15 Aralık 2014 01:14

İşler iyice orman kanununa doğru gidiyor

19. Milli Eğitim Şurası’nın sonradan hayata geçirileceğinden kimsenin şüphe duymadığı “tavsiye” kararları, geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan başlıkları arasında yer aldı. Medyada daha çok Osmanlıca ve din eğitiminin ana sınıflara kadar indirilmesi üzerinden tartışılan şura kararlarının bir de öne çıkmayan başlıkları var. Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Politikaları Araştırma Merkezi Koordinatörü Dr. Meral Apak, işte o öne çıkmayanlara, konuşulmayanlara işaret ediyor. Kadınların, Alevilerin, Hıristiyanların yok sayıldığı, herkesin Türk, Müslüman ve Sünni sayıldığı Eğitim Şurası’nın “dindar ve kindar nesil” yetiştirme hedefine uygun hareket ettiğini belirten Apak, Şura kararlarıyla özelleştirme politikalarının uyumuna dikkat çekiyor. Apak’a göre, “eyvah din eğitimini ana sınıflara kadar indirdiler”, “bu memlekette artık durulmaz” gibi panik hallerinden kurtulup “biz ne yapabiliriz”e yönelmek lazım.

Paylaş

Serpil İLGÜN

Eğitim Şurası’nın en tartışmalı başlıklarından biri “değerler eğitimi” oldu.  Nedir bu değerler eğitimi?
Çocuklar eğitim sürecinde zaten bir değer kavrayışına sahip olur. Bu değer toplumsal, sosyal hayatı sürdürebilmek için dayanışma, özgürlük, demokrasi gibi değerler üstünden olabileceği gibi; İslam değerleri, işte “ecdadımız”, “Osmanlı”, “şanlı tarihimiz” üstünden de olabilir. O nedenle değerler kavramı, altını herhangi bir şekilde doldurulabileceğiniz muallâk bir kavram. Bir değere sahip olmak iyi bir şeydir. Dolayısıyla değer kelimesinin kendisi olumlu bir anlam evrenine sahip. Ama “kimin değeri”, “neye göre değer”, “kimin çıkarına bu değerler” ve “hangi bağlam içinde ele alınıyor”, bunları düşünmek lazım.

Eğitim Şurası’ndaki kararlara bakarak bu soruların yanıtını siz nasıl veriyorsunuz?
Bir kere milli, muhafazakâr, din referanslı değerlerden söz ediyoruz. Ama bu, toplumun her kesimini kapsamayan bir şey. Değer dediğimizde, bu değeri atfettiğiniz toplumu tekillik olarak görüyorsunuz. Bu tekillik ne? Müslüman, muhafazakâr. Yani herkes Allah’a inanacak, üstelik herkes Sünni Müslüman olacak, başka dil konuşmayacak. Bu değerlere sahip bir nesil yetiştirilmesi isteniyor.

Bu sadece Şura’da konuşulan bir şey değil; 4+4+4’ten bu yana eğitimin dini/muhafazakâr değerler üzerine kurulmasına ilişkin çeşitli söylemler, irili ufaklı düzenlemeler söz konusu. Şimdinin farkı ne?
Aslında 4+4+4’ten de önce, “Müslüman, dindar, kindar nesil yetiştireceğiz” diye söyleniyordu biliyorsunuz. Söylenen şeyi şimdi hayata geçirmeye çalışıyorlar.

Dolayısıyla ‘Yeni Türkiye’nin, yeni kuşaklarını yaratma hedefi böylece hız kazanmış mı oluyor?
Tabii. Bütün dünyada öyle ama Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bir şeyleri değiştirmek isteyenin, bir önceki iktidardan mutlu olmayanın ilk kurcaladığı yer eğitim. Müfredatı değiştirerek yeni bir nesil yaratabileceklerini düşünüyorlar. Ama şimdiye kadar hiç bu kadar kendi kendilerini beğenmeyip de sürekli kurcalayıp değiştirdikleri bir duruma rastlamamıştık.
Eğitim önceden de sisteme şekil vermek ya da reformlar yapmak için güçlü bir aparat, güçlü araçtı. Şimdi medyayı da kullanıyorlar. Eğitimde yapılan değişikliklerle, medyada yapılanlar birbiriyle eşgüdüm içinde. Örneğin Osmanlı ile ilgili bir sürü dizi çıktı. Muhtemelen o dizilerde teşvik etmek için Osmanlıca bir sürü kelime kullanılacaktır.

