14 Mayıs 2012
DİĞER YAZILARI

Kredi derecelendirme kuruluşu Standart&Poors (S&P) 1 Mayısta Türkiye’nin BB+ olan kredi notunu “azalan dış talep ve cari açık” gerekçesiyle BB’ye düşürdü.  BB+, BB ve BB- notları S&P’nin derecelendirme sisteminde “yatırım yapılamaz-spekülatif” anlamına geliyor. Yeni notun şöyle bir kritik önemi var: Eğer not aşağı değil de yukarı doğru çıksaydı Türkiye S&P karnesinde “Alt orta sınıf” içerisinde yer alacak ve “yatırım yapılamaz” olmaktan çıkacaktı. Ama öyle olmadı. Bu yeni notla birlikte Türkiye “yatırım yapılamaz” konumunu “sağlamlaştırmış” oldu. İşte bu sebeple S&P’nin bu raporu çok tartışıldı.
Öncelikle Başbakan not kararını, “S&P bir açıklama yaptı, ben bunu çok garipsedim. Pozitifte olan Türkiye durağana indiriliyor. Neye göre indiriyorsun? Belli süre pozitifte kalanı artırması gerekirken, Türkiye’yi artırırsam ideolojik olarak sıkıntı doğurur. İflas eden Yunanistan’ı, İrlanda’yı yükseltiyor. Böyle saçmalık olur mu? Tamamen ideolojik bir yaklaşım. Bunu kimse yutmaz. Bunu Tayyip Erdoğan’a yutturamazsın. Niye? Kalkınan bir ülkem var benim. Alan el olmayan, veren el olan bir Türkiye var. Sen kalkıp Türkiye’nin kredi notunu durağana indirirsen bunu yemezler. Ve bunun bedelini ‘Artık ben seni bir kredi kuruluşu olarak tanımıyorum’ demek suretiyle açıklarız. Halep oradaysa arşın burada” sözleriyle değerlendirdi. Başbakanın açıklamasının ardından bazı bakanlar ve “ekonomi dünyası”nın iktisat uzmanları(!) ardı sıra benzer cümlelerle S&P’nin gaflet ve hıyanet içinde olduğunu iddiaya yöneldiler. Siyaset alanında bunlar olurken basında da Star gazetesi kaynak belirtmeden; S&P’nin yanlış bir karar aldığını ve bunun için Türkiye’den özür dilediğini ve “uzmanımız acemiydi” açıklaması yaptığını iddia eden bir haber yayınladı. Bu asparagas hızla yayıldı. İlk taşı kim attı bilinmez ama etkisi büyük oldu.
Tüm bu tartışmalar üzerinden S&P 10 Mayısta yeni bir açıklama yaparak “hata yapmadığını” ve özür dilenecek bir durumun olmadığını açıkladı. Mesele şimdilik soğumaya bırakılmış gibi gözükse de üzerinde durmaya değer.
***
S&P ile birlikte Fitch ve Moody’s tanınırlılığı en yüksek üç kredi derecelendirme kurumu. Kredi derecelendirme kuruluşları, kişiler, şirketler ve ülkeleri ekonomik güç ve potansiyellerine göre çeşitli kategorilere ayırıp derecelendiriyorlar. Bu kurumların verdiği dereceler uluslararası finans-kapitalin yatırıma yöneleceği ülkeler konusunda ipuçları veriyor. Dolayısıyla dış kaynağa muhtaç ekonomiler için hayati bir öneme sahiptir alınan dereceler.
***
Kredi derecelendirme kuruluşları her ne kadar kendilerini “bağımsız” ve “objektif” olarak gösterseler de durum pek öyle değil. 2008 Kapitalist Dünya Krizi nasıl birçok şeyi görünür kıldıysa bu alanda da bu kuruluşların birçok ülkeye (İzlanda, Yunanistan gibi) uzun yıllar “hak etmedikleri” dereceleri verdiğini ve bunu da belli bir ücret mukabilinde yaptıklarını gösterdi. Yani mesele Başbakanın da dediği gibi tamamen “ideolojik”. Peki, nedir bu ideolojinin belirleyeni? Bu ideolojinin belirleyeni paradır. Örneğin, S&P yaklaşık 130 ülkede kredi derecelendirme yapmaktadır. ABD ve İngiltere dışındaki tüm ülkelerde bu derecelendirmeyi “anlaşma” ile yapmaktadır. Türkiye’nin de bu yönde anlaşması vardır. Bu kuruluşlar anlaşma yapmayan ülkeleri de derecelendirdiklerine göre, anlaştıkları(!) ülkelerle “ideolojik” bir bağları olduğu söylenebilir.
Başbakanın sorusunu şöyle de sorabiliriz: İşçiler, emekçiler, küçük esnaf, üretici köylü yıllardır kan ağlarken, ülkede eşitsizlik artıp yoksulluk yaygınlaşırken nasıl oldu da bu yıllarda kredi notunu yükselttiniz Türkiye’nin? Demek ki “Tamamen ideolojik bir yaklaşım”! Şimdi meselenin özüne gelelim: S&P Türkiye’nin derecelendirmesini “anlaşma” ile yapmaktadır. Bu anlaşmanın vadesi dolmuş olabilir ya da daha iyi koşullarla anlaşma isteği hasıl olmuş olabilir. Tüm bunlar el sıkışmadan önceki pazarlık hamleleri olabilir: Bir yandan S&P not indirir, bir yandan Başbakan “sizi tanımayız” yani “anlaşmayı sonlandırırız” der. Sonuçta da, orta bir noktada buluşulur. İdeoloji budur!

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et