Grevli, gerçek bir toplu sözleşme için mücadeleye
Toplu sözleşme sürecinde başarı, işyerlerinde kurulacak güçlü komitelerle mümkün. Ortak talepler için birleşmek, emekçinin gücünü artıracak.

Fotoğraf: Murat Uysal/Evrensel
Emek Hareketi
2026-2027 yıllarını kapsayan 4 milyon kamu çalışanı ve yaklaşık 2,5 milyon emekliyi (aileleriyle birlikte 20 milyondan fazla kişiyi) ilgilendiren 8. Toplu Sözleşme Görüşmeleri, hükümetin öne çekmesiyle 28 Temmuz Pazartesi günü başladı. Bu süreç, ülke nüfusunun dörtte birini doğrudan etkilemesine rağmen, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar gündemin geri planında kalmış durumda.
Kamu emekçilerinin yedi toplu sözleşmenin yedisinde de kayıpla çıktığı toplu sözleşmenin 8.’si başlarken, ne sendikaların yeterli hazırlığından ne de emekçilerin sendikalardan beklenti ve baskısından bugün için bahsetmek mümkün değil.
Oysa Ocak 2025’te, toplu sözleşme zamlarına karşı tüm sendikaları harekete geçmeye zorlayan ve 13 Ocak’ta iş bırakma eylemine yol açan aşağıdan yukarıya bir emekçi tepkisi vardı. Ancak şimdi, kamu çalışanları o mücadele ruhundan oldukça uzak görünüyor.
Kamu emekçilerinin bu umutsuz ve dirençsiz ruh hali elbette bir anda oluşmadı. 13 Ocak'taki ortak iş bırakma eylemi, emekçiler arasında “sendikaların birlikte hareket edebileceği” yönünde bir umut yaratmıştı. Ancak bu olumlu havanın ardından, sendikaların ortak talepler etrafında bir mücadele hattı oluşturmak için hiçbir adım atmaması, emekçilerin içindeki umut kırıntılarını da söndürdü.
19 Mart'ta Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınması ile başlayan kitlesel protestolar, ardından gelen siyasi operasyonlar, kayyum atamaları ve baskıcı uygulamalar, kamu emekçilerinin hak taleplerinin de geri plana itildiği bir süreci beraberinde getirdi.
Hükümetin geçiştirmeye çalıştığı, emekçinin sendikalardan umudunu kestiği toplu sözleşme sürecinde, yetkili sendika Memur-Sen, hükümetin Aile Yılı programının altını dolduracak toplu sözleşme maddelerine öncelik verirken, Kamu-Sen de benzer şekilde kısmi çalışmanın tüm kamuda yaygınlaşmasını savunan açıklamalarda bulundu. Kamu emekçilerinin mevcut toplu sözleşme düzenine hiçbir inancı kalmadığını farkında olan bu iki konfederasyon, birbirlerine alternatifmiş gibi konumlanırken hâlen üyelerinden gelen tepkileri bürokrasiden aldıkları güçle konsolide edebilmektedirler. Kamu işçilerinin toplu sözleşmesi bu sendikaların teşhiri için önemli bir süreç olduğundan, özellikle Memur-Sen tarafından yakından takip edilmektedir.
İlk defa 3. konfederasyon olarak toplu sözleşme sürecinde yer alacak olan Kamu-İş, Diyarbakır’dan toplu sözleşme maddelerini açıklayarak kendi programını açıkladı. Kamu-İş’in toplu sözleşme masasında yer almayan diğer sendikaları temsil etme iddiası ise işyerlerine dayalı ciddi hazırlıklara dayanmıyor.
13 Ocak'ta “Uyarı İş Bırakma” eyleminin ardından birleşik mücadelenin zorunluluğu, ortak taleplerde genel grev örgütlenmesi gerektiği, "Grevsiz toplu sözleşme olmaz", "Ağustos'ta değil Mayıs'ta toplu sözleşme" vb.ni kapsayan mücadele programı önerilirken, 28-29 Haziran’da toplanan KESK Genel Meclis toplantısında bu iddialı perspektifin yerini KESK’in tek başına yürüteceği, 4688 sayılı yasanın dayattığı takvime zorunlu hazırlıkları esas alan, günü kurtarmaya yönelik il gezileri, basın açıklamaları, emek ve demokrasi güçleriyle görüşmeleri vb. içeren bir takvim tartışması hâkimdi. Toplu sözleşme masasının teşhirini önceleyen ve bütçe dönemine güç biriktirmeyi esas alan bu program, Danışma Meclisi’nde de bu hâliyle tartışılmaya açılacaktır.
Bu programın en temel sorunu, gecikmiş olmasının yanı sıra kamu emekçilerinin geniş kesimlerine ulaşamaması, diğer sendikalarla ortaklaşma çabasının eksikliği ve ortak mücadele perspektifinden uzaklaşılmasıdır.