Osmanlıca tartışmasına gelmeden altyapı meselesini soralım. Okul sayısının azlığı, niteliği, kalitesi vs. başlı başına bir sorunken, örneğin Şura “değerler eğitimini verecek okul var mı, yok mu” kısmına neden eğilmiyor?
Altyapı meselesine eğilmiyor çünkü neo liberalizm eğitimi hak olmaktan çıkaran bir ekonomik süreç. Eğitimi hak olarak görmüyorsa, bireylerin bu işi kendi başlarına halletmelerini istiyor demektir. Halka bir yandan “okul öncesi çok önemlidir, çocuğunuzu okul öncesine vermek zorundasınız” diyorsunuz, bir yandan da okul öncesi kurum açmıyorsunuz. Bir şeyi hem zorunlu kılıp, hem de onun altyapısını hazırlamamak, özelleştirme demek. Özelleştirme insan niteliği, öğretmen kalitesi vs ile çok ilgilenmez. Biz de üç yaşındaki oğlumuz için fellik fellik ana okul aradık, bir sürü anaokulu görmüşlüğüm oldu. Çoğu öğretmen değil pedagojik formasyon almamış küçük kızlar çocuk bakıyor. Çocuklara doğru düzgün eğitim verilmiyor. Kaldı ki pedagojik formasyonları olsa ne olacak, cennet cehennem dedikten sonra, o çocuğun uykularını kaçırırsınız. Yani işler iyice orman kanununa doğru gidiyor.

4+4+4 ve dershaneler tartışması zaten özel okula yönelimi arttırmıştı. Hatta AKP, 2014 eğitim yılı başında çocuğunu özel okula gönderen velilere 3 bin lira destek kararı çıkarmıştı. Özel okul tercih etme nedenlerine şimdi bir de çocuğun değerler eğitimi almasını istememek eklenecek. Eğitimin ayrıştırıcı özelliği, özelleştirmeyi artıracak diyebilir miyiz?
Kesinlikle. Çocuğunuzu nasıl yetiştireceğinizin iradesi tamamen sizin elinizden alınmış oluyor. Eğer biraz paranız varsa, bu hakkı biraz satın alabiliyorsunuz özel okula göndererek. Ama sınıfsal bir şey bu... Tüm bu yapılanlara razı olmadığınız halde, ekonomik koşullarınız elvermediği için eliniz mahkûm mahalle okuluna göndereceksiniz çocuğunuzu.

Dediğiniz gibi geçen sene çok arttı özel okullar. Artık her mahallede bir iki özel okul görebilirsiniz. Çünkü teşvik edildi, piyasa yaratıldı buna. İnsanlar kaygılı, çocuklarının doğru düzgün eğitim almasını istiyorlar. Özel okulun kaç bin lira olduğunun hiç önemi yok bu noktada. İsterseniz yılda 50 bin değil, 500 TL verin, artık o eğitimin niteliği değişmiştir, hedefe ulaşılmıştır, o özel okuldur çünkü.

Böylece özelleştirmeye rıza göstermiş mi oluyoruz?
Rıza üretiminde sopayla havuç birlikte çalışır. Okulların nasıl eğitim vereceğini, müfredatı vs. değiştiriyorsunuz, insanları istemedikleri okullara gitmeye zorluyorsunuz ama bunları onların itiraz edemeyeceği değerlere bağlıyorsunuz.

