26 Nisan 2024 03:08

Siyaset Bilimci Dr. Reyhan Ünal Çınar: Sorun lüksün topluma bindirdiği yük

Rolex saatler, ıstakozlar ya da Maldivlerde … Evrensel'e konuşan Siyaset Bilimci Dr. Reyhan Ünal Çınar sorunun lüksten ziyade topluma bindirilen yüke dikkat çekiyor.

Siyaset Bilimci Dr. Reyhan Ünal Çınar: Sorun lüksün topluma bindirdiği yük

Istakoz fotoğrafı ekran görüntüsü (solda) sebnembursali Instagram hesabından alınmıştır /

Hüseyin Filiz (sağda) fotoğrafı @huseyinnfiliz X hesabından alınmıştır.

Gözde TÜZER
İstanbul

Recep Tayyip Erdoğan, bir yüzükle çıktığı yolda Saray’a terfi edince, peşinden gelenler de artık zenginliklerini halkın yüzüne vurur oldu. Sorun lüks yaşamada değil, bunun faturasını kimin ödediğinde. Gazetemize değerlendirmelerde bulunan Siyaset Bilimci ve Yazar Dr. Reyhan Ünal’ın da dediği gibi: “Sorun onların lüks yaşamasından ziyade bu lüksün onlar tarafından yaşanabilmesi için topluma bindirilen yük. Yani bu kesimin maddi olanakları ile halkın sahip oldukları arasında bir ters orantı var.”

20 yıldır ülkeyi yöneten AKP kendi muhafazakâr burjuvasını da yarattı. Seçim sonrası “Biz zaten belediyelerinizin bozuk araçlarına binmiyoruz, siz kendinizi düşünün" diyen muhafazakâr gençlerin lüks içindeki paylaşımlarını gördük. AKP içinde bu durum nasıl tartışılıyor?

AKP uzun zamandır dağınık bir durumda. Ancak bunu biz dışarda olanlar tam olarak göremiyorduk. Kimileri iktidarda olmanın sağladığı avantajlardan nemalanmaya devam etmek istedikleri, kimisi de ya AKP’ye duyduğu aidiyet ve/veya muhalefete duyduğu güvensizlik sebebiyle ‘kol kırılır yen içinde kalır’ mantığıyla yaşananları çok da ortalara dökmemişlerdi. Artık daha duyuyor, görüyoruz. Bu bakımdan “öncelikle biz zaten belediyelerin lüks araçlarına binmiyorduk ki” yaklaşımı bize iki şeyi gösteriyor. Birincisi sanırım biraz kendi kendilerini teselli ediyorlar. Bir anlamda ‘zaten dünyalığımızı yapmıştık, buradan sonrası bir kayıp sayılmaz bizler için’ gibi bir kendini ikna çabası. İkincisi ise - ki bence bu bastırdıkları ve birincinin altında yatan asli neden- belediyede çalışan birinin, bakanın, ilçe belediye başkanının nasıl bu kadar lüks yaşayabileceğine yönelik yaygınlık kazanan sorgulama.

Bu bize ne gösteriyor öyleyse?

Demek ki bu durum belediyelerin bozuk arabalarına tenezzül etmemekten ziyade o arabalara ve daha birçok yere harcanması gereken paraların nerelere gitmiş olabileceğinin bir göstergesi. Bu bakımdan ben AKP içinde şayet bir tartışma varsa bu “kazanç kapılarını kaybedersek ve dahası iktidardan gidersek bunların bize geri dönüşü nasıl olur” tedirginliği olduğunu düşünüyorum. Bence aralarındaki tartışma, bir dertleşme değil. Zira dertleşmek için güven lazım. AKP kadroları bugün güven üzerine tesis edilmiş ilişkilerden ziyade birbirinin açığını bilenler arasındaki bir çıkar birlikteliğinden ibaret. Ve şimdi yerel seçimlerle birlikte kaynak aktarımları da zarar gördüğü için birbirlerinin kuyruğuna basmaları da daha muhtemel.