Eğer KESK, kamu emekçilerinin beklentilerine cevap olacak, kamu emekçilerinin ortak taleplerini kapsayan bir mücadele programı ortaya koymaz, bu süreçte üzerine düşen çağrıları yapmaz, günü kurtaran bir faaliyet ile sınırlı kalırsa 4. konfederasyon olmanın olumsuz etkileri ile birlikte kamu emekçilerinin mücadelesinden kopuş tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.
Kamu emekçilerini bekleyen tehlikeler ve mücadele dinamikleri
Kamu emekçileri son dönemde ağır bir hak kaybı dalgasıyla karşı karşıya: Esnek ve güvencesiz çalışma modelleri hızla yaygınlaşırken, bu modeller kısmi sigortalı (emekliliğe yansımayan) ve sosyal haklardan yoksun çalıştırma biçimlerini normalleştiriyor. 17 Temmuz'da yayınlanan Ebeveyn Yönetmeliği, kamuda kısmi zamanlı çalışmayı “aile” kavramı üzerinden meşrulaştırarak, sosyal devletin kreş, eğitim gibi yükümlülüklerini bireylere devreden bir içerik taşıyor. Bu düzenlemenin ebeveynlerle sınırlı kalmayıp tüm çalışma rejimini dönüştürme amacı açık.
Özel sektördeki grevler ve direnişlerle, kamu işçilerinin iş bırakma eylemleri ve hâlen devam eden toplu iş sözleşmelerinin bağıtlanamaması, ekimde başlayacak MESS sözleşmeleriyle birlikte emek cephesinde ortak mücadelenin zeminini güçlendirmektedir. Siyasi iktidarın tüm baskılarına rağmen yükselen sınıf hareketi, kamu emekçilerinin “bekle-gör” tutumunun artık sürdürülemez olduğunu gösteriyor.
Sürecin son aşamasına gelen kamu işçileri toplu sözleşmesinin, ortalama %24’lük bir ücret artışı ve enflasyon farkı formülüyle sonuçlanması beklenirken, işçinin baskısı nedeniyle bu sözleşme bir türlü bağıtlanamıyor. Hiç istenmeyen bir şekilde kamu emekçilerinin toplu sözleşme süreciyle kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi artık kesişmiş durumda.
Kamu emekçileri, kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesinin altında bir anlaşmaya razı edilmesi durumunda, şu an için pasif görünen emekçi kitlesinin sendikalara yönelik ciddi tepkiler geliştirmesi muhtemeldir.
Ortak talep: Grevli, toplu sözleşmeli sendika hakkı
4688 sayılı Sendikalar Yasası’nın dayattığı antidemokratik toplu sözleşme düzeni, kamu emekçilerinin örgütlenme ve mücadele kapasitesini adeta felç etmektedir. Grev hakkını yasaklayan, sendikalara işkolu ve üye barajlarıyla baskı kuran bu yasa, kamu emekçilerinin hak arama yollarını tıkayarak yetkili sendika bürokrasisinin elini güçlendirmektedir. Bugün 8. Dönem Toplu Sözleşme sürecinde yaşanan hazırlıksızlık, dağınıklık ve etkisizlik, doğrudan bu yasanın yarattığı yapısal tıkanmanın sonucudur.
Bu nedenle kamu emekçilerinin öncelikli talebi, grev hakkını güvence altına alan, sendikal barajları kaldıran, gerçek bir toplu sözleşme düzeni yaratan demokratik bir sendika yasası için mücadele olmalıdır. 4688’in değiştirilmediği her koşulda, toplu sözleşme süreçleri hükümetin tek taraflı dayatmalarına teslim edilmekten öteye geçemeyecektir.
İşyerlerini mücadele merkezi yapmak
Toplu sözleşme süreci, salt teknik bir prosedür olmanın ötesinde, iki yıllık mücadele birikiminin ve emekçilerle ortaklaştırılan taleplerin sınandığı kritik bir süreçtir. Bu anlamda toplu sözleşme süreci, sendikal bürokrasinin günü kurtarma politikaları yerine işyerlerini mücadele merkezine dönüştüren çalışmalar esas alınmalıdır.
İşyerlerinde sendikaları ortak mücadeleye çağıran komite ve platformların kurulması, yerel mücadele platformlarının güçlendirildiği ve sınıfsal dayanışmanın somut adımlarla hayata geçirildiği bir dönem olmalıdır. Sendikal bürokrasinin pasifliğine karşı, işyerlerinde yükselen emekçi inisiyatifi, hak alma mücadelesinin temel dinamiği haline gelebilir.
Ayrımsız tüm emekçilere seslenen ortak mücadele zeminlerini oluşturmak; dönemsel olarak “Grevsiz toplu sözleşme olmaz”, “Grevli, toplu sözleşmeli gerçek sendika hakkı”, “Sendikalar göreve, ortak mücadeleye”, “İnsanca yaşayacak bir ücret”, “2008 sonrası işe giren memurların hak kayıpları” vb. ortak kapsayıcı taleplerle işyeri merkezli eylemlerin örgütlenmesi, bu toplu sözleşme sürecini kamu emekçi hareketinin gelişen işçi hareketiyle birleşmeye zorlayan bir zemine kavuşturabilir.
Evrensel'i Takip Et