Mesela?
Örneğin, “gençlerin yüksek faydası” gibi muğlâk kelimeler kullanarak. Rıza yaratmak, sadece ikna etmek değildir. Susmak da bir rızadır. Rızayı sağlamanın bir aracı da onu görmemektir. Ya da itiraz etmeyi aklından geçirmemektir. İktidarlar, bu rızayı kendi güçsüzlüğünüze inandırıldığınız için elde ederler. “Artık yapamam, bu ülkeyi terk etmem lazım” demek de bir rızadır. Bir şeyin yapılmasını istemiyorsunuzdur ama gücünüze güvenmediğiniz için itiraz etmiyorsanız, rıza gösteriyorsunuz. Demagoji çok kullanılıyor bu söylemlerde. İnsanların kabul edeceği bir şeye, kabul etmeyeceği bir şeyi ekliyorsunuz ve ikisini bir şeymiş gibi ortaya koyuyorsunuz. Mesela Osmanlıca öğrenmek... Osmanlıca öğrenmekte sorun yok, sorun olan “milli”, “manevi” deyip, bunu zorunlu hale getirmek. Siz “zorunlu hale getirilemez” diyorsunuz, o diyor ki, “vay sen Osmanlıca’ya karşı çıktın.” Rızayı sağlamada bu tür akıl oyunları da devreye giriyor.

Ve o arada da Kürtçe eğitim gündeme gelmiyor ya da Alevi çocuklarının AHİM kararlarına rağmen zorunlu din dersinden muaf tutulmaması meselesi yokmuş gibi davranılıyor…
Evet. Sosyal bilimlerde eleştirel söylem analizi diye bir şey var. Orda nelerin söylendiğine bakarsınız ama asıl nelerin söylenmediğine bakarak, analizinizi söylenmeyen üzerinden yaparsınız. Şura’ya eleştirel söylem analizi üzerinden baktığınızda, nelerin zinhar konuşulmadığı hakkında bir sempozyum konusu çıkarırsınız. Kadınlar yok, Aleviler yok, Kürtler yok, Hıristiyanlar zaten yok, herkes Türk, herkes Sünni Müslüman ve herkes erkek. “Yönetici niteliğinin arttırılması” diye bir başlık var, oradan anlıyoruz ki, erkekler kulübü olacak okullar. Şura konuşulacaksa, zaten ağzımızda sakız etmemizi istedikleri “vay Osmanlıca”, “vay anaokulunda din eğitimi” gibi altının doğru dürüst doldurulmadığı laf dalaşları. Tabii karşı çıkacağız ama nelerin söylenmediğini de konuşmalıyız. Çünkü esas güç orda! Bir insan, bir şeyi neden gündeme getirmez? Onunla savaşamayacağı için. Demek ki onların savaşabileceği bir şey olmadığı için sumenin altına kondu. Bizim onları görünür kılmamız lazım.

Hem sumenin altına konulanları görünür kılma, hem de eğitimin giderek daha fazla dinileştirilmesine itiraz etme noktasında nasıl sıkıntılar var sizce?
Biz kendi kendimiz o kadar şişiriyoruz ki “şöyle yapıyorlar”, “böyle yapıyorlar” diyerek. Sanıyoruz ki hiç bir şey yapamayız. Bu panik halinden kurtulmamız ve söylemimizi “biz ne yapabiliriz”e yönlendirmemiz lazım. Çünkü yapabilecek çok şey var ve esas güç kendini en güçsüz hissedenlerde, velilerde. Yaygın medyada hiç duymuyoruz ama veli inisiyatifleri var. Okulların satılmasına ya da imam hatibe dönüşmesine karşı çıkıyorlar. Birkaç başarı da elde edildi. Bunlar küçük belki ama örnek teşkil edebilecek ve diğer insanları da harekete geçirebilecek başarılar olduğu için yaygın medyada hiç rastlamıyoruz haberlerine. Çünkü gerçekten aynısı çok kolay yapılabilir ve haklarını geri alabilirler. Yani müthiş bir mücadele dönüyor aslında.