Bunlara ek olarak YRP’nin varlığı da AKP tabanını alternatifsiz kalmaktan kurtarıyor. Dolayısıyla bundan rahatsız olan, eli sandığa gidip CHP’ye oy vermeye varmayan kesimlerden de bir kayma olabilir. Öte yandan bu süreçte CHP’nin de elinde belediyeler aracılığıyla toplumun belli kesimlerini “öteki” görmeyeceğine dair ikna edebileceği önemli bir araç var. Bu noktada CHP’li belediyeler doğru politikalarla bir kesimi ikna etmeyi başarabilir. Zira AKP fiili olarak ilk seçim kaybını yaşadığı 2015’ten beri iktidarda kalabilmesinde; gerek otoriterleşme eğilimlerinin gerek buna hem neden hem sonuç olarak gösterebileceğimiz muhalefetin dağınıklığının tabiri caizse ekmeğini yiyerek sağlıyordu. Şimdi seçimler sonrası muhalefetin ortaya koyduğu ve fakat temkinli olunması gereken başarının AKP için de en hafif ifadeyle bir tedirginlik yarattığını söylemek mümkün.

Şimdilerde en çok Şebnem Bursalı’nın Monaco’daki ıstakoz paylaşımını konuşuyoruz. Ya da Sındırgı Eski belediye başkanının “Aç Türkler geliyor” sözlerini ve AKP’lilerin Maldivler tatillerini… Bu durum AKP’liler arasında nasıl görülüyor ve tartışılıyor?

Bana kalırsa toplum kesimlerini bu tür harcamalardan daha çok rahatsız eden şey bu harcamaları yaparken sergilenen ya da sergilenmekten imtina edilmeyen tutum. Gelirinize göre “daha iyi” bir yaşam sürebilirsiniz. Ama bu noktada toplumda sorgulanan birkaç husus var.

Öncelikle bu gelirin nasıl elde edildiği? Bir kesimin harcadığı paralar, sürdükleri sefa göz önüne alındığında bu paraların bir meslek sahibi olarak kazanılmasının oldukça güç olduğu aşikâr. İkinci olarak toplum kendisine karşı bu kadar duyarsız olunmasından da rahatsız. Sorun onların lüks yaşamasından ziyade bu lüksün onlar tarafından yaşanabilmesi için topluma bindirilen yük. Yani bu kesimin maddi olanakları ile halkın sahip oldukları arasında bir ters orantı var. Halk fakirleşiyor, bir kesimse sınırsızca zenginleşmeye devam ediyor. Üstelik bunu yaparken halktan çaldıklarını halka bir lütuf, sadaka gibi verecek kadar da küstahlaşmış durumdalar.

Ve sonuncusu ki bence bu en vahimi; içinde toplumun büyük bir kesimin içinde bulundukları durumu bile bile kendi yaşamlarını gizleme gereği dahi duymamaları. Bu da bizi liyakat ve sadakat meselesine geri getiriyor. Bugün AKP kadroları daha ziyade lider tarafından tayin edilmiş kadrolar. Varlıklarını toplumdan aldıkları desteğe borçlu değiller. Onları oraya getiren kimse ona biat etmeleri ve dönen çarka çomak sokmamaları kâfi. Tabandaki yankısına gelince elbette yekûn olmamakla birlikte tüm bunların özellikle belli bir kesim açısından AKP’yi savunamaz hale getirdiği muhakkak. Ancak kamuoyunda iktidara yakın kesimlerin elde ettikleri kazançlar ve yöntemlere dair tartışmalar göz önüne alındığında aldıkları oy oranının da daha düşük olması beklenebilirdi. Bu da sanırım muhalefetin işinin zorluğunun bir göstergesi. 

"GERÇEK BİR ERDEM DE SÖZ EDEBİLİR MİYİZ?"

Biraz daha geriye gidelim… Erdoğan’ın ‘94’te bir aracın kasasında seçim çalışması yaptığı günlerden konvoylarla yol kapattığı günlere geldik. Bu durum seçimin hemen öncesinde çok konuşuldu. Şimdilerde özellikle AKP cenahından isimlerin “Erdemliler Hareketine dönüş yapılacak”, “yeniden reformlar düzenlenecek”, “ekonomi sorun olmaktan çıkacak” sözleri sıkça gündeme geliyor. 94’teki Erdoğan ile bugünkü Erdoğan’ı karşılaştırabilir miyiz?

Öncelikle o gün için tek bir kişiden söz etmiyoruz. Bunu bir prensip olarak uygulayan bir partiden, bir hareketten söz ediyoruz. Bugün ise artık bir parti kalmamış durumda. Ortada görünürde daha ziyade bir lider var. Ama ironik bir şekilde bugün de o liderin arkasında, yanında yöresinde bu debdebeye, şaşaya kendisini kaptırmış bir güruh söz konusu.

