16 Mart 2014 07:04

Cinnetlik bir toplumu motive etmek için!

Müzikalin ustası, tiyatronun hastası Engin Alkan, bu sene iki müzikal armağan etti bize: Huysuz Müzikal ve Küskün Müzikal. Huysuz Müzikal’in Madam Biju’su Deniz Uğur sevilen dizi Umutsuz Ev Kadınları’nın da bir üyesi. Yakaladık bu ikiliyi; müzikalden başladık taşlamaları hak eden yanlarımıza kadar getirdik lafı.

Cinnetlik bir toplumu motive etmek için!
Paylaş

Serpil KILIÇ
Ezgi GÖRGÜ


Müzikalin ustası, tiyatronun hastası Engin Alkan, bu sene iki müzikal armağan etti bize: Huysuz Müzikal ve Küskün Müzikal. Huysuz Müzikal’in Madam Biju’su Deniz Uğur sevilen dizi Umutsuz Ev Kadınları’nın da bir üyesi. Yakaladık bu ikiliyi; müzikalden başladık taşlamaları hak eden yanlarımıza kadar getirdik lafı.

İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda daha önce sahneye koyduğunuz “İstanbul Efendisi” ve 4 yıl sonra yine sahnelediğiniz “Şark Dişçisi”nin bir üçlemenin parçaları olduğunu söylüyordunuz. “Huysuz Müzikal” bu serinin o son halkası mı? Bağımsız bir proje mi?
Engin Alkan: Bu üçleme halk tiyatrosunda çağdaş ifadelerin bir araya geldiği, bir anlamda geleneksele yaslanan bir yandan da bugünün anlatım tekniklerinin hemhal olduğu bir çalışma. İçinde elbette ki batının da halk tiyatrosu geleneğini oluşturan Commedia Dell’arte’den, bizdeki yansıması olan tuluat tiyatrosundan, hatta orta oyunundan örnekler de var. Bunları müzikal bir yapı içinde açık biçimde, çok bize ait bir üslupla sahneye taşıdım. Huysuz Müzikal de bu çalışmalardan bir tanesi. 5 farklı Moliere oyununu bir araya getirdim. Ama yeni bir kurgu, yeni bir olay örgüsü olan, karakteristik dokuları da korunmuş özgün bir yapıt çıkardık ortaya. Aslından Moliere dünyasından ziyade Moliere’in bizim topraklardaki yansımasını bir parça gösterdik.

Nasıl yansıyor peki Moliere buralara?
E.A:
Şöyle; bizde batı tiyatrosu 19. yy’dan itibaren nerdeyse Moliere’in kılavuzluğunda ilerlemiş. Dolayısıyla geleneksel tiyatromuz oradaki dolantı komedyasına, oradaki hiciv ve ifade biçimlerine şaşırtıcı biçimde aşina. Biz de Moliere’den yola çıkarak bir çeşit adaptasyon kültürünü de bir araya getirerek gelenekselimize çok yakın bir sonuç ortaya çıkarttık.

Deniz Uğur’u televizyonda tanıdık. Sinemada da takip ediyoruz. Fakat oyunculuğa  tiyatroyla başlamanıza rağmen üniversiteden sonra sahneye çıkmadınız. Neden bu kadar uzak kaldınız?
Deniz Uğur:
Aslında konservatuardan mezun olduğumda niyetim tiyatroya devam etmekti ama koşullar farklı gelişti ve televizyon projeleriyle gündeme geldim.Ama hep en verimli çağlarımın kırklı yaşlar olacağını hayal ediyordum, bugün için de bunu hissediyorum. Bu yaşlar kişiliğinizin tam olarak oturduğu ne yaptığınızı tam olarak bildiğiniz, fizik olarak da mantalite olarak da her şeyin tam yerine oturduğu yıllar. Ayrıca bu başlangıç için Engin Alkan müthiş bir seçim oldu tabi. Ama Engin aşırı mütevazıdır, konuşurken kedini övmemeye çalışır, onunda handikabı bu. (Gülüşmeler)

“Huysuz Müzikal”le yeniden sahneye çıkma fikrine nasıl ikna oldunuz?
D.U.:
Oynadığım karakter Madam Biju çok farklı ve bir o kadar renkli ki; bu beni çok etkiledi. Metni zaten okuduğumda çok beğenmiştim ama reji sırasında onun kat kat üstünde bir karaktere dönüştü. Seyirciyle interaktif bir ilişki içerisinde olduğumuz için seyirci o katarsisi yaşıyor. Bunu görmek de beni çok mutlu ediyor ve inanılmaz bir enerji veriyor.