MUHAFAZAKARLIK TÜM DÜNYADA ÖZELLİKLE BESLENİYOR

Eğitimde muhafazakârlaşmaya, neo liberalizm ne diyor peki? Sonuçta kapitalizm ve neo liberalizm modern olanı savunuyorsa, nasıl oluyor da muhafazakârlıkla el ele yürüyebiliyor?
Kapitalizmin geldiği son aşama o kadar adaletsizliklerle dolu, o kadar insan aklına ve vicdanına aykırı uygulamaların ve pratikler yaşanıyor ki, kapitalizm iyice vahşileşmek zorunda. Bu sınırsız sömürünün sürmesi için, insanlara hareketsiz kalmaları, iradelerinden feragat etmeleri için ayrı bir inanç sistemi ve ayrı bir kendilik algısı vermeniz lazım. O kendilik algısının da güçsüzlüğe dayalı olması lazım. Kendisini güçsüz ve yalnız olduğunu hissetmesi lazım. “Benim kendimden ve Allahtan başka kimsem yok” demesi lazım. Biat etmesi lazım... Aynı zamanda bir tür tevekkül lazım harekete geçmemek için. O nedenle, bu yeni muhafazakârlık özellikle besleniyor. Dünyada birçok iktidar daha din referanslı olmaya başladı. Yanı başımızda Romanya, Macaristan var; onların da Erdoğanları var. Söylemler aynı. Çünkü orada da büyük yolsuzluklar var, yol inşaat ihaleleriyle aynı zenginlikler orada da yaratılmış. Dolayısıyla muhafazakârlaşmayla neo liberalizm el ele giden bir şey.

Öte yandan, başka bir dünya isteyecek kadar sarsıcı şeyler yaşıyoruz dünya çapında. Her şey anında, herkes tarafından bilinir ve duyulur hale gelebiliyor internet sayesinde. Dünyanın öbür ucundaki insanlar için burada eylemler yapabiliyoruz mesela. Bu insanlara güç veren de bir şey.

ALLAH SEVGİSİ BİR ‘DEĞER’ DEĞİL

Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP kadroları diyor ki, ‘Canım, din öğrenmenin, çocukların dini değerlere sahip olmasının ne kötülüğü var?’ Yanıtınız nedir?

Din çok soyut bir kavram. Mesela, siz anaokulundaki çocuğa –ki burada 3 ila 5 yaş arasındaki bir çocuktan bahsediyoruz- “değerler eğitimi vereceğiz, Allah sevgisi, cennet cehennem algısını öğreteceğiz” derseniz, bu çocuğun soyut düşünemediğini atlamış olursunuz. Ayrıca değer dediğiniz, örneğin Allah sevgisi bir değer değil; cennet cehennem kavramı bir değer değil... Değer olmadığı gibi, bir takım fenomenler bunlar. Ayrıca somut şeyler de değiller. 4-5 yaş, çocukların yeni yeni algılamaya, nesnelere isim vermeye çalıştığı bir dönem. Yani daha soyut düşünme yok. Siz çocuğa Allah sevgisini vermeye kalktığınızda o Allah’ı bildiği bir şeye benzetecektir. Allah’ın resmini çizmeye çalışacaktır örneğin. Çocuklar böyle düşünür çünkü. Hadi bir şekilde Allah’ı öğrettiniz, cennet cehennemin kendisi yargı içeren bir kavram. Ve çocukların 7 yaşına kadar en çok ihtiyaç duydukları duygu, güvende olma duygusudur. Güvende olma duygusunun tersi ise kaygıdır. Kaygı duygusu, çocuklarda zihinsel gelişimi bile bozar. Cennet ve cehennem kavramlarını vermeye başladığınızda, çocuk her halükarda başına gelen kötü bir şeyi, Allah’ın kendisini cezalandırması olarak algılayacak ve ortaya benlik duygusu örselenmiş, sarsılmış, kendisini sürekli suçlu hisseden, bir yandan da kaygı içinde yaşayan, obsesyonlar geliştiren bir çocuk çıkacak.

OSMANLICA ÜSTÜNDEN ORTA VE ÜST SINIF MUHAFAZAKÂR KİMLİĞE OYNANIYOR

Gelelim ‘isteseler de istemeseler de öğrenecekler’ denilen Osmanlıca tartışmalarına... Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, merak eden herkesin öğrenmesinde fayda var. Ama isteyenin! Osmanlıca saray dilidir, halk dili değil. Arap harfleriyle yazılan, Türkçe okunan ve koca bir Osmanlı imparatorluğu içerisindeki halkların yaşadığı tarihi şifreleyen bir dil. Yani esas zulüm gerçekten, Cumhuriyet reformuyla birlikte bu dilin belli bir kuşağa tamamen unutturulması. Bu, sonraki kuşakların o dilden, o dilin barındırdığı tarih bilgisinden, gelenekten, kültürden habersiz bir şekilde, sanki bıçakla kesilmiş gibi yeni bir evrene doğmasına neden oldu. Osmanlıca sözlü dil olarak değil ama yazılı dil olarak tarihimiz açısından önemli. Ama muhtemelen arşivlerin okunmasını bu iktidar da istemeyecektir.