94 yılında amaç iktidara gelmekti ve bunun yolunun milletin derdiyle dertlenmekten, onlarla aynı hayatı, benzer sorunları yaşadığını göstermekten geçeceği anlayışı daha hâkimdi. Bugünkü AKP ve saray kadrolarına baktığımızda ise - zira son dönemdeki tartışmalarda nazara alındığında bu güruhun artık yekpare bir görüntü verme gibi bir dertlerinin de kalmadığını görerek - iktidarı kendi çıkarları uğruna bir araç olarak gördüklerini ve bunu açıkça yaşamakta da bir beis görmediklerini söylemek mümkün.

Fakat bu AKP açısından o kadar da şaşırtıcı bir durum değil. Nitekim iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren devleti bir şirket gibi yönetme gayesini ortaya koymuş ve tüm sosyal devlet kazanımlarını insanlara satacağı bir metaya dönüştürerek karına odaklanan neoliberal yönetim anlayışının neferi bir partiden söz ediyoruz. Bu noktada AKP kadroları arasında reform arayışlarının, “Erdemli Hareketine” dönüş çabalarının olması halktan aldıkları tepki sonucunda olağan bir refleks. Ama erdem araçsallaştırılacak bir şey mi? Daha açık bir ifadeyle; kendilerini kurtarmak adına böylesi bir harekete dönme hedefinden bahsedenler söz konusu olduğunda; gerçekten de bir erdem de söz edebilir miyiz?

İKTİDARIN AKTARDIĞI VE YAŞADIĞIMIZ ARASINDAKİ UÇURUM

Sizin de dediğiniz gibi… Amaç iktidara gelmekti ve milletin derdiyle dertlendiğini gösteren “ben sizden biriyim” diyen bir Erdoğan vardı. Ancak bugün Saraylarda yaşayan, ejder meyveleri tüketen, “itibardan tasarruf olmaz” diyen bir Cumhurbaşkanı görüyoruz... Sizce bu şatafat ve lüks; 2024 yılına gelmişken, halk üzerinde nasıl bir etki yarattı?

Erdoğan uzun süre tüm bunları millet adına bir iade-i itibar amacıyla yaptığını söyledi. Ona göre sarayı, ejder meyvesini yadsıyanalar “eski” Türkiye’deki ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen bir grubun beyhude çığırtkanlarıydı. Buna karşın kendi destekçilerinin sahip olmaya başladığı yüksek hayat standartlarını, zenginliği sanki kendi tabanı için yapılan bir mücadele ve zafer olarak kodladı. Elbette bunu yaparken geçmişte ayrıcalıklara sahip olanlara karşı rövanşist arzuları pompalayarak millete - ki burada milletten kastım kendi tabanı - şimdi sizin sıranız dedi.

Örneğin Cumhurbaşkanlığı kompleksini düşünelim. İnsanların güvenlik soruşturmalarından, birkaç aşamadan geçerek o da ancak davet edilirse girebileceği bir yere kolayca burası milletin evi dedi. Bu noktada oranın sahibi millet değildi. Kendi bünyesinde milleti temsil ettiğini söyleyen Erdoğan’ın orada yaşaması, bunu iddia etmesi için kâfi görüldü.

Ya da Yap-İşlet-Devlet modeliyle sermaye sahiplerine yaptırılan otoyolları, köprüleri göz önüne alalım. Erdoğan iktidarı buralara Osman Gazi Köprüsü diyerek veyahut geçmişe dair bir takım sayısal referanslar vererek köprülerin uzunluğunu, binaların ölçünü belirleyerek geçmişe sahip çıkıyor gibi yaptı. Ama günün sonunda bunların hepsinin topluma bir fayda sağlamak amacıyla yapmadığı ortada. Müslümanlar’ın “iyi yaşamda” topluma örnek olması gerektiğini söyleyen piyasa mantığı ile Müslümanlar’ın vitrinde yaşama arzusunu birleştiren AKP, pazar taleplerini karşılamak adına, Yeni Osmanlıcılık olarak ifade edebileceğimiz bir pazarlama stratejiyle hareket ediyor. Bu bakımdan AKP’nin ortaya koyduğu Yeni Osmanlıcılık “vizyonu” iktidarı anlamamıza, görmemize imkân sağlayacak bir turnusol kâğıdı değil. Daha ziyade yarattığı haksız kazancı, yoksullaşmayı gizlerken sunduğu bir ambalaj kâğıdı.

