olarak anılacaksa, yapılması gereken budur ve bunu yapmak için mücadele etmeyen, bunun için hareket halinde olmayan sendikaların, çevrelerin “Biz 15-16 haziran anıyoruz!” diye kürsülerden nutuk atması, 15-16 Haziran’ı yaratan işçilerin anılarına saygısızlık, onların mücadelesini bugünün rantına dönüştürmektir.
Ve bu nedenledir ki; bugün 15-16 Haziran’ı anmak demek, işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri doğrultusunda birleşmeleri için bir ortak mücadele stratejisinin geliştirilmesi ve bunun etrafında bir mücadele ile sendikal hareketin yeniden ayağa kalkması için harekete geçmektir. Aksine, şu ya da bu bahane ile bu görevi ertelemek 15-16 Haziran’ı ya hiç anlamamak ya da bilinçli olarak istismar etmektir.

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa