06 Ekim 2013 07:36

Çalışmanın ustasıyım beyaz yakanın hastasıyım!

Ayrı bir toplumsal sınıf mı? Toplumun “aydın” ve “ilerici” yüzü mü? Yoksa -ekonomik ve toplumsal konumlanışı günden güne eritilmesine rağmen- kariyerinden başkasını düşünmeyen vurdum duymaz bir topluluk mu? Veyahut soruları toparlayıp yeniden ifade ederek soralım: “Beyaz Yakalılar” gerçekten bir fenomen mi?

Çalışmanın ustasıyım beyaz yakanın hastasıyım!
Paylaş

Ömer Furkan Özdemir

Ayrı bir toplumsal sınıf mı? Toplumun “aydın” ve “ilerici” yüzü mü? Yoksa -ekonomik ve toplumsal konumlanışı günden güne eritilmesine rağmen- kariyerinden başkasını düşünmeyen vurdum duymaz bir topluluk mu? Veyahut soruları toparlayıp yeniden ifade ederek soralım: “Beyaz Yakalılar” gerçekten bir fenomen mi?

SUÇLU KİM BE KARDEŞİM?

Bu soruya yanıtı (varsa eğer) düzenli okurun alışık olduğu biçimiyle yani -sanki hep öyle olmak zorundaymış gibi- “sonda söylenecek sözü” en başta söyleyerek verelim ve yazımıza başlayalım: Beyaz yakalıyı “fenomen” yapan ne beyaz yakalının kendisidir ne de ondan görece daha alt ekonomik ve toplumsal konumdaki “yakalı”lardır; onu “fenomen” haline getirip başta “beyaz yakalılar” olmak üzere tüm toplumsal katmanlarda tartıştıran, yazarın sanayi devriminden bu yana toplumsal işleyiş içerisinde, çalışanlar arasında kafa karışıklığı yaratan her gelişmede o kesilesi parmakları olduğunu düşündüğü burjuva “analistler”dir. En azından yazarın şüpheciliği bu yöndedir ve ama bunun bir komplo teorisinden ayrılıp bir tespite dönüşmesini destekleyen de yine, bu teneşire varamayası burjuvazinin tüm varlığını borçlu olduğu, kapitalizme dair yaptığı detaylı çözümlemesi halen geçerliliğini koruyan Marx’ın kendisidir (Bir kez de bu cümlede tekrar ederek yazarın klavyesini hızlandıracağına inandığı tabirle). Kahrolası kapitalist üretim ilişkilerinin başlangıcından itibaren giderek ivme kazanan “üretim sürecinin -ve giderek ekonomik işleyişin belirlediği tüm bir toplumsal işleyişin- salt bir meta yeniden üretimine dönüşmesiyle başlayan, işçinin (kendi emeğine) yabancılaşma süreci; yine (sınıflı toplumların varlığından bu yana adım adım genişleyen) kafa emeği ve kol emeğinin giderek artan oranda birbirinden ayrışması süreci, tarihsel kökenlerini siyasal alandan sosyolojik alana kadar hemen her disiplinde ayrı ayrı bulabileceğimiz “beyaz yakalılar”ın günümüzde nasıl bir fenomen haline geldiğini anlamamıza yardımcı olabilir -ve elbette sadece bu yetmez! Bütün bir toplumsal yaşamın kendisi basit emeği itibarsızlaştırdıkça ve dahi beyaz yakalının -kafa emeğini hiçe sayarcasına- salt “bilgi”sine odaklanan ve onu da üretimden kopartan bir “kültürsüzleşme”yle gelinen bugünde suçu beyaz yakada aramak haksızlık olacaktır.

NE ÇEKTİN BE BEYAZ YAKALI?

Devam edelim ve yazımızın ana eksenine oturttuğumuz metaforumuzu açık edelim: Ne çektin be beyaz yakalı? Mavi olmak istemezsin, altın olmak ister lakin olamazsın; -kapitalizmin değişmeyen döngüsü sağolsun- emeğine yabancılaşma sürecinin buhranındasın lakin bunu da kabul edemezsin ve haykırırsın: bu ürünü/hizmeti ben ürettim! Yazar bütün içtenliğiyle beyaz yakalıya katılmaktadır ancak naçizane eklemektedir: Biriktirme kültürünün merkezinde gibi hissetsek de aslında tam da tüketmenin tükettiği yerdeyiz be kardeşim; yani burjuvazi sana “nasip” etmez kapitalistleşme sürecini; dayatır borçlanma yoluyla “proleterleşme”yi, köleliği ve ideolojik biatı...

SINIFIM SAĞOLSUN!

Bugün kapitalizmin evrimine dair türlü “teoriler” üretilip işçi sınıfına dair de yine türlü analizler yapıladursun; kapitalist üretim biçiminin dayandığı -başta artı-değer üretimi olmak üzere- temel ilişkiler değişmediği sürece ve (yazarın kullanmaktan nefret ettiği bir tabir olan) “küresel” ölçekteki üretimin parçalı hale gelen yapısı üzerinden ortaya çıkan istatistikler üzerinden bir kez daha okursak: beyaz yakalılar da toplumsal ölçekte tamamlanması gereken üretim sürecinin  bir parçasıdırlar; imalatından dağıtımına kadar (hizmeti de dahil ederek) en basit meta üretiminden başlamak üzere katlanarak büyüyen sömürü çarkının bir dişlisine takılmaktadırlar; ve bu çarkın adım adım ezdiği her kesim gibi üretimin başladığı noktaya bakabilir: Gördüğümüz yine bir değer olarak emeğin kendisidir ve kafa emeğiyle kol emeğinin üretimde birleşeceği şartlar oluşuncaya kadar (evet, demek ki “dünyadaki cennet”e kadar) o şartların oluşması için mücadelede birleşmesi - “şart”tır diyerek bu yazar haddini aşmasın ama- “şart” olursa insanlık için iyi olur diyelim... Ve -sanayi devriminden bugüne geçen sürede sergilediği davranışları itibariyle- yakasının rengine bakmaksızın her emekçiyi kucaklayacak kudretteki işçi sınıfının saflarında insanca yaşam isteyen herkese yer vardır... * Kocaeli Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi Bölümü

ÖNCEKİ HABER

Kadın senin futbol diye sattığın şeyi almıyor

SONRAKİ HABER

3 ayda 35 cinayet 38 tecavüz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...