KENDİ HAKİKATİNE ODAKLANMAK…

Bu noktada ana akım medyanın, kitle iletişim araçları ya da devlet imkânlarının önemli ölçüde AKP’nin elinde olması da bunların kimi toplum kesimlerinde sorgulanmasını geciktirici etkilere sahip. Ancak iktidarın unuttuğu bir şey o da yaratma çabasına giriştiği tüm kurgu ve bunun için seferber ettiği araçlar dışında herkesin kendi deneyimi var.

Günün sonunda iktidarın bize aktardığı deneyimle yaşadığımız deneyim arasındaki uçurumda önce kendi hakikatimize odaklanırız. Hele de bu hakikat bizi iktidarın ileri sürdüğünün aksine daha da ağır koşullara sokmaya başlamışsa.

ERDOĞAN BİR ŞEY DEMEDEN İNİSİYATİF ALAMAYANLAR

Bugün elbette Erdoğan dışında bir AKP’den söz etmek elbette zor. Ancak yine de “AKP yöneticileri” diyebileceğimiz bir kesim de yok değil. “Geçmişte Ak Parti’de yönetici olmak için rüştünü ispat etmek gerekiyordu, şimdi elini kolunu sallayan yönetici oluyor” gibi ifadeler yer alıyor. AKP yönetici düzeyinde nasıl bir değişim geçirdi?

Öncelikle bugün yönetilmesi gereken bir parti kaldı mı ki rüştünü ispat eden bir yöneticiye ihtiyaç duyulsun. Kimse Erdoğan bir şey demeden, ne denileceğini söylemeden inisiyatif alacak durumda değil. Üstelik bu durum tam da Erdoğan’ın liderlik anlayışının bir sonucu.

İyi bir lider her şeyi kontrol etmeye, denetlemeye çalışmaz. İyi kadroları kurar ve bu kadroların iyi çalışma şartlarını oluşturmasına yönelik destekte bulunur. Erdoğan’ınki daha ziyade kimseye güvenmeyen bir paranoya hali. Nitekim izlediği otoriter politikalar sadece muhalefet için değil, bu nokta da kendi etrafındakiler için de önemli bir engel teşkil ediyor. Erdoğan işlevsiz ve bir anlamda bu işlevsizliğinin bilincinde olup, kabul görebileceği herhangi bir konum için her şeyi yapmaya razı gelecek kadrolarla yol almayı tercih ediyor.

SARAYDA OLMAK DAHA GÜVENLİ

Bir yanıyla milletvekilleri ve bürokratları var, bir yanda da Saray kadrosu var değil mi?

Yukarıda ifade ettiğim gibi bir de Saray kesimi var. Bu kesim biraz daha cevval çıkışlarda bulunuyor, sanırım sarayda olmak daha güvenli bir alan şu an için. Ama bu noktada ben yine de her iki kesimin de elini kollunu sallayanlar olarak ifade edemem. Zira bu kadar hiçleştirilmeye, bir takım kişisel çıkarlar için bu kadar yolunu kaybetmeye hazır olmak elini kolunu sallamaktan daha başka bir kimlik sorgulamasını gerektiriyor. Bunu yoldan geçen herkes de kaldırmaz.

Bu noktada endişelenmemiz gereken şey AKP’nin geçirdiği dönüşümden ziyade bu dönüşümün, daha doğrusu çöküntünün toplumda nasıl tezahür ettiği. Bu bakımdan hangisi daha kötü karar veremiyor insan: Para için, birtakım ikballer için bu kadar taviz vermeye hazır olan insanlarla bir arada yaşamak mı yoksa bunun bir kişisel çıkar meselesi olmayıp, kötülüğün sıradanlaşması sonucunda iktidarın otoriter politikalarına “görevim” diyerek destek vermeye devam edenlerin olması mı? Yine de son seçimler de gösterdi ki bu kadar karamsar olmamak için bir nedenimiz var.

AKP’LİLER ISTAKOZ YER, MALDİVLERE GİDER, HESABI HEP HALK ÖDER

Son 20 yılda halkın sırtından zengin olanların yaşantılarını yakından gördük. Son günlerin lüks yaşantısıyla en çok konuşulanı ise Monaco Yat Kulübü’nden paylaştığı ıstakoz fotoğrafıyla AKP İzmir Milletvekili Şebnem Bursalı oldu. Ancak lüks ıstakoz yeme keyfi sadece Bursalı’ya ait değildi.

Son seçimde CHP’nin kazandığı Ankara Mamak Belediye Meclis üyesi AKP’li Salih Kahraman, tatil için gittiği Antalya’da kaldığı lüks otelde ıstakoz sipariş etmişti. Kahraman yemek masasının fotoğrafını sosyal medyadan “balık” notuyla paylaştı.

Eski AKP Çankırı Milletvekili ve Çankırı Belediye Başkan adayı Hüseyin Filiz'in sosyal medya hesabından ailesiyle birlikte Maldivler'de yaptığı tatilden paylaştığı fotoğraflar da gündem oldu. Filiz’in; Maldivler sahilinde fotoğraf çektirdiği yerin Constance Halaveli Resort olduğu ve burada konaklamanın bedelinin kişi başı 8 emekli maaşına eşit olduğu hesaplandı.

Seçimden sonra ise “lüks” tartışmaları daha da gündeme geldi. Milyar dolarlık borç bırakan belediyelerin ortaya çıkması bir yana; AKP’den CHP’ye geçen Sancaktepe Belediyesi’ne ait belediye binasındaki başkanlık katının 6000 metrekare olduğu ve katta jakuzi olduğu açıklandı.

Seçim sonrası lüks araçlarıyla paylaşım yapan AKP’li gençler “Biz zaten belediyelerinizin bozuk araçlarına binmiyoruz, siz kendinizi düşünün”, “Seçim kutlamalarınız bittiyse akbillerinizi doldurun” gibi notlar ekleyerek, halkla dalga geçti.

Balıkesir'in Sındırgı ilçesinin önceki dönem belediye başkanı AKP Ekrem Yavaş, sosyal medya hesabından yaptığı “Çekilin aç Türkler tatilden dönüyor” paylaşımı ile yeni bir kriz çıkardı.

5 BİN LİRALIK ATKI, ‘PUDRA ŞEKERİ' VE ALTIN VARAKLI MUSLUK

Bu saydıklarımız sadece son birkaç ay içinde orta çıkanlar. Ama biraz daha eskiye gidelim…

Lüks yaşam deyince akla “İtibardan tasarruf olmaz” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geliyor elbette. Kasımpaşa’dan Saray’a uzanan yolculukta, altın varaklı musluklarda ellerini yıkıyor şimdilerde.

Eşi Emine Erdoğan’ın Ejder Meyvesi tavsiyesi ve Hermes çantası en çok konuşulanlar olmuştu. Emine Erdoğan; 2021 yılında taktığı 400 bin liralık çantasıyla yaptığı konuşmada ise şöyle diyordu: “Alışverişe çıkmadan önce alınacaklar listesi hazırlayalım. Porsiyonlarımızı küçültelim. Sadece ihtiyacımız kadarını alıp bozulacağını bildiğimiz yiyecekleri istiflemekten vazgeçelim.”

Saray’da durum bu olunca Meclis’teki AKP'liler de boş durmamıştı. Örneğin AKP’li Milletvekili Mücahit Birinci'nin 5 bin lira değerindeki atkısı oldukça konuşulmuştu. Eski Milletvekillerinden Zehra Taşkesenlioğlu ise zenginliğiyle ilgili şöyle diyordu: “Allah insanı vererek de alarak da imtihan eder. Beni vererek imtihan etti”

Bir de “pudra şekeri” hadisemiz vardı hatırlarsanız… AKP Genel Merkez çalışanı Kürşat Ayvatoğlu'nun oldukça lüks bir araç içinde uyuşturucu madde kullanırken görüntüleri ortaya çıkmıştı. Ayvatoğlu’nun ifadesinde "Kokain değil, pudra şekeriydi" demesi aylarca tartışılmıştı. Adli Tıp’tan gelen rapora göre ise Kürşat Ayvatoğlu'ndan alınan numunelerden "uyuşturucu maddesi" çıkmıştı.

Evrensel'i Takip Et