Diz û xwediyê malê*
Özetle, “Açık konuşmak gerekirse; biz Kürtleri eritemedik, yeni bir anayasa ile Kürtlerin hakkını teslim etmemiz gerekir” dedikten sonra, CHP ile ilgili de; “SHP’nin CHP ile birleşmesi yanlış bir adımdı. Ben CHP’nin değişmediğini anladığımda bu partiden ayrıldım. Bu partide iki kanat var; milliyetçiler (bunun da yurtseverlik olmadığını ısrarla belirtiyor) ile değişimciler (demokratlar) ve bu iki kanadın birbirinden ayrılması gerekir” şekelinde görüşlerini kamuoyu ile paylaşıyor.
SİYASİ MİSYON
Genel anlamıyla parmak bastığı gerçekler konusunda sayın Gürsel’e katılmamak mümkün değil. Sosyal demokrasinin, Avrupa’da doğup gelişme süreci ve tarihsel misyonu göz önünde tutulduğunda adı geçen partinin ‘sosyal demokrasi’ kavramı ile uzaktan-yakından bir ilgisinin olmadığı gerçeği, tüm siyaset bilimcilerinin hem fikir olduğu bir gerçekliktir.
Ancak, belki şu yönüyle oynadıkları tarihi- siyasi misyon açısından bir benzerlik bulunabilir: Nasıl ki sosyal demokrasi olgusuyla, Batı Avrupa ülkeleri ile gelişmekte olan dünya sosyalist hareketi arasına bir set, bir dalga kıran oluşturulmuşsa, Türkiye’de de, cumhuriyetin kuruluşunu takiben, toplumdaki tüm sosyal yapıları/sınıfları temsil etme iddiasıyla, Bonapartizim misali –ki yine, ısrarla Kemalizm diye adlandırılanın aslında Bonapartizmin bir karikatürü olmaktan öte bir anlam taşımadığı, uygulamalarıyla kanıtlanmışken- ucube bir toplum ve dolayısıyla dünyada eşi benzeri bulunmayan ucube bir yönetim şekli –T.C. (!)- yarattılar. Ki ‘tek sınıf, tek millet...’ dedikleri yapının dünyanın hiç bir ülkesinde olması -etnik/ulusal açıdan homojen olduğunu düşünsek bile- ilkel komünal toplumların ilk evreleri hariç, diyalektiğe, toplumsal gerçekliklere tümden aykırı iken, yıllarca aynı teranelerle, sopayı her an elde tutarak zorla da olsa kabul ettirdiler. Toplum yekpareymiş gibi, bu geri kalmış/bıraktırılmış toplumda, sınıflar yokmuş gibi yaşatıldı insanlar.
Bu süreçte başta Kürtler olmak üzere, işçi sınıfı, Aleviler, Müslümanlar ve diğer bir çok toplumsal grubu da ustalıkla idare ettiler. Kürtleri, Kurtuluş Savaşı öncesi ve savaş boyunca, meclisin kuruluşu süreçlerinde kendi gereksinim ve çıkarları doğrultusunda kullanarak, sonrasında kızıl (isyanlar, sürgün, mecburi iskan) ve beyaz (asimilasyon, inkar) katliamlarla uzun bir süre kımıldayamaz hale getirerek, manipüle etiler. Temelsiz, dayanaksız, kendi gerçekliğinden uzak bir kitleye dönüştürdüler. Bir yandan bizzat devlet eli ve halkın kaynakları kullanılarak kapitalizm geliştirilmeye çalışılırken, diğer yandan da sahte örgütlenmelerle işçi sınıfını kör ve dilsiz bırakarak felç ettiler. Hatta bu sahte örgütlenmeler aracılığıyla sendikal örgütleri işlevsiz, işçi sınıfını da kendi sınıfsal, siyasal, toplumsal gerçekliğine yabancılaştırıp etkisiz ve yetkisiz emek yığınlarına dönüştürdüler. Laiklik yalanı ile doksan küsur yıldır Sünni mezhebi beslenerek, Alevilere karşı her türlü baskı, zulüm geliştirilip sindirildikten sonra, düzenin yedeği ve her zaman hazır destekçisi durumuna düşürüldüler. Mümkünatı yokken, din derslerinin zorunlu olduğu, dini giderlerin (cami, imam, imam hatip liseleri) devletçe tüm halkın vergilerinden ödendiği bir siyasal gerçekliği laiklik diye lanse edebildiler.