Zorunlu olmasındaki ısrar, Cumhuriyetle hesaplaşmayı da içeriyor mu?
Ben Osmanlıcayı sembolik bağlamda bu kadar köpürttüklerini düşünüyorum. Osmanlıca üstünden orta ve üst sınıf muhafazakâr kimliğe oynanıyor. Onların Kemalizme karşı konumlanmış kimliğine hitap ediyor. Eski harfler, kılık kıyafet, karma eğitim… Bütün bunlar, bu yeni muhafazakâr orta ve üst sınıfların duyduklarında heyecan hissettikleri sihirli sözcükler.

AKILCI DÜŞÜNCEYİ İSTEMİYORLAR

Erdoğan 5. Din Şurası’nda, Cumhurbaşkanı olarak din konusunda teşvik edici olacağını söyleyerek, ‘aklın ve bilimin tek çıkış yolu olarak gösterilmesini’ eleştirdi. Bundan ne anlamalıyız?

Bunca adaletsizliğin döndüğü, bunca işçi katliamlarının olduğu, bunca çocuğun eğitim hakkından edildiği, bunca göçmen kadının fuhuş bataklığına saplandığı, bir sürü haksızlık içinde vıcık vıcık yürüdüğümüz bir ortamda, akılcı düşünmek herhalde bunlara göz yumanların çok istemeyeceği bir şey. “Aklın ve bilimin yolundan gitmek çok fayda sağlamıyor” demekle, felsefe, insan hakları, vatandaşlık derslerini kaldırmak tutarlı bir şey. “İnsan haklarıyla ilgilenme, vatandaşlık bilincin olmasın, özgür düşünme, sorgulama ama bol bol din dersi al!” Yaratmak istediği yeni nesil bu...

'İKTİDARIN ÇOK TUTARLI DAVRANDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM'

Felsefe derslerine ‘soyut’ diye karşı çıkılırken, Allah, cennet-cehennem kavramlarını ana sınıfına indirmek gibi çelişkili bir tablo var karşımızda. Siz bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz? Felsefe neden istenmiyor?
Felsefe de soyut bir şey ama felsefe size sınır koymaz. Felsefe, “şu soruyu asla soramazsın” demez. Tam tersine size soru sordurur. “Peki, ama neden”, “Peki ama onun öyle olduğunu nereden biliyoruz?”, “Var olduğunu nereden biliyoruz?” gibi ontolojik sorular sordurur. Ve hiçbir doktrinle de sizi sınırlamaz. Verdiğiniz cevaplarla ilgili olarak kendi değer dünyanızı yaratmanızı sağlayan bir bakış açısı sunar felsefe. Ama din dersi öğrettiğinizde neleri sorgulayabileceğiniz, neleri sorgulayamayacağınız konusunda sınırlar çok nettir. “Şunu şöyle dersen Allah’a şart koşmuş olursun”, “Böyle diyemezsin o fıtrata aykırı” vs. gibi çeşitli sınırları var. Yani ikisi de soyut düşünmeyle ilgili diye aynı kefeye koyamayız. Biri düşünceyi özgürleştirirken, öteki düşüncenin sınırlarını katı bir şekilde çiziyor.

Dini referans alan eğitimi neden küçük çocukların müfredatına sokuyor? Düşünce, sorgulama kapasitesi çok gelişmesin diye. Felsefe bunun tam tersini yapıyor çünkü. O açıdan iktidarın çok tutarlı davrandığını düşünüyorum. Yani şöyle diyebilirdik; bunlar din eğitimini getiriyorlar ama felsefeye dokunmuyorlar, üstelik bir de felsefe dersinin sayısını arttırmışlar.” O zaman derdim ki bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. O açıdan kendileriyle tutarlı davranıyorlar. Bir yeri boşaltıp, o boşalttığı yere istediği şeyi koydu. Çünkü çıkardığı şeyle, koyduğu şey birbirinden farklı...