Metni siz kaleme aldınız. Özellikle siz hangi fikri öne çıkarmak, nelerin altınız çizmek istediniz?
E.A.:
Moliere insanların zaaflarıyla çok güzel mizah yapan bir yazar. Özellikle burjuva sınıfıyla uğraşıyor. Sahte bilim adamlarına sataşıyor, politik taşlamalar yapıyor, evlilik müessesini hicvediyor, ikiyüzlülük, sahtelik gibi insan zaaflarına sözü getiriyor. Ben de bu taşlamaları mümkün olduğunca korumaya çalıştım. En nihayetinde oynadığımız bir dolantı komedisi bir politik tiyatro örneği değil. Ama dejenere olmuş her kurum bir parça nasibini aldı. Güncel politikanın kullandığı bazı cümleler oyunun içerisine kendiliğinden tak diye oturabiliyor. Ancak sonuç olarak bu eğlenceli bir müzikal. İçindeki taşlama ve yergileri kendi üslubunca işleyerek hayatı hafifletmek, sinir krizi geçiren cinnet aşamasına gelen bir topluma bir parça nefes aldırmak ve hayata motive etmek için ortaya konmuş bir oyun.

AVAZIN ÇIKTIĞI KADAR BAĞIRMAK, KAHKAHALARLA GÜLMEK

Mizah da imdadımıza yetişmese?
E.A.:
Yoksa patlayacağız.Artık bunu ne kadar haykırmak ne kadar dile dökmek gerekiyor, duyan var mı, bilemiyorum! Öyle bir yere doğru gidiyoruz ki çare üretilmiyor ve her gün sorunlara yenileri ekleniyor.Keşke bu kadar sorun beraberinde umut da getirse ama çözüm ibresinde hiçbir şey yok. Umut azalıp dert çoğaldığında toplumlar dejenere olabilir. İşte tam da bu noktada sanata daha çok ihtiyaç var. Avazın çıktığı kadar bağırmak da, kahkahalarla gülmek de ihtiyaçtır.
D.U.: Bir kısım tiyatrocunun burnu havadadır “herkes beni anlayamaz” der ve bununla böbürlenir ya da bunun tam tersini yapan her şeyi mümkün olduğunca basitleştirip insanı kolay yoldan güldürmeyi amaçlayanlar var. Şimdi bunun ortasını tutturmak halka bir şeyleri aktarırken onları bir seviyeye de çekmek çok zor bir iştir. Engin’in oyunlarının eğlendirirken bir yandan da eğitici bir yanı var. Bunu yapabilmek müthiş bir şey.

Bu bahsettiğimiz taşlamalar nasıl karakterlerden çıkıyor. Bize biraz tarif eder misiniz?
D.U.:
Aslında söz konusu Moliere olunca karakterden çok tiplerden bahsedilebilir. Fakat orada önemli olan nokta hakikaten altı kalın çizgilerle çizilmiş, sivri yönleriyle ortaya koyduğumuz her tipte zaafların ortaya konması, insanoğlunun birtakım çiğ taraflarıyla, oynarken kendimizle dalga geçmemiz, ironi yoluyla seyirciye bir şeyler aktarmamız önemli. Benim için de işin esprisi o. Benim oynadığım Madam Biju çok keskin bir fanfatel ve komik duruma düşüyor sürekli. Ben de oynarken dalga geçiyorum onunla ve seyirci de çok gülüyor. O anlamda özel bir rol olduğunu düşünüyorum.



DİZİ OYUNCUSU OLARAK KALMAYI İSTEMEM

Bir de çok sevilen bir dizide oynuyorsun bu sezon. ‘Umutsuz Ev Kadınları’ pek umutsuz değiller aslında?
D.U:
Komik bir dizi. Başarılı biçimde adapte edilmiş bir Amerikan dizisi. Adaptasyonlarda çok başarılı olmuyoruz genelde, bazı şeyler sakil durur, oturmaz bir türlü, Türkleştiremezseniz, seyirciye soğuk gelir vs. Senaryo grubu çok başarılı, rayında gidiyor, kemik bir izleyicisi var.

Tiyatrodan televizyona tamam da televizyondan tiyatroya daha fazla önem atfetmek... Popüler olmak değil mi en çok istenen şey?
D.U:
Allah kolaylık versin her oyuncu adayına. Elbette popüler olmak ister her genç oyuncu, insanların sizi tanımasını istersiniz. Oyunculuğun böyle narsist bir tarafı var. Ama amacınızın ne olduğu, donanımızın ne olduğu ve bir yandan vitrinde var olurken, o tanınırlığı kazanırken bir yandan da ürettiğiniz daha farklı şeyler de sizi tanımlıyor. Dizi oyuncusu olarak kalmayı hiçbir zaman istemezdim ben olsam. Eğer hakiki anlamda eğitim almış bir genç oyuncu adayı ise bahsettiğimiz profil zaten bununla yetinmeyecektir. Sistem sizi buraya itiyor ama buna dayanıklılık göstermek de sizin elinizde herşeye rağmen. Yani köle olmak zorunda değiliz sisteme.