Müslümanlar kıpırdayıp kendi ideolojileri için iradeleşerek, mevcut düzenin rotasından çıkmaya kalkıştıklarında, Demokles’in kılıcını kafalarının üstünden eksik etmediler.
Toplamda, düzene alternatif olabilecek, düzeni zorlayacak, değişimin öncüsü olabilecek her türlü hareketi ezerek, toplumu doğal dinamiklerinden mahrum bıraktılar.
KÜRTLER VE CHP
Kuşkusuz bu anlamıyla belki de en çok manipüle edilen, aldatılan, ezilip köklerinden koparılıp savrulan Kürtler olsa da, Kürtler ‘Diz û xwediyê malê bi hev hesiyan’ ** Kürt atasözünde olduğu gibi, her şeyin farkına vararak, içine düştükleri amansız durumu, çok ağır bedeller pahasına da olsa bilince çıkarmayı başarabildiler. Sadece bu değil, Kürtlerin sergiledikleri mücadele sürecinde, turnusol kağıdı gibi CHP’nin ne menem sosyal demokrat (!), ilerici (!) olduğu da açığa çıkarıldı. CHP’nin sosyal demokratlığını (!), devrimciliğini (!) bilmeyen kimse kalmadı. En azından Kürt Coğrafyasında bu böyle. Mardin’in Ömerli İlçesi, bu bölgede kazandığı tek bir ilçe belediyesi idi, CHP mensubu milletvekilinin son günlerdeki Führer Adolf Hitler’e taş çıkartan, parlak fikirlerinden dolayı, adı geçen belediyenin başkanı da istifa ederek, eski partisini tarihi bir rekorun sahibi yaptı.
Sayın Gürsel’in “Açık konuşalım, biz Kürtleri eritemedik, şimdi de haklarını istiyorlar” ekseninde CHP ve takındığı tavırlara ilişkin görüşlerini dinlerken, bir dostumun yıllar önce anlattığı fıkra geldi aklıma;
Diyarbakırlının biri İstanbul’da bir lokantaya girer. Kapının yanındaki masaya otururken, kapının üstünde kafesin içindeki papağan, ‘Hoş geldin Diyarbakırlı’ der. Duruma pek şaşıran Diyarbakırlı gariban, papağanı satın almak ister ama lokantanın sahibi buna yanaşmaz. Bizimkinin ısrarı üzerine lokantanın sahibi papağan yerine, papağanın 9-10 tane yumurtasını vermekle onu razı eder. Yumurtalar Diyarbakır’da kuluçkaya yatmış bir tavuğun altına konur. Sadece bizimki değil, papağanın maharetini duyan tüm ahali yumurtaların çatlayıp yavru papağanların çıkacağı anı dört gözle bekler. 21. günün sonunda yumurtalar birer birer çatlar ama, kimisinden karga, kimisinden güvercin, kimisinden kara tavuk çıkar. Duruma bir hayli bozulan Diyarbakırlı yavruları bir kutuya koyup, soluğu İstanbul’da alır. Öfkeyle gelir aynı masaya oturur. Oturur oturmaz papağan, ‘Aptal Diyarbakırlı geldi’ der. Bunun üzerine bizimki yerinden kalkar, papağanın yanına gelir ve kulağına şöyle der, ‘Benim aptal olduğumu bir tek sen biliyorsun. Ama senin ne menem bir papağan olduğunu Diyarbakır’da bilmeyen kimse kalmadı...
* Hırsız ve ev sahibi. ** “Hırsızla ev sahibi birbirinin farkına vardı”, anlamında Kürt Atasözü.
Evrensel'i Takip Et