UYUŞTURUCU MESELESİNİ OKULDA ÇÖZEMEZSİNİZ

Şûra’da üzerinde yoğunlaşılan bir başka konu da güvenlik. Okul duvarlarının şu kadar yükseltilmesi, daha fazla kamera yerleştirilmesi, öğrencilerin fişlenmesi gibi bir dizi karar var. Duvarlar yükselince, şiddet gibi sorunlar çözülecek mi?
Okul, çocukların özgür iradelerini, zenginliklerini, farklılıklarını ortadan kaldırmaya yönelik, onları zapturapt altına almaya yönelik, zorla gönderildikleri, tıkıldıkları bir mekan. Kendileri olmaktan çıkıp birtakım dogmalarla tımar ediliyorlar. Gerçekten de okul, hastane ve hapishane binaları mimari açıdan birbirine çok benzer. Çünkü bunlar kontrol mekanizmalarıdır. Yani okul mimarisi, okulun ne yapmaya çalıştığı hakkında çok iyi fikir verir.

Okuldaki şiddet veya uyuşturucu sorunu sanki okulla ilgili sorunlarmış gibi algılanıyor. Neoliberalizmin ürettiği pislikler bunlar. O çocuklar o sistemin içindeler. Sistemden elenmiş elenmiş, artık elenecek bir tarafı kalmamış çocukların gönderildiği çöp okullar var. Getto okullar bunlar. Getto okullar tamamen suça açık ve uyuşturucunun pazarı halindeler. Neoliberalizm onlar için de bir şey düşünmüş. Bu ekonomik sistem içinde bir yerleri var.  Aileler, çocuklarının o okullara gitmemesi için çırpınıyor ama uyuşturucu meselesini bu kadar toplumsal eşitsizliği yok sayarak okulda çözmeye kalkamazsınız.

Aynı zihniyet toplumsal hayatı da güvenlik paketleriyle dizayn ediyor…
Aynen. Fişlemeler vs. eskiden de vardı. Ama eskiden yazılı olmayan bir şeydi, şimdi bayağı bir kural haline getiriliyor. Şûra kararlarıyla ortaya çıkan bu mesele, okullardaki güvenlik önlemlerinin de normal bir şeymiş gibi algılanmasını sağlayacak.  

AKP’NİN AVUKATI, EĞİTİM-BİR-SEN’Lİ VELİ DİYE GELİYOR

Eğitim gibi çok önemli bir alana ilişkin ‘tavsiye’ kararlarının alındığı Şûra’nın yapısına ilişkin neler söylersiniz?
Değil. Sadece son Şûra’nın kompozisyonu ile ilgili değil, genel olarak şuraların kompozisyonunda sorunlar var. Çünkü şuraya kimlerin katılacağı ve davet edileceğine ilişkin bir yönerge var, o yönergeye göre de katılımcılar bakanlık tarafından belirleniyor. Bir takım veliler katılıyor mesela, kim belirliyor onları? Bakanlık. Sonra ne oluyor, AKP’nin avukatı, Eğitim-Bir-Sen’li veli diye geliyor. Tavsiye kararı deniyor ama biliyoruz ki bu kararlar uygulanıyor. Yani neresinden tutsanız problem… Şûra’nın toplanma biçimi de, katılım biçimi de demokratik değil. Ama bazı olumlu şeyler de var Şûra kararları içinde.

Mesela?
Mesela öğretmen niteliğinin geliştirilmesi, öğretmenlerin tercihleriyle atanması gibi konular da var. Her şey de yanlış değil ama Şûra kararları tavsiye olarak alındığı için, bu tavsiyelerin hangilerini uygulayacaklarına, hangilerini uygulamayacaklarına kendileri karar verecek. Yani “iyi” tavsiyeleri uygulamayı tercih etmeyebilirler!

 

 

ÖNCEKİ HABER

Şirket hukuk tanımıyor yetkililer sessiz kalıyor

SONRAKİ HABER

'Tek Türkiye' dizisi ekibinden 3 kişi serbest bırakıldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...