KÜSMÜŞ, ÖLMÜŞ, ÇARESİZ BİR COĞRAFYADA NİYE BÖYLE OLDU

Bu sezon bir de “Küskün müzikal” yaptınız. Ki o sahiden alternatif sahnenin olanaklarının ne kadar zorlanabileceğini, iyi bir müzikalin sadece prodüksiyonla ilgili olmadığını da gösterdi. Sanki Anadolu’da geçiyor... Sanki zamanın durduğu bir yerde, sanki bir iç sıkıntısı?
E.A.:
Küskün Müzikal aslında benim daha önce yaptığım bir projeydi. Bir rock barda çerçeve sahnenin dışına çıkıp o zaman yarı profesyonel bir ekiple uyarlama biçiminde yapmıştık. Metin Carson McCullers adlı Amerikalı yazarın bir uzun öyküsüydü. Ve aslında o neredeyse birebir uyarlama biçimindeydi. Daha sonra bu proje benim çekmecemde dururken birkaç defa gündeme geldi. Sonra Emek Sahnesi bir workshop çalışması yapmak için davet etti beni. Sonra onların bir proje talepleri oldu. Bu oyun aklıma geldi. Bunu bu ekip bu sahnede yapabilir diye düşündüm ve ben metni tekrar ele aldım.

O ilk haliyle mi yoksa yeniden dokunuşlarınız oldu mu?
E.A.:
Bu sefer bir uyarlama çalışmasından çok eser üzerine bir çeşitlemeye kadar vardı iş. Yani serüveni Huysuz’un serüvenine benzedi.

Önemli bir yanı da sanırız tüm müzikal şarkılarını da sizin hazırlamış olmanız?
Kesinlikle. Daha önce birtakım oyunlar ve müzikler yazmıştım ama hiçbir müzikali baştan sona kadar müziklememiştim. Yazdıktan sonra bir cesaret daha gösterdim, müziklerini yaptım, şarkı sözlerini yazdım, yönettim, dekorunu da yaptım. Birden bire iş, böyle benim bir çeşit eğitim çalışmam gibi bir şey oldu. Çünkü kendimi çok fazla denemediğim alanlarda deneyim kazanmış oldum.

Küskün Müzikal neler anlatır?
Aslında bir aşk üçgenini anlatır. Üç marjinal karakterin aynı anda seven ve sevilen olduğu bir trajikomik bir hikayedir. Ama bu bizim kasabalı diye tanımladığımız bir sosyal çevrenin önünde gerçekleşir. Bir yandan marjinal ve kendi bireysel tercihlerini yaşayan bireyler ve onun arkasında dedikoducu, bir yandan da iktidara yalakalanan ve onun yanında olmak için çaba gösteren ama ufacık bir pundunu bulduğunda ona hemen tavrını değiştiren ve onu alaşağı etmek için hırçınlaşan hatta galeyana gelen bir insan kalabalığının oluşturduğu bir atmosferde geçer. Yani bireyle toplum arasındaki gerilim ve onun arasındaki baskılanma kara mizah türünde resmedilmiştir. Ben elbette ölçek olarak kendi coğrafyamızı aldım. diye başlar sorular. Sonra aşkı, tutkuyu, insanca yaşamayı yok eden bir kalabalık bu tür küskün bir kadere neden olur.


GULYABANİ ANADOLULU İLK KORKU KARAKTERİ OLDU

Sinemamızda korku filmi deneyimleri biraz zorlu oldu sanki. Gulyabani nasıl oldu sizce?
D.U.:
Gulyabani bir korku filmi, ama komedi kısımları daha baskın. Mustafa Üstündağ’ın da oynadığı bölümleri salonu yıkıp geçiyor. Filmin özelliği Türkiye’de yapılan korku filmleri genelde kutsal kitaba, cinlere vs’ye dayandırılıyor. Ama Gulyabani bir Anadolu mitinden çıkan tamamen bu topraklara ait olan bir karakter.Bir mit ama ilk defa ete kemiğe büründürülüyor. Geçmişte, Süt Kardeşler’de bir gönderme yapılıyor, kuklası vardı mesela. Fakat burada tam bir korku karakteri olarak karşımıza çıkıyor.


SAMATYA’YA ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM

Engin Alkan aslında Samatyalı…
Konservatuar yıllarından sonra ayrıldım buradan. Gerçekten hayatım boyunca bana kılavuzluk eden bir geçmişe sahip olduğum için mutluyum. Benim yetiştiğim Samatya benim yaşadığım yıllarda böyle bir yer değildi. Biz orada bir arada yaşama kültürünü iyi anlamıştık. Bunun tersi bizim tuhafımıza giderdi. İlkokulun sonlarına doğruydu, mahallemize yeni taşınan bir çocuk, Jaklin diye bir arkadaşım vardı, onun boynundaki haçı çıkartıp yere fırlattığında o kadar çok şaşırmıştım ki niye bunu yaptı diye. O boyundaki haç bizi rahatsız etmezdi. O öyleydi, biz böyleydik. Dolayısıyla bu aslında bu toprakların pek çok çelişkisine rağmen bin yıllarla deneyimlediği bir şey. Üstü örtülmüş, kutuplara itilmiş ve bundan rant elde etmeye çalışan bundan menfaat sağlamaya çalışan bir sistemle karşı karşıyayız. Ancak hatırlamalıyız, bu kadim topraklar bir arada yaşamış etnisitelerin, kültürlerin toprağıdır. Bunun içine doğduğum, bununla yaşadığım ve bunu sonradan öğrenmek zorunda kalmadığım için ben Samatya’ya çok teşekkür ediyorum.

ÖNCEKİ HABER

Kent ve devrim

SONRAKİ HABER

Yıpratma